Uzun zamandan beri 24 Haziran seçimlerine kilitlenen Türkiye, seçim sonuçlarıyla Cumhurbaşkanlığı sisteminin halkımız tarafından da onaylanması sonrasında kurulacak yeni kabinede kimlerin görev alacağını, yeni sistemin uyum yasalarının neler olacağını beklerken;
Ülkemizin uluslararası arenada yıllardan beri çözüm bekleyen pek çok dış sorununun halli için de önümüzdeki dönem neler yaşanacağını şimdiden kestirmek oldukça zor görünüyor…
Çözüm bekleyen bu dış sorunların başında hala Kıbrıs konusu var!
1968 yılından bugüne devam eden müzakereler süreci 50 yılını doldurdu. Geçtiğimiz yıl BM gözetiminde devam eden taraflar arası görüşmelerde tam da çözüme ulaşıldı derken; Rum tarafının görüşme masasını terk etmesi, konunun çözümünü bekleyen her kesimde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı.
Rumların 1963 yılında başlattıkları, Yunanistan destekli adayı ele geçirme planları için yaptıkları her hamle, Kıbrıs Türk Halkının ve Anavatan Türkiye’nin bu ikilinin oyunlarını bozması sonucu başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Rumlar, 1960 Anayasasında Türk tarafına verilen devletin kurucu ortağı tanımlamasını hiçbir zaman kabul etmemişler, Türk tarafına adanın azınlığıdır muamelesi yapmaktan, tam yarım asırdan beri her alanda insanlık dışı ambargolar uygulamaktan vazgeçmemişlerdir.
Ve ne yazıktır ki, adada çözüm adına görev alan dünya devleri de Rumların bu tutumlarına ses çıkarmamışlar, adada taraflar iki ayrı yönetim altında yaşamalarına rağmen, adanın yasal hükümeti Rumlarmış gibi onları muhatap almaya devam etmektedirler.
BM-AB-ABD üçlüsünün Annan Planı döneminde oynadıkları oyun neticesinde Rumların tek taraflı AB’ye üye yapılması, bu hukuksuzluğun en çarpıcı gerçeğidir.
1963 yılından buyana Kıbrıs Türk Halkı başta ekonomi olmak üzere; spor, kültürel faaliyetler gibi insani açıdan hiçbir şekilde kabul edilemeyecek ambargolar altındadır. Rumlar, Kıbrıs Türk’üne adeta adada yaşam hakkı tanımamaya devam etmektedir.
Bunun en çarpıcı örneğini geçtiğimiz hafta içinde Rum tarafının kuzeye geçen Rum araçlarına sınır kapılarında başlattıkları ‘’akaryakıt kontrolü’’ baskısı/ambargosunda görmek mümkündür.
Çünkü K.K.T.C benzinin litresi 4,5 TL, Güney Kıbrıs’ta 6,5 liradır. Güneyden Kuzeye geçen Rumlar, araçlarına KKTC’den aldıkları benzinle bir hayli tasarruf etmelerine rağmen, Rum yönetimi hudut kapılarında uyguladıkları denetimlerle, kendi vatandaşlarının adanın kuzeyinden akaryakıt almalarını önleyen cezai tedbirlerle baskı uygulamaya başlamışlardır.
Rumların uyguladıkları baskı/ambargo sadece akaryakıtla sınırlı değildir. Adanın kuzeyinde KKTC’de pek çok gıda maddesi Güney Kıbrıs’a göre daha ucuzdur. Rumların daha önceleri rahatça aldıkları bu tür maddeler, bir haftadan beri sınır kapılarından güneye geçerken kontrole tabi olmakta, müsaade edilmemektedir. KKTC’den yakıt alan Rumlara önce para cezası kesilmekte, ikinci kez alırlarsa araçlarının bağlanacağı tehdidi yapılmaktadır.
Ama bunun yanı sıra adanın güneyine geçip de oradan alışveriş yapan Kıbrıs Türklerine geriye dönüşlerinde sınır kapılarındaki Kıbrıs Türk Polisi hiçbir işlem yapmamaktadır.
Durum sadece bununla da sınırlı değildir!
Örneğin diğer ülkelerden Rum kesimine gelip de, adanın kuzeyine geçerek KKTC’de konaklamak isteyen turistlerin geçişleri türlü nedenlerle engellenmektedir.
Örneğin geçtiğimiz aylarda KKTC’de bir etkinliğe katılmak üzere önce Güney Rum kesimine gelen yabancı bir ülkenin folklor ekibinin KKTC’ye geçişine izin verilmeyerek etkinliğe katılamadan geri gönderilmiştir…
Adada birkaç günden beri Rumların uyguladığı akaryakıt baskılı ambargosuna KKTC Cumhurbaşkanı Akıncının, Rum yönetimi başkanı Anastasiadisi aramasıyla son verilmiş gibi görünse de, bu defa Rum polisi tarafından hudut kapılarından Rum araçlarının güneye dönüşlerinde didik, didik aranmasına başlanmış; Rumların KKTC’de alışveriş yapmamaları için türlü baskılar, ambargo uygulamaları hala devam etmektedir!
Ayrıca sınır kapılarında Rumların KKTC’ye geçişiyle ilgili uzun kuyruklar oluşturulmakta, Rumlar kuzeye geçebilmek için saatlerce hudut kapılarında bekletilmektedir.
Adanın yaz sıcağı düşünüldüğünde bu uygulamanın amacının Rumları bu eziyetle bezdirip, kuzeye geçmelerinden caydırmak olduğu açıktır.
Geçtiğimiz yıl Şubat ayında Türkiye’den adaya gelen can suyundan da Rum tarafı çok rahatsız olmuş, Türk tarafının iyi niyet çerçevesinde yapmış olduğu; ‘’bu suyun barışa odaklı olduğu, isterlerse Rum kesimine de su verilebileceği’’ açıklamasına karşılık bazı Rum siyasilerin;
‘’Türk suyu içeceğime, zehir içerim’’ diyerek vermiş oldukları cevap, o sürece damgasını vurmuştu…
Bugünlerden geride kalan yıllara baktığımızda; Türk tarafının adada barış adına Rumlara uzattığı her zeytin dalının Rumlar tarafından kırılıp atıldığı, müzakereler sürecinde Türk tarafının verdiği her taviz sonrasında bir yenisinin istendiği tarihi gerçekleriyle ortadadır.
Bu nedenledir ki, şimdilerde kendi vatandaşlarının ucuz Türk akaryakıtını, ucuz yiyecek maddelerini KKTC’de almalarını yasaklamalarını, yadırgamamak gerekir!
Rumların 50 yıldan beri Kıbrıs Türküne uyguladıkları insanlık dışı ambargoları bir yana, ada yaşamı için çok önemli suyu dahi Türkiye’den geldiği için reddeden, ‘’Türk suyu içeceğime, zehir içerim daha iyi’’ diyebilecek kadar akılsız politikacıları olan bu Rumlarla, nasıl anlaşma olur?
Varın gerisini siz düşünün…