Atatürk’ün Cumhuriyet Türkiyesi Yüz Yaşında

İki gün önce, 29 Ekim 2023 günü, Atatürk’ün en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılını kutladık.
Türk ulusal bayramlarının bu bağlamda 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın, bize 20 Temmuz 1974 sonrasında dayatıldığını “zırvalayanlar” var. Oysa bu bayramları hep bizim bildik ve  -İngiliz sömürgecilere karşın- coşku ile, mutlulukla, bilerek ve isteyerek kutladık. Doğup büyüdüğüm Güney’deki Boğaziçi /Aytotro köyünde ulusal bayramlarda, önde Türk bayrağı, boru trampet eşliğinde yürünerek futbol sahasına gidildiğini, orada konuşmalar yapıldığını, çeşitli oyunlar oynandığını, şiirler okunduğunu çok iyi; babamın efe kıyafetleri içinde zeybek oynadığını ve Güney’deki evimizde onun efe giysili bir resmini hayal meyal hatırlıyorum.
Rahmetli Hüseyin Dayım, ben doğmadan, 10 Kasım 1938 günü gemi ile Londra’ya gidecekti. Atatürk öldüğü için gidemedi ve bu olay nenemin/dedemin evinde hep konuşuldu. Çocuk aklımla Atatürk’ün ne kadar büyük ve güçlü bir kişi olduğunu düşünürdüm bu konu konuşulurken! Köyde uzun süre muhtarlık yapan Hasan Dedem’den de çok duydum  Atatürk’ü! Arkadaşları ile özellikle Atatürk’ü öven konuşmalarını da anımsıyorum.
Babamın amcası Hüseyin Kolat, Lozan’dan sonra Kıbrıs’ı terk edip Türkiye’ye göç edenlerdendi. Yıllar sonra yedi çocuğu Türkiye’ye yerleştikten sonra adaya dönüş yaptı. Uzun uzun bize Türkiye’yi, Atatürk’ü, İnönü’yü, Ankara’yı anlatır, biz de hayranlıkla dinlerdik.
Köyümde yılda birkaç oyun sahnelenirdi. Sahneleme, çoğu kez ulusal bayramlardan birinin gecesinde yapılır, oyunlar daha çok ulusal nitelikli, Türk Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet konulu olurdu. Romancılığı, öykücülüğü ve oyun yazarlığı ile derin izler bırakan Hikmet Afif Mapolar’ın, Kurtuluş Savaşı’nı, Cumhuriyet’i, Ankara’yı ve Atatürk’ü destansı bir biçimde anlatan Duman, Meşale, Mucize ve Altın Şehir adlı oyunları; benzer konuları içeren Osman Talat Alkan’ın Yüksel, ilkokul öğretmenim Talât Yurdakul’un İzmir’e Girerken oyunları, neredeyse tüm köy halkı ile civar köylerden gelenlerce heyecanla, coşku ile, alkışlarla izleniyordu.
İlkokul, ortaokul ve lisede öğretmenlerimizin Atatürk ve Cumhuriyet için anlattıkları da var. Üniversite’yi, Atatürkçülük ve Cumhuriyetçiliğin (demokrasinin) beşiklerinden biri olan Mülkiye’de okudum.
Şunlar da var:
13 Ekim 1930’da yapılan Kavanin (Yasama) Meclisi seçimlerinde, Kemalistlerle İngilizciler’in Kıbrıs Türkleri nezdinde açık bir savaşıma girdikleri tarihi bir seçim olayı da vardır.  Seçimi “Halkçılar” grubu olarak Kemalistler kazandı ve İngiliz yönetiminin açıkça desteklediği Evkaf Müdürü Sir Münir, Kemalistler’in adayı Necati Özkan karşısında seçimi kaybetti.
Zürih Londra Anlaşmaları ile onlara dayalı 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasası da bizden “Türk” diye söz eder ve Türk Bayrağı ile bayramlarını “bizim” sayar. Unutmadan söyleyeyim o Anayasa hem AB’nin de hukukudur, hem Uluslararası Hukuk’un (!) bir parçasıdır. 
Yani Cumhuriyet Bayramı’nın bize 20 Temmuz 1974 sonrasında dayatıldığı, gerçek anlamda “zırva,” “cehalet,” “softa şaşırtması gibi bir şey”ya da düpedüz sahtekarlık ve de yalandır.
 ***
Kıbrıs Türkleri, Osmanlı’dan koparıldılar ama “Osmanlı” kimliğinden koparılamadılar ve oradaki gelişmeleri bu bağlamda Jöntürk, İttihat Terakki, İslâmcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük, Turancılık akımlarını yakından izlediler; Türk Kurtuluş Savaşı ile özdeşleştiler. Anadolu’ya geçip Türk Kurtuluş Savaşı’na katılan Kıbrıslı Türkler var. Çeşitli kampanyalarla toplanan yardımlar Ankara’ya ulaştırıldı. Yardım amacıyla para toplanması için başvurulan yöntemlerden biri oyunlar sahnelemek, müsamereler düzenlemekti. 1919-1922 arasında Kıbrıs’ın çeşitli kentlerinde ve köylerinde bu amaçla yaklaşık 80 oyun sahnelendi. Bütün bunlar için güvenilir bilimsel kaynaklar vardır.
 Lozan Antlaşması imzalanınca, Kıbrıs Türkleri yeniden Türkiye’ye bağlanma umudunu yitirerek bir travma yaşadılar. Anadolu’ya toplu göçler yaşandı. Kıbrıs’ta kalanlar, Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i adım adım izlediler ve özümsediler. “Osmanlı” ve “İslâm” kimliği yerine, Türk kimliğini ön plana çıkardılar. İngiliz Sömürgeciler, işbirlikçileri ile birlikte Kıbrıs Türkleri’ni  “Müslüman azınlık” kimliğinde tutmak için 1940’lı yılların sonunu kadar baskıcı ve ayırımcı politikalar uyguladılar ve Atatürk devrimlerinin uygulanmasını önlemeye çalıştılar. 1940’lı yılların sonuna kadar da Türk kimliğini reddettiler. Türkiye Cumhuriyeti bayramlarında Türk okullarında Mustafa Kemal’in resimlerinin ve Türk bayrağının asılmasını yasakladılar.  Kemalist öğretmenlerini, fesi çıkarıp şapka giymeye başlayan devlet memurlarını cezalandırdılar. Şeriatı ısrarla korudular.
İngiliz Sömürgecilerin tüm engellemelerine karşın,  kimliğini “Müslüman cemaat” olmanın ötesine taşıyan, bugüne kadar yok olmamak için silahlı direniş dahil varını yoğunu ortaya koyarak her türlü direnişi gösteren ruhu, inancı, azmi, gücü, kişiliği ve kimliği Kıbrıs Türk Halkı’na kazandıran bu süreçtir. Eğer Atatürk ve Atatürk’le ilgili kavramlar bizi harekete geçirmeseydi, Kıbrıs Türk kimliği başka bir mecrada gelişebilir, belki de tarihe karışır ya da bugün Yunanistan’ın Batı Trakya’daki Türk azınlığa bakış açısına benzer bir “Müslüman azınlık” kimliğimiz süregiderdi.
Sözün kısası, Atatürk’le ilgili tüm kavramlar, Kıbrıs Türkleri için onur ve saygı duyulan, kimliğinin mayası ile sosyo-politik yapısında yeri olan “değerler”dir. Bunun ne hamasetle, ne milliyetçilikle, ne ideolojik saplantılarla ilgisi yoktur. Kıbrıs Türkleri, özümsedikleri Atatürk ilke ve devrimlerinin moral gücüyle Kıbrıs’ta Varoluş Savaşımı’nı daha bilinçli bir biçimde verdiler. Yakın tarihlerdeki direnişin ruhu ile moral kaynağının, büyük ölçüde Atatürk, Türk Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet Türkiyesi ve Atatürk ilke ve devrimleri olduğunu rahatça söyleyebilirim.
***
Batı emperyalizmine ilk kez dur diyen, Türk ulusunun bağımsızlığını emperyalizmin şerrinden kurtaran; tüm mazlum halklara ümit, biz Kıbrıslı Türkler’e varoluş savaşımımızda esin ve güç kaynağı olan Atatürk’ün en büyük eseri Türkiye Cumhuriyeti yüz yaşına ulaştı. Bizim kuşağımız, Atatürk’ün Cumhuriyet Türkiyesi’nin yüz yılının önemli bir bölümüne tanıklık etti. Tanıklığın ötesinde Atatürk’ü, onun ilke, düşünce, eserleri ile büyüdük. Atatürk’ü, Atatürkçülüğü içselleştirdik. Bu kuşağın bir mensubu olarak bundan onur duyuyorum.
Bu arada Atatürk’ün tüm tarih boyunca iz bırakanların en tepesinde olduğuna inananlardanım. Bu konuda “evrensel” çalışmalar yapıldığı ve Atatürk’ün en tepede olduğu sonucuna varıldığını da biliyorum. Hiçbir güç Atatürk’ü silemez ve onun yerine geçemez. Zaman zaman “falan ya da filan ülkenin Atatürk’ü” gibi şişirmeler/böbürlenmeler olur. Bizde de “Kıbrıs’ın/Kıbrıs Türkleri’nin Atatürk’ü” biçiminde şişirmeler/böbürlenmeler ortaya çıkar.
Yalnızca “boşuna gayret” demekle yetiniyorum.
Atatürk’ün “en büyük eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti yüz yaşında! Kutlu olsun! Daha nice “Atatürklü” yüzyıllara!