97 yıldır hür ve bağımsız yaşamanın keyfini sürdüğümüz ülkemizde bugünleri borçlu olduğumuz ULU ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK; en büyük eserim diyerek övündüğü ‘’Türkiye Cumhuriyetini’’ bu cumhuriyeti kuran halkına yani bize emanet ederken; her türlü ahvalde güvendiği Türk ulusuna seslenerek:
‘’ Ey yükselen yeni nesil Cumhuriyeti biz kurduk onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz’’ ifadesi ile istiklal savaşımız sonrasında kurmuş olduğu devletimizin sonsuza değin yaşatılmasını Türk Gençliğine emanet etmiştir.
Genç Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinde Kemalizm’in tüm devrim nitelikleri vardır. Halen tüm gerçekçiliği ile ışıl, ışıl parlamakta olan bu nitelikler, günümüzün emperyalist ve dinci kuşatmalarına karşı en güçlü engel olarak; dünyanın dört bir yanında bağımsızlık mücadelesi veren mazlum milletlere yol göstermeye, ışık olmaya devam etmektedir.
‘’TEBAA’’ olmanın verdiği boynu büküklük ile her türlü baskıya katlanarak: ’’Sen Çok Yaşa Padişahım’’ cümleciği ile yanıt vermekten başka yapacağı hiçbir şeyi olmayan insanlarımızı millet vasfına taşıdığı yolda;
Vatan Topraklarımız: Yunan’ı, İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı tarafından işgal altında iken bu emperyalist devletlerin silahlı güçlerinin süngüsü ile paramparça edilen bizden önceki nesillerin evlatlarını, bu mukaddes vatan topraklarını işgal eden düşmandan kurtarmak için yola çıkan Mustafa Kemal’in ülke üzerine çöken bu kâbusu, bu karabasanları dağıtırken güvendiği tek bir şey vardı:
Türk insanının en büyük hasleti olan VATAN SEVGİSİ…
İşte o yüce insan ve silah arkadaşları Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Afyonkarahisar’da, Sakarya’da ‘’MEHMETÇİĞİN’’ o muzaffer süngüsü, süvarilerinin zafere koşan nal sesleri ile düşmanı denize döktükten sonra geçen süreçte; devletimizin kuruluşuyla birlikte ve şu anda özgürce yaşamanın, laikliğin, demokrasinin tüm nimetlerinden faydalanarak; bugünün gelişen Türkiye’sinde kazançlarına kazanç katarak türlü mevkilerden nemalanan Atatürk karşıtları şu gerçeği hiçbir zaman unutmamalıdırlar:
Elde ettikleri tüm kazanımlarını; vatanın kurtuluşu için hayatlarını hiçe sayarak şahadet mertebesine erişen bizden önceki nesillere, bu nesillere olan sarsılmaz inancı, idealleri, inançları ama her şeyden önemlisi bu devletin kuruluş felsefesini ortaya koyarak önderlik yapan ATATÜRK’E ve onun ilke ve inkılaplarına borçludurlar.
Günümüzün Türkiye’sine baktığımızda 97 yıldır yaşananlar, Cumhuriyetin tüm kazanımları, bu ülke için bizden önceki nesillerin vermiş olduğu mücadeleler, yoksulluk yılları, vatan için feda edilmiş canlar, kısacası bizden önceki nesillere ama en çok da Atamıza borçlu olduğumuz unutulmuşçasına, bu gerçeklerin tamamı bazı çevrelerce bir kalemde silinmek istenmektedir!
Bu o kadar kolay mıdır?
Gerçekten başarılabilir mi?
Yıllar öncesi bu toprakları işgal ederek ülkemizi parçalamak isteyen devletler; bu defa AB adı altında sınırlarımızdan içeriye girmişler; sizi Avrupalı yapacağız, bir Avrupa ülkesi olacaksınız hikâyeleri ile önümüze konan müzakere başlıklarıyla Sevr’i hortlatmaya, türlü oyunlarla bu emperyalist dayatmaları Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışmaktadırlar!
Anlaşılan odur ki, 24 Temmuz 1923’de Lozan’da aldıkları ders; tarihleri kanlı bu işgalcilere yetmemiştir! Türlü terör odakları, FETÖCÜ hainlerle birleşen bu şer güçleri ülkemize yönelik türlü ihanetler peşindedir!
