İsmail BOZKURT
Neredeyse Cumhurbaşkanlığı seçimi kadar ses getiren bir UBP Kurultay’ı (31 Ekim 2020) yaşadık. Üstelik 6800 üyelik yüksek katılımlı bir demokrasi şöleni gibiydi bu parti kurultayı! Seçmende, güven veren bir algı yarattığını ve tüm partileri imrendirdiğini düşünüyorum.
Kurultay’ın tek gündem maddesi, Ersin Tatar’ın KKTC Cumhurbaşkanı seçilmesiyle boşalan UBP Genel Başkanı’nı seçmekti. Seçilecek kişi, büyük olasılıkla ülkenin başbakanı da olacaktı.
Kullanılan oyların sayımı saatlerce sürdü. Bazı tv. kanallarının canlı olarak verdiği sayım, çok sayıda insan tarafından merakla izlendi. Ben de izleyenler arasındaydım.
Parti tüzüğüne göre, Genel Başkan seçilmek için kullanılan oyların bir fazlasını almak gerekiyordu ve beş adaydan hiçbiri bu yeterli oyu alamamıştı. Bu durumda yine parti tüzüğüne göre en çok oy alan iki aday arasında bir hafta sonra (7 Kasım 2020) yeniden seçim yapılacağı açıklandı.
İzleyen günlerde, en çok oy alan iki adayın demeçlerine tanık olduk. İkinci sıradaki adayın yarıştan çekilip ilk sıradaki adayın yarışmayı kazanacağı beklentisi yaygındı. İkinci sıradaki adayın kendisi de bu beklentiyi yarattı ama seçime üç gün kala, yarışa devam açıklaması yaptı.
DARBE GİBİ….
İkinci tura birkaç gün kala, bir baktık ki, demokrasimiz adına yüz akı olma potansiyel taşıyan ve partiler açısından imrendirici olan bu olay, bir anda alabora oldu. Şok etkisi yapan, aklın mantığın almadığı, “darbe” sayılabilecek ve alicengiz oyunu izlenimi veren bir şeyler her şeyi tersine çevirdi. Akıl ve mantığa, vicdan ve etiğe ters, dünyada eşine rastlanmayacak biçimde, demokrasimiz, hukukumuz ciddi yara aldı. Bu gelişme, çok yönüyle olumlu algı yaratan UBP Kurultayı’nı, “muhteşem sorumsuzluk” gösterilen “muhteşem olumsuzluğa” dönüştürdü.
Onca olumluluk varken, bu kadar olumsuz ve sorumsuz, bu kadar akla mantığa ters, bu kadar saçma sapan bir olay nasıl olabilir?
Ne oluyor Tanrı aşkına? Hangi akla hizmet ediliyor?
Basiret mi bağlandı? Akıl tutulması mı yaşanıyor?
İnanılır değil…
İnandırıcı hiç değil…
Haydi UBP tüzelkişi olarak kendi ayağına kurşun sıkıyor diyelim de bu corona günlerinde sandığa koşan binlerce üyesine, onların iradesine yazık değil mi?
Yalnız üyelere değil, ülkeye yazık, topluma yazık, Devlet’e yazık, hukuka yazık, demokrasiye yazık!...
BÖYLESİ BİR OLAY BİR PARTİNİN İÇ SORUNU OLAMAZ
Diğer yandan ilk Kurultay yapıldığına, hem de ciddi bir katılımla yapıldığına göre, bir hafta sonra ikincisini yapmamanın haklı nedeni ve mantığı olamaz. Hele “bölünme olacaktı” gibi, demokrasinin “d”sine ters bir gerekçe kabul edilemez. Bu Kurultay’ın hemen öncesinde, bölünmeyi, cepheleşmeyi, ötekileşmeyi doğuran bir Cumhurbaşkanlığı seçimi yaptık. Ne yani, bu mantıkla yapmamamız mı gerekirdi Cumhurbaşkanlığı seçimini?
Kaldı ki, eğer partisel çıkarlar ikinci turun yapılmasının önüne geçiyorsa, böylesi kabul edilemez bir yöntem yerine, ikinci sıradaki adayı çekilmeye “ikna” ederdiniz. Birinci gelen aday % 40’ın üzerinde oy almıştı ve kökleşmiş demokrasilerde % 40’ın üzerindeki oy oranı, iktidar olabilmek için “makul” bir oran olarak kabul edilir. Bugün görevde olan belediye başkanlarımız, aldıkları oy oranına bakılmaksızın en çok oyu alarak seçildiler ki İngiliz sisteminde, “birinci gelen kazanır” ilkesine uygulanarak bütün seçim öyle kazanılır. Yani, en çok oy alanın kazanması zaten bizde ve dünyada uygulanmaktadır. “İkna” yöntemiyle seçimin ikinci turunu iptal edileceğinize, yine aynı yöntemle bu yapılırdı.
Kaldı ki UBP Tüzüğü boşalan Genel Başkanlık makamının 45 gün içinde doldurulmasını emrediyor. Bu 45 günün bir kısmı zaten gittiğinden kısa bir süre içinde (ki 20 gün içinde diye beyanlar oldu) Kurultay’ın toplanması zorunluluğu; o Kurultay’a “tek aday”la gidileceği söylemleri ve muhtemelen “muhteşem uzlaşısı” var. On bir bin üyeden söz edildiğine göre, nasıl olacak bu iş? Ne yani on bir bin üyeye aday olmama yasağı mı konacak?
SON OLARAK
Ülkenin başbakansız ve dolayısıyla hükümetsiz olduğu bir ortamda, olan biten daha da bir önem kazandı. Bu durumun hükümet oluşumunu etkilemeyeceğini düşünmek aşırı iyimserlik olur. Bunu da hep birlikte göreceğiz.
KKTC’nin iç siyasetine yönelik bir şey yazmaktan, her zaman kaçındığımı beni okuyanlar iyi bilir. İç siyasetten, konulara/olaylara parti gözüyle bakmayı anladığımı da belirteyim. Yoksa hiçbir iç sorunla ilgilenmemek gerekir ki bu olacak iş değil! Bu yazıya konu olan olay da asla, UBP’nin iç sorunu değildir. Ve benim anlayışımda, böylesi “darbesel” bir konuda sessiz kalınamaz.
Üniversite eğitimim siyaset üzerine! Bu ülkede 60 yıldır siyaseti izlerim. Araştırmacılığım var. 1970 – 1990 arasında aktif siyaset yaşamım oldu. 1970’de kurulan CTP’den başlayarak tüm partileşme süreçlerine tanıklık ettim. 1976’da oluşmaya başlayan çok partili yapımızın oluşmasında öncü rolüm oldu.
Açıkça söyleyebilirim ki böylesi bir olaya tanık olmadım. Çok büyük olasılıkla, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir dönemde de buna benzer bir olay yok.
Bunu da görecektik...
Not: Atatürk’ü, bütün içtenliğimle, bütün hayranlığımda sayı ile anıyorum. Ruhu şad olsun.