15 Kasım 1967 Geçitkale - Boğaziçi Olayını Çaptırmak

Atatürk diyor ki “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
İçinde yer aldığı tarihî bir olayın yıllar sonra yanlış yansıtıldığını, saptırıldığını ya da tersine çevrildiğini okuyunca insanın aklına nasıl Atatürk’ün bu sözü gelmez?

***

24 Ocak 2023 Salı günü, Vatan’ın bu sayfasında çıkan “TARİH YAPMAK VE YAZMAK” başlıklı yazımda, epeyce ses veren “Bir Sır Adam”  adlı kitaptan söz etmiştim.
Kitabın yazarı/anlatıcısı, daha doğrusu kitapta anılarını anlatan kişi İlter Kırmızı! Kitabın kapağı ile içinde İlter Kırmızı’nın dışında üç isim daha var: Güven Uludağ, Koral Özkoraltay, Osman Y. Kırmızı. Kitabın “Bu Kitabı Okurken” başlıklı 7’nci sayfasında “…. sorumluluğu da yazarlar olarak bize aittir” biçimindeki bir ifadenin altında da bu isimler vardır. “Yazarlar” ifadesi, aynı sayfanın başlarında da geçiyor. 
Yazarlar, kendi deyişleriyle kitabı, sözlü anlatı ve dökümantasyonu kendi görüşleriyle harmanlayarak hazırlamışlar.  Böyle bir uygulamanın anlatıcının bilgisi ve onayı ile gerçekleşmiş olması gerekir ama ben bizzat İlter Kırmızı’nın ağzından kitabın son şeklini görmediğini duydum.
Yine de  “Bir Sır Adam,” çok ilginç bir kitap! Özellikle İlter Kırmızı’nın belgeleri çok değerli ama ne yazık ki çok ciddî hatalar var. Özellikle Geçitkale - Boğaziçi ile ilgili öyle hatalar var ki!
Ne yazık ki yakın tarihimizin dönüm noktalarından biri olan bu olay için yazılanlar az ve çoğu kez yanlış! Ben hem o yörenin insanıyım, hem 15 Kasım 1967’de oradaydım. Üstelik bu konudaki kaynakları da çok büyük oranda inceledim. Anılarımı da kitaplaştırdım. Bu bakımdan hataları düzeltmek için olabildiğince çaba harcıyorum.

***

“Bir Sır Adam”ın   “Köfünye/Geçitkale Aytotro Boğaziçi Çarpışmaları” (sayfa 451- 464) bölümünde de küçük görünen çok ciddi yanlışlar var. Birkaçını sayacağım:   
451’inci sayfada “Köfünye’nin 8-9 km uzağında olan Aytotro/Boğaziçi’nde” ifadesi var. Yanlış çünkü iki köy arasındaki mesafe yaklaşık 3 km.’dir.  Aynı sayfada “köyün girişine inşa edilmiş bir depo”dan söz ediliyor. O da yanlış, öyle bir depo yoktu.
Yine aynı sayfada, Boğaziçi/Aytotro’dan söz edilirken, “köy tam ortasından bir dere ile doğal olarak bölünmüştü. Derenin doğu tarafında Rumlar, batı tarafında Türkler yaşıyordu” denmektedir. Yanlış! Rum Mahallesi derenin batısında idi, doğusunda değil!  Türk Mahallesi ise derenin hem doğusunda hem batısındaydı. Derenin doğusunda yalnızca dağınık olarak az sayıda Rum evi vardı.
“Köyün Kıbrıslı Rum sakinleri, köyden çıkmak veya girmek için hem bu köprüyü hem de Kıbrıslı Türklerin yaşadığı bölgeyi kullanmak zorundaydı. Kıbrıslı Rumların yaşadığı taraf 1963 çatışmalarından sonra oluşan defacto durum nedeniyle çıkmaz bir sokağa dönüşmüştü.”
Yukarıdaki alıntı da 451’inci sayfada ve yanlış! Tam bir şehir efsanesi! Bu şehir efsanesinden, “Kıbrıs Yangınında Büyükelçilik” adlı kitabında Büyükelçi Ercüment Yavuzalp ile “Çılgın Türkler Kıbrıs” adlı kitabında Turgut Özakman da söz ediyor. Oysa köyün Rum sakinleri, köyden çıkmak veya girmek için ille de ne köprüyü, ne de Türklerin yaşadığı bölgeyi kullanmak zorunda değildi ve Rumların yaşadığı mahalle 1963 çatışmalarından sonra oluşan defacto durum nedeniyle çıkmaz bir sokağa dönüşmemişti. Tersine köyün iki ana girişinden biri, Rum Mahallesi’nde idi. Ayrıca başka alternatif yollar da vardı. Rum Mahallesi’ne giren yol daha uzak ve daha kötü idi ama kullanılmaz değildi. Nitekim kullanılıyordu da!      
 “Bölgedeki sorun görünürde Aytotro’da yaşayan Kıbrıslı Rumların köyden çıkmak için kullandıkları köprünün üzerinde Kıbrıslı Türkler tarafından kurulan barikatın kapatılması ve Kıbrıslı Rum polislerin rutin olarak yaptıkları devriyeye Kıbrıslı Türk askeri makamları tarafından artık izin verilmemesinden kaynaklanıyordu.”
Bu alıntı 456’ncı sayfada ve “külliyen yanlış,” ayrıca mantıksız ve saçma! Her şeyden önce köprü köyün giriş-çıkışında değil ortasında idi ve üzerinde hiçbir zaman barikat kurulmamıştı ve zaten askeri mantık açısından köprü üzerinde “kabak gibi açıkta” olacak bir barikat kurma gibi saçma bir işi olamaz. Kaldı ki köprü “yeşil hat”tı ve BM Barış Gücü tarafından denetleniyordu.  
“Sorunun Kıbrıslı Rum polislerin rutin olarak yaptıkları devriyeye Kıbrıslı Türk askeri makamları tarafından artık izin verilmemesinden kaynaklandığı” yönündeki ifadenin de gerçekle ilgisi yoktur. Sorunu uzun uzun anlatmam gerekir ama bir köşe yazısı buna olanak vermez. Bu bakımdan şu kadarını söyleyeyim; Öyle bir şey yoktu. Boğaziçi Türk Mahallesi”nden geçen o yol, 1964’de sıcak çatışma ortamında kısa bir süre dışında sivillere hiç kapatılmamıştı. Yol polis ve askerlerin geçişine de açıktı ama üniformasız ve silahsız olarak! Ve Rumlar, bu bağlamda rutin Rum polis devriyeleri de buna uyup devriyelerini sivil kıyafetle ve silahsız (ya da silahlarını saklayarak) yapıyordu.
Sorun, yıllarca süren uygulamadan sonra Rum tarafının üniformalı ve silahlı geçme isteklerinden kaynaklanmıştı. Yunanistan’daki Albaylar Cuntası, saygınlık kazanıp elini güçlendirmek için Enosis’i gerçekleştirmeyi aklına koymuştu ve Geçitkale- Boğaziçi’nde Türkiye’yi sınamaya karar vermişti. Olup biten buydu.
Kitaptaki şu sözlere bakınız: “Gerilimin devam ettiği ve Rum polis devriyesine geçiş izni (verilen) bir günde Grivas da Aytotro/Boğaziçi köyünün Kıbrıslı Türklerin yaşadığı bölgesine geçerek köylülerle konu hakkında görüşmüştü.” (Sayfa  456)
  “Ne alâka” dedirten tam bir usturuplu yalan! Grivas 14 Kasım günü Rum Mahallesi’ne gitmişti, Türk Mahallesi’ne değil! Traktörle köye dönerken Rum askerleri tarafından yakalanan birkaç Türk köylüsü, köy kilisesi yakınlarında Grivas’ın karşısına çıkarılmıştı. Grivas onlarla “konu”yu görüşmedi, “liderlerinize söyleyin, bize karşı koyarlarsa kafaları koparılacak ve burasını kan gölüne dönecek” diye mesaj gönderdi. Köylülerden biri olan rahmetli Mehmet (Çiçekseven) çok iyi Rumca konuşurdu. Bu bakımdan mesajı iyi anladı ve serbest bırakılınca Boğaziçi/Aytotro’nun Türk Mahallesi’ne geçti ve geçmez köy karargâhına gidip durumu anlattı.
Sayfa 459’da, saldırılar başlayınca silah altındaki erkeklerin neredeyse tamamının; kadın, yaşlı, çocuklar ve de cephede bırakılan çocuk askerlerle birlikte Komutanı da köyde bırakarak civar köylere kaçtığı belirtiliyor.  Anlatıma göre, mücahitlerin tümü, organize olarak sivillerle komutanı terk ederek yakın köylere kaçtılar. Oysa çok üstün kuvvetlere karşı direnişimiz kırılınca, herkesin başının çaresine bakmasını Komutan emretmişti ve iki köyün 320 mücahidinden yakın köylere çekilenlerin sayısı 80 kadardı. Bu 80 mücahit, organize olmadan küçük gruplar halinde hareket etmişti. Zaten, 20 metre ötenizdeki mücahitle bile iletişim kurulamayan o korkunç savaş ortamında öylesine bir organize hareket akla mantığa uymaz.

***

Görüleceği gibi Geçitkale/Köfünye – Boğaziçi/Aytotro konusunda tam bir “çuvallama” söz konusu ama gelin görün ki bu çuvallamanın ayırımında olanlar çok ama çok az ve yarın birileri çıkıp bu çuvallamaları gerçek gibi yazarak Atatürk’ün dediği olacak!’ 
Atatürk’ün, tarih yazmanın tarih yapmak kadar önemli olduğunu ve yazanın yapana sadık kalmaması durumunda, değişmeyen gerçeğin insanlığı şaşırtacak bir biçime dönüştüğünü belirten sözleri ne kadar da isabetli!