Geçen gün kayıp şahıslar üzerine bir haber vardı gazetelerde. Haberde verilen kayıpların durumu, rakamsal olarak şöyle imiş:
“243 Türk ve 829 Rum hala kayıp, zaman tükeniyor.”
Gerçekten zaman tükeniyor. Hangi anlamda?
Kayıplar konusunda yapılacak ihbarlar anlamında.
Kayıp Şahıslar Komitesi Türk Üyesi Gülden Plümer Küçük’ün yapmış olduğu açıklamalara yürekten katılıyorum.
Gülden Plümer Küçük, şöyle diyor kayıplar için:
“Kayıplar konusunda zamanla yarışılıyor. Defnedilme ve sevdiğinin akibetini bilmemek bir insanlık hakkıdır.”
Ve bu konuda yapılan açıklamalar da insanın yüreğine bir çivi gibi saplanıyor. O çivi gibi sözlerin açılımında ise, “Kayıplar konusunda bilgisi olup da hala konuşmayanlar ve bildiklerini mezara götürenler var. Bu nedenle çok sayıda kayıp yakını eşine, evlatlarına, ana babasına bir mezar yaptırma hakkına kavuşmadan yaşlandılar. Bu nedenle bir kör kuyunun dibinde, aceleyle kazılmış bir çukurda, bir ıssız ovada, tepede, dağda defnedilmeyi bekleyen kayıplar, hala öylece duruyor.”
Bu dramatik olaylar, bende bir çağrışım yarattı. O çağrışım da “CENNETTE BULUŞANLAR” ismini getirdiğim yazımın başlığını öyle attım.
N e kadar acı verici bir durum değil mi?
Eşinin veya bir yakınının kaybolduğu günden ölünceye kadar bin kere ölüp ölüp dirilen zavallı insanlar, her halde geçen bunca zamandan sonra sevdikleri ile ancak “Cennette buluşacaklar” diye düşünüyorum.
Kayıp Türkler açısından olayı ve zamanı değerlendirdiğimizde, kayıplarımızın ortadan kalkmasının üzerinden tam 56 ve daha fazla yıllara ulaştığımızı görürüz. Türklerin kayıpları, EOKA’nın acımasız ve vicdansız yapı ve eylemlerinden kaynaklanıyor. Nitekim bazı Türklerin kemikleri yıllar sonra bu toprakların altından çıkıvermiş.
Rumların kayıpları ise, tamamen savaş gerçeğine dayanıyor. Tek bir Türk, tek bir Rumu aniden alıp ortalardan yok etmedi. Sadece savaş esnasında ölen Rumların cesetleri yazın ağustos sıcağında çürümesi ve kokması, hatta etrafa hastalık saçması gerçeğine dayanarak o savaş karmaşasında o cesetlerin tek tek veya toplu halde gömülmeleri esasına dayanıyor.
Bazı Rum yazarlar özellikle Karaoğlanoğlu, Karava, Vasilya veya Lapta’da ölenleri, yine orada yaşamak zorunda kalan Rumlar tarafından gömüldükleri bilinen bir husustur. Bu gömücü Rumlar acaba itirafçı veya bilgi verici oldular mı?
Olaylar öncesi ve sonrasındaki kayıpların yakınlarının acılarını anlamak ve onlara üzülmemek elde değil. Türk veya Rum olsun. Elbette ki savaşın dişleri arasında kalan masum Rumlar da vardı. Ama onun adı “savaş”tır. Bunun başka izahı yok.
Bunun ötesinde 15 Temmuz 1974 Makarios darbesindeki Rum kayıpların durumu da hala meçhul veya bilinmeyen bir kıyım çukurunda adeta çığlık atıyor. “Biz burada yatıyoruz, bu çukurun içinde, kardeş kurşunuyla yok olan biz buradayız” diyorlar adeta.
Gerçekten düşünüyorum, bugüne kadar ihbarcı kişi veya kişiler kaldı mı hayatta ki, ihbar edebilsinler. O bağlamda gerçekten zamanın daraldığını ben de düşünüyorum.
“Kayıplar konusunda bilgisi olup da hala konuşmayanlar” var denilirken, acaba neye dayandırılarak bu açıklamaları yapıyorlar? İhbarcılar biliniyor mu?
Herhalde Rumları kasdediyorlar. Türk ihbarcıların artık hayatta olmadığı kanaatindeyim.
Bu bir nedamet işidir. Vicdanı ile iç kavga ve ızdıraptır.
Bu durumda olup da ihbar etmeyenleri Allah affedecek mi?
O ihbarcının da katiller grubunda olması gerekir ki, gözlemlerini veya yaptıklarını itiraf etmekten çekiniyor veya çekiniyorlar.
Zavallı bir ananın veya zavallı bir eşin kaybolan yakınının dönüşünü beklerken, hayatın da tükenmekte olduğunu idrak ederek bu yazımı yazıyorum.
Belki diyorum...
Bundan sonraki romanım adını “CENNETTE BULUŞANLAR” koyarım. Neden? Çünkü artık bitip tükenen bilgi pınarı kurudu ve kayıp yakınları, ancak o çok sevdikleri ile “CENNETTE BULUŞACAKLAR” diye düşünüyorum, şayet hayat gerçeğinde öteki tarafta bir cennet ve buluşma umudu varsa...