Bu gelişmelerin yanı sıra Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde hayata gözlerini kapadığı andan beri, onun ilke ve inkılaplarını ortadan kaldırmak, adını unutturabilmek için her fırsattan istifade edenler; bugün artık hiç çekinmeksizin hareket etmekte, her şeyimizi borçlu olduğumuz o insanlık tarihine bir daha gelmeyecek olan dâhiye en büyük haksızlığı yapmaktadırlar.
Günümüz Türkiye’sinde her fırsatta Atatürk’e dil uzatmak adeta alışkanlık haline gelmiş! Kimi siyasilerin söylemleri, kimi köşe yazarlarının kaleme aldıkları yazılar yetmezmiş gibi, sosyal medya hesaplarında karalayıcı söylemlerle Atatürk’e dil uzatanlar giderek çoğalmıştır.
Ayasofya’nın ibadete açıldığı gün okunan Fetih hutbesinin içeriğindeki ‘’vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar’’ cümleciğinin adeta seçilmişçesine okunması; bu mabedi müze yapan Atatürk’ün ismi söylenmeden ona yapılan bir gönderme olarak algılanacağı bilinmez midir?
Hâlbuki bu hutbeyi okuyan Diyanet İşleri Başkanı, İstanbul’un fethini gerçekleştiren Fatih Sultan Mehmet Han ile birlikte İstanbul’u düşman işgalinden kurtaran Atatürk’e de rahmet okusa, onun da ismini ansa daha güzel olmaz mıydı?
En nihayetinde son günlerde kimilerince 5816 sayılı Atatürk’ü koruma kanunun dahi kaldırılmasının gerektiği talep edilecek kadar ileri gidilmiştir!
Bu nasıl bir hezeyandır?
Ancak yaşanan bu olumsuz gelişmelerin temelinde Atatürk’ün hilafeti kaldırarak; din işleri ile devlet işlerini ayırmış olması, insanlarımızın inançlarını suiistimal ederek din üzerinden ceplerini dolduran yobazları, din bezirgânlarını ilke ve inkılaplarıyla tarihe gömmesi yatmaktadır.
Atatürk’ün Cumhuriyet Türkiye’sini laiklik temeline oturtmasını bir türlü hazmedemeyen çevreler, onun içindir ki, özellikle bugün Atamıza dil uzatmaktan hiçbir şekilde çekinmemekte, hatta Ayasofya’nın ibadete açılmasının ardından bazı yayın organlarında, sosyal medyada hilafet çağrıları yapmak gafletinde dahi bulunabilmektedirler!
Ancak, bu çağrılar AKP hükümetini de rahatsız etmiş olacak ki, hükümet sözcüsü Ömer Çelik:
‘’Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hepimizin ortak çatısı olduğu, hilafet çağrıları ile siyasal kamplaşma üretmenin yanlış olduğu, Cumhuriyetimizin sonsuza değin payidar kalacağı.’’ Açıklamasını yapmıştır.
Günümüz dünyasında ve ülkemizde yaşanan Korona salgınının onca olumsuz etkisi varken, içte ve dışta ülkemizi sarmalayan halledilmesi gereken çok önemli meseleler dururken, milyonlarca okumuş genç insanımız sokaklarda işsiz dolaşıp, milyonlarca vatandaşımız açlık sınırında yaşarken; bu acımasız gerçeklere hep birlikte çözüm üreteceğimiz yerde; Atatürk’e, silah arkadaşlarına cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine dil uzatmak nedendir?
Ay Yıldızlı Al Bayrağımız altında hür ve bağımsız yaşadığımız ülkemizde minarelerimizden beş vakit okunan ezan sesleri ile özgürce ibadetimizi yapabiliyorsak eğer, bu önemli gerçeği de Atatürk’e borçlu olduğumuz unutulmamalıdır.
Atatürk’le ilgili olarak kim ne derse desin! Kim hangi açıklamayı yaparsa yapsın! O büyük dâhinin tarih sayfalarına kazıdığı gerçek asla değişmeyecek, değiştirilemeyecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu, bizleri tebaa olmaktan, millet vasfına taşıyan Atatürk’ün ilke ve inkılapları Türkiye’yi bir güneş gibi aydınlatmaya devam edecektir.
Ve o güneşi balçıkla sıvamaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.