Ulu Önder Atatürk Türk milletinden bedenen ayrılışının üzerinden tam koca 82 yıl geçti. Ve her geçen yılla birlikte, bütün Türklerin gönlünde yüceldikçe yüceldi. O bedenen öldü ama bütün ruhu ve bütün benliği ile hala yüreklerimizde yaşıyor.
Atatürk’ü anmak ve O’nu anmak bir erdemlilik ve yüceliktir diye düşünüyorum. Onun gösterdiği yolda yürüdük ve hala yürüyoruz.
“Atatürk” erdemi ve yüceliği, gerçekte, “Ben bir Türküm” diyen her insanın var olmasında, sanki yüreğinde ve ruhundan fışkıran bir volkan ve bir lav gibi, kendini gösteriyor ve dinamik bir millet olmanın erkinde o dinamizmi var ediyor.
Bizler Türk insanı olarak ne kadar şanslıymışız ki, içimizden böyle bir korkusuz kahraman çıkmış ve asırlara meydan okuyan Osmanlı’dan arta kalan son vatan toprağını kurtarma başarısını göstermiş.
O, sadece vatan kurtarmadı. Vatan çocuklarına ve gelecek nesillere bir ışık, bir beyin, bir göz, bir kulak, bir umut ve enerji oldu diyebilirim.
Şayet “klişeleşmiş” 10 Kasım günlerindeki sözlerin ötesine uzanırsak; O’nun gerçek düşüncelerini bir akış içinde şu ifade etmeye çalıştığım “Atatürk enerjisini” bir kere daha düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum ben de.
Atatürk gibi kahramanlar ve kurtarıcılar kaç yılda bir gelir dünyaya? Milyonlarca insanın içinde nasıl kendini bulur? Kendi yolunu bulurken de kendi idealleri ile insanların hayatına girerek, yeni bir geleceğe kapı açar?
Hep bunları düşünüyorum, bir Türk evladı olarak.
Geçmiş Ankara ziyaretlerimde Anıtkabir’e uğradığımda adeta onun ruhu ve tüm benliği ile dolarım diyebilirim. O uhrevi ortamda, o yüce sütunlar arasında yatan yüce insanın tüm varlığı ile hatta duvarlara yazılan veciz sözleri ile O’nun bir sürüklenişinde gibi hissederim kendimi.
Bu bir abartı değildir. Bu, tüm benliğime dolan Atatürk sevgisi ve Atatürk düşünceleridir.
O’nun şu veciz sözü hala kulaklarımda tınlıyor, bandlardan verilen nutkundaki gibi.
“Ne mutlu Türküm diyene!”
Atatürk bu sözleri söylerken anlamını da biliyor ve gelecek nesillere güçlü bir Türklük aşısı aşılıyordu. Türk olmak onurdur, diyordu bir yerde. Türk olmak yüceliktir ve çağdaş dünyanın geleceğine imza atmaktır.
O’nun “muasır devletler seviyesine yücelme” ifadesi de o anlama geliyor bence.
Hayatımızın kesitlerinde, çocukluktan başlayan ve torunlarımıza kadar uzanan bir idealin izlerini görürüz. “BÜYÜK TÜRKİYE”yi yaratmak kolay olmadı.
Şayet bugüne kadar gitmemişseniz Çanakkale’ye, Çanakkale’ye gidiniz ve o duvarlar üzerindeki rölyefleri ve veciz sözlerle, Çanakkale’de şehit düşen kahraman Mehmetçiklerin o sessiz bahçedeki uykusunu izleyin. Denizin maviliğine ve tepelerin ötesinden gelen mermi ve top seslerini sanki yeniden duyar gibi olursunuz o ortamda.
Bundan takriben on yıl veya daha fazla bir zaman önce bir tura katılmıştık eşimle. O turda Çanakkale ve Çanakkale zaferlerinin detaylarını anlatan noktalar ve Kocatepe odakları vardı. O askeri sığınaklar, bu zaferin kazanılma şekli, toprağa düşen askerlerimizin canlarını feda edişleri vardı orada. Bir de Atatürk’ün şu sözleri yankılandı kulaklarımızda ve beynimizde:
“Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum.”
Ölümden öte birşey var mı? Yok. İşte o sözlerle ve o yürekle girmişti büyük Atatürk Mehmetçiğin yüreğine zaferin doruklarına.
O nedenle Türklüğümle öğünüyorum, diyorum.
Siz Türklüğünüzle öğünmez misiniz?
Öğünün kardeşlerim, çünkü bizler Atatürk’ün arkasında bıraktığı Mehmetçikleriz, mücahitleriz ve fedakar Türk insanıyız. Ve aynı ruhla ve aynı inançla arkamızdan gelecek nesilleriz...
Biz Kıbrıs Türkleri olarak, yüreğimizde ve ruhumuzda Ulu Önder Atatürk’ün bize verdikleri olmasaydı, ruhumuzda onun ruhu esmeseydi, onun nefesiyle havayı solumasaydık ve onun sözleri ile cephede, gavura karşı, savaşmayıp, ölmemizi emrettiği anlamlı komutu yıllar ötesinden bize ulaşmasaydı, biz buralarda var olur muyduk?
Ata’m, seni çok büyük bir insansın. Sen bütün benliğimize dolan ve dolmaya da devam eden bir kıvılcım, bir atom ve bitmeyen bir güçsün.
Ne mutlu bana ki, Türk doğmuğum, Türk öleceğim.
Ruhun şad olsun, BÜYÜK ATA’m...