KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ı aramızdan yolcu edeli tam yedi yıl oldu. O beyin adam nasıl göçer bu dünyadan? İnsan düşününce, sanki kimse ölmeyecekmiş gibi oluyor bir an için. Ne büyük devlet ve bilim adamları göçtü bu dünyadan... Demek vakti gelen gidecek. Ama her gidiş aynı olmuyor maalesef.
Koca Denktaş da bu dünyadan göçtü ama arkasında pek çok şey bıraktı. O bıraktığı şeyleri, O’nun erdem ve sadakatini, Anavatan’a olan bağılığını ve yüreğindeki baba ve aile sevgisini, bayrak ve vatan sevgisini bu sütunuma sığdırabilir miyim? Sığdıramam elbette.
O’nunla ne kadar çok anılarımız olmuş...
O’nun anılarını okuduğunuzda hayat yollarında neler çektiğini, annesiz büyümenin ne olduğunu, bununla birlikte yüreğinde biçimlenen özgürlük ve vatan özlemini anlarsınız.
Bazı insanlar annesiz büyürken, ölene kadar hep o özlemi kalbinde duyar ama hayat yolunda da hep tökezler. O tökezlemede, bütün hayat boyunca başarısız ve son derece kırgınlık yaşar. Hani insanın kendini yenmesi veya kendi acıları ile baş etmesi var ya, işte o bağlamda o annesizlik, Denktaş’ta başarmanