“Acılarla beslenmek” bir yerde toplumsal ve psikolojik yapımızla ilgilidir. Dünya ülkeleri arasındaki kültürel farklılıklar, elbette ki acılarda sevinçlerde, hatta mutluluklarda kendini gösteren bir görünümdür.
Doğu ile batı ülkeleri arasındaki tezatlar, gerçekten acılarla sevincin ayrışımında kendini gösterir.
Zaman zaman gözümüze çarpan bazı bilimsel yorumlar bize “acıların da insan ruhunu beslediği” intibaını verir. Yani acı duymaktan zevk almak diye de yorumlayabiliriz.
Türkiye’nin ünlü psikiyatri profesörü Özcan Köknel, bundan iki yıl önce bir gazetenin araştırma yazarına verdiği mülakatta aynen şu ifadeleri kullandı:
“Melankolik bir milletiz ve acılarla besleniyoruz.”
O etkileşimle ben de bir yorum yapma ihtiyacı duydum acıyla sevinç üzerine. İyi de olmuş... Bu tür bilimsel araştırma yazılarını saklama adetimden olsa gerek ki bu mülakat uzun süre sonra elime geçmiş. Hayli de ilginç bir mülakattı esasında o profesörün sözleri.
Bir de şu sözleri etkiledi beni diyebilirim:
“Acıdan beslenen, hatta keyif alan bir yönümüz var. Çözüm bulamadığımız zamanlarda hüzne sarılıyoruz.”
Türk insanına baktığımızda bu durumu görmemiz mümkün. Türkiye, gerek coğrafi, gerekse kültürel anlamda tam da doğu ile batı arasında bir konumda olan ülkedir. Yani acılarla sevinçlerin terazisinde acının daha bir ağır bastığını görebiliriz.
Mesela Arap ülkelerinde birisi vefat ettiğinde cenazelerde paralı ağıt yakan kadınlar tutulur ve bu işi paraya döken kadınlar o acılı insanların duygularını kamçılamak veya acılarını beslemek için ağıt yakarak çığlık atarlar. Bu tür kültürel alışkanlıkları defaten yazın hayatımızda görmüşüz. Sanırım Türkiye’nin değişik yörelerinde paralı ağıt yakıcılar vardır diye anımsıyorum.
Kırsal yöre insanları acılarını daha bir dışa vurur ve insan yüreğini parça parça eder. Gözyaşları sel olup akar. Çığlıkları ayyuka çıkar. Ta ki cenaze toprağa verilinceye kadar.
Türk insanının, özellikle kırsal yöre insanlarının bir başka adeti de, cenazeden dönen o kalabalığa ölü evinde mükellef bir ziyafet verilmesidir. Sanırım bu adet de şamanlardan gelen adetlerden birisidir.
Hani deriz ya...
“Bu dünyanın acılarından kurtuldu” diye.
O ziyafet de o amaca yöneliktir bence.
Şayet duygulardan uzak ve mantıkla düşünürsek, belki de o düşünce daha doğrudur. Yani ağladığımızda, çığlıklar attığımızda, kaybettiğimiz insan geri gelebilir mi? Gelmez. Sanki arkada kalanların ölen insanın arkasından atılan çığlıklar, ölen insana karşı kendilerini kanıtlama gibi bir görünüm veriyor.
Yani o profesörün ifade ettiği gibi, “Acılarla besleniyoruz.”
Bir de batının acılarla sevinçlerini görelim...
Acaba batı, doğu insanından daha mı bir mantıklı veya daha mı duyarsızdır?
Bence batı insanı, acılar karşısında üzülseler de, her zaman mantıkları ile hareket ederler. Duyguları daha bir arka planda kalır.
Bir aileden çok sevdikleri biri öldüğünde üzülmezler mi? Üzülürler elbette ama doğu insanı gibi yırtınıp yerlerde debelenmezler, günlerce, haftalar ve aylarca, belki yıllarca matem tutmazlar.
Ölen insanın cenazesinde bütün kadınlar ve erkekler siyah elbise giyerler. Özellikle kadınlar siyah şapka giyerek yüzlerine de bir tül peçe indirirler. Buna ilaveten kuaföre bile giderek bir güzel makyajlarını yaparlar. Ölenin arkasından da sohbet ederek mezarlığa giderler. Eve dönüşse, sanki hiçbir şey olmamış gibi bir görünüm içinde olurlar. Defin sonrasında da televizyonlarını açarak izlemekte oldukları dizi programlarını veya müzik programlarını izlemeye devam ederler.
Mesela zaman zaman ada dışında vefat eden Kıbrıslıların ceviz bir sandukada gelen cenazelerinde, tabut üzerindeki cam bölmeye baktığımızda sanki o ölenin sandukada doğal haliyle uyur gibi bir götünüm verdiğini görürüz. Yanaklarındaki pembelik ve dudaklarındaki ruj izleri görülemeyecek ama doğal algılanacak kadar ustalıkla yapılmış bir makyajdır. Bu da batı kültürünün bir diğer şekli.
Bir yerde batı insanları, “Hayat gerçeklerini kabul ederek hayata, kaldıkları yerden devam ederler” de diyebiliriz. Adeta “Ölenle ölünmez” ifadeleri ile örtüşüyor davaranışları.
Esasında olaya psikolojik ve toplumsal travmalar bağlamında yaklaşmaya çalıştım, kültürel örgü içinde. Lakin insanların “acılarla beslenmesi” hiç de yalan veya yanlış değildir.
Şu anda yaşadığımız koronavirüs sürecinde bütün dünyanın çok büyük acılar yaşadığını ifade ederken, bütün insanların acılarla beslenmekte olduğunu söylemek yanlıştır bence. Çünkü yaşanan bu kadar büyük ve geniş bir yelpazede ölümlerin değiil acılarla beslenmesi, hayatta kalabilmesi önem kazanıyor, psikolojik yıkım ve travmalarla beraber. Çünkü bu süreç, bireysel değil, toplumsal bir süreçtir.
Bilimsel içerikli bu yazımda “acılarla beslenme”yi dile getirirken, hayatın çok güzel olduğunu ve hayata pozitif bakmamız gerektiğini ifade ediyorum, naçizane bir şekilde.