21 Aralık 1963, Kıbrıs ve Kıbrıs Türkleri için bir milattır. Bu olayı ya da bilinen diğer adıyla Kanlı Noel’i en veciz biçimde anlatanlardan biri, dünyaca ünlü, bir ara NOBEL’e de aday gösterilen Prof. Dr. Vamık Volkan’dır. Volkan’a gore, bu tarihte Akritas Planı denen cinai bir tasarı hayata geçirildi. Plan, mümkün olan en kısa zamanda, dışarıdan müdahalenin mümkün, muhtemel ya da yerinde görülmesine fırsat bırakmadan, bir iki gün içinde Kıbrıslı Türkler’den gelecek her türlü direnişi bastırarark ortaklık hükümetini yıkmak suretiyle ENOSİS’i gerçekleştirmekti.
Vamık Volkan bu saptamayı Amerikalı bilim insanı Norman Itzkowitz’le birlikte yayımladığı Türkler ve Yunanlılar Çatışan Komşular adlı kitabta yapar. (Vamık D. Volkan ve Norman Itzkowitz; Türkler ve Yunanlılar Çatışan Komşular, İstanbul: Bağlam Yayınları, Mart 2002, s.175)
ÖNCESİ VE SONRASIYLA
21 ARALIK 1963
21 Aralık 1963’ü (ya da Kanlı Noel’i) besleyen Enosis hayali süreci, 1796’da, Kıbrıs’ın da parçası olduğu düşsel Büyük Yunanistan haritasının basılması ile su yüzüne çıkmıştı. Su yüzüne çıkmıştı diyorum, çünkü potansiyel olmasa o haritanın ortaya çıkması mümkün olmazdı.
Bu sayfada yeri geldikçe Enosis hayalinin geçirdiği süreçlere değiniyorum. Bu bağlamda, kaçınılmaz olarak yinelemeler de yapıyorum. Çok kısaca söyleyecek olursak, bu hayale şiddetle/terörle ulaşmak için 1 Nisan 1955’te başlatılan süreç Kıbrıs Türkleri’nin direnişi ve 1958’de adanın kanlı bir iç savaşa gitmesi dolayısıyla ABD, İngiltere ve NATO’da yarattığı rahatsızlık sonucunda, 1960’da ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması sonucunu doğurmuştu. Aslında, Zürih ve Londra Anlaşmaları ile iki toplum ve bu iki toplumun siyasal eşitliği temelinde, Türkiye, Yunanistan ve Türkiye’nin garantörlüğünde fonksiyonel federal devlet olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, Makarios ve Kıbrıs Rumları bakımından, “ENOSİS için sıçrama tahtası” anlamı taşıyordu. Ne var ki doğrudan doğruya Enosis”e varma potansiyel güçlükler taşıdığından, başlangıçta belki bilinçli ve planlı olmasa da Rum politikası, her dönemde “Kıbrıs’ın tek egemeni olmayı” hedefledi.
Kıbrıs’ın tek egemeni olma, Kıbrıs Türkleri’nin ortaklık haklarını budamaktan geçiyordu. 1963’te Anayasanın 13 maddesinde istedikleri değişiklik buna yönelikti. Kanlı Noel, Anayasa’nın 13 maddesinde öngördükleri değişiklikler reddedilince, artık tarihi bir belge olan Akritas Planı ile hayat buldu ve Rumlar, Kıbrıs Hükümeti’ne fiilen el koydular.
Ne yazık ki Türk tarafının “inanılmaz bir gafletle” onay verdiği 4 Mart 1964 BM Güvenlik Konseyi kararı ile Rumlar, uluslararası camia nezdinde “Kıbrıs Hükümeti” sıfatını pekiştirdiler. Oysaki aslında ve özünde o karar, adı konmamış bir “darbe”nin, yani hukuksal temelden yoksun bir hükümete/devlete zorla el koymanın onayından öte bir şey değildi.
O karar, Kıbrıs’taki “hükümet” sorununa “geçici” bir çözüm getiriyor; tarafların, uluslararası hukuk belgeleri (Zürih ve Londra Anlaşmaları) ile bu belgelere dayalı Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’ndan kaynaklanan “meşru” haklarını devam ettiriyordu. Oysa Rum - Yunan tarafı, o karardan sonra yalnız “Kıbrıs Hükümeti” değil, “Kıbrıs’ın Devleti” olma stratejisi ile hareket etti. Nitekim sonuçta da Kıbrıs’taki “hükümet” sorununa “geçici” bir çözüm getiren 4 Mart 1964 BM kararını tersine çevirerek, tek başına “Kıbrıs’ın Devleti” olma yolundaki politikayı uygulamaya başlayıp bu yönde adım adım ilerlediler.
1964 - 1967 arasında bu işi zorla, silahlı güç kullanarak bitirmeye çalıştılar. Bu stratejinin “kayaya toslaması” anlamındaki 15 Kasım 1967 Geçitkale/Köfünye – Boğaziçi/Aytotro saldırısı öncesinde Rum tarafı, BM ile yaptığı görüşmelerde, konunun “egemenlik sorunu” olduğunu ve bundan dolayı “güç kullanma hakkı olduğunu” iddia ediyordu.
Bu “kayaya toslama,” Makarios’a taktik değişikliği yaptırdı. Artık zamana oynanacak, bu iş silahla değil, politikayla/diplomasiyle yapılacaktı. 15 Temmuz 1974 darbesi, Makarios’un bu politikasını kabul etmeyip “hemen Enosis” peşinde olanların (Yunan cuntası ile EOKA artıklarının) işiydi ve bu da 20 Temmuz 1974’te ikinci kez kayaya tosladı.
20 Temmuz 1974 sürecinde, altında Yunanistan ve Kıbrıs Rumları’nın imzası olan “iki fiili yönetim” saptaması yapılmasına karşın Rum tarafı hedefinden hiç şaşmadı.
Bütün bu süreçte bir tek Avrupa Konseyi, fiili durumu başlangıçta kabul etmedi ama zaman içinde o da tutum değiştirdi.
Bana göre Türk diplomasisinin başka bir başarısızlığı ya da gafleti olan “Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesine karşılık Rum Yönetimi’nin AB üyeliğine göz yumulması” olayı, sözünü ettiğim Rum - Yunan stratejisinin somut başarısıdır. AB, kendi en temel değerlerini çiğneme pahasına, bile bile buna alet oldu. Tabii her zaman ve her ortamda olduğu gibi, esas “numarayı çeken” İngiltere idi.
Rum tarafı, AB üyeliği ile amacına daha da ulaştı ama yine de “ne olur ne olmaz hesabıyla” “Kıbrıs’ın Devleti” statüsünü daha da ileri götürecek hedeflerden şaşmadı.
Uzun uzun anlatmaya gerek yok! Aslında sürekli olarak “ateşle oynama pahası”na tırmandırdıkları “petrol ve doğal gaz” konusu da aynı stratejinin bir parçasıdır. Bu badireyi de hedefleri doğrultusunda aşarlarsa, tek başlarına Kıbrıs Cumhuriyeti sahipliği konusunda önlerinde engel kalmayacak.
RUM HEDEFLERİ ÖZDE
HİÇ, AMA HİÇ DEĞİŞMEDİ
Rumlar’ın 50 yıllık görüşme sürecinde hiç değişmeyen hedefleri, onları, Enosis’e giden yolda tek başlarına “Kıbrıs’ın Devleti" yapmaya yönelik stratejilerini ilerletme yönünde oldu ve şunları sağlamaya çalıştılar:
-Rum Cumhuriyeti’ne dönüşen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “münhasır meşruiyetini” sürdürmek;
-Anayasal değişiklik anlamına gelecek bir anlaşma ile “sözde” iki toplumlu federal bir yapılanma içinde Kıbrıs Rum egemenliğinin Kıbrıs Türk Halkı ve Kuzey Kıbrıs’a uzatılmasını sağlayarak süreç içinde Kıbrıs Türkleri’ni azınlık durumuna düşürmek;
-İki kesimliliği anlamsızlaştırarak Kıbrıslı Türkleri coğrafi zeminden yoksun bırakmak;
-1960 Garanti Sistemi’ni ortadan kaldırarak hem Kıbrıslı Türkleri etkisiz hale getirmek, hem de Türkiye’yi Kıbrıs’tan uzaklaştırmak.
Böylece sahiplendikleri Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bizi de yamayarak ve böylece Türkiye engelini de aşarak “Kıbrıs’ın Devleti” olma hedefine son noktayı koyacaklarının hesabı içinde oldular. Israrla “Kıbrıs Cumhuriyeti” ve egemenlik vurgusu yapmalarının nedeni, hesap ve hedefi budur. Bunu yaparken, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni aslında bir “darbe”yle, yani haksız/hukuksuz biçimde sahiplenmelerinin yarattığı avantajı, Ada’nın eşit sahibi Kıbrıs Türkleri’ne karşı diplomatik bir silah olarak kullanmaktan çekinmiyorlar. Hem de çoğu kez anlamsızlık ve orantısızlığın ötesinde şımarıklık, pişkinlik, küstahlık, içtensizlik ve tahammülsüzlükle yapıyorlar bunu! Tabii ki ABD, İngiltere, AB ve diğerlerinin göz yumması ya da sırtlarını sıvaması, çok büyük olasılıkla teşvikiyle!
SON OLARAK
Türk tarafının kurulacak federasyonun yeni bir devlet olması yönündeki yaklaşımının özünde, Rum tarafının hedeflerinin önünü kesme vardı. Görüşme sürecinin İsviçre’de çökmesinden sonra Türk yetkililerinin, KKTC Cumhurbaşkanı’nın ve diğerlerinin, Rum tarafı için yaptıkları değerlendirmelerin özü de aslında benzerdi ve görüşmelerin aynı parametrelerle sürdürülemeyeceği yönünde idi. Buna karşın, hâlâ daha görüşmelerin kaldığı yerde başlaması ümidini taşımanın ve bunu istemenin mantığını anlamak zor!
Hiç, ama hiç kuşkum yok, Türk tarafı böyle bir gaflete düşerse, bunun anlamı 50 yıldır ağzında olan “yalancı meme”yi emmeyi sürdürmesinden başka şey olmayacaktır.
Mücadele ve şehitler haftası dolayısıyla bu düşüncelerimi paylaşırken “21 ARALIK (1963)” ya da “KANLI NOEL” BİR DAHA YAŞANMASIN” dileği ile, tüm şehitlerin anısı önünde saygı ile eğilir, gazilere ve mücadele arkadaşlarıma sağlık ve esenlik dilerim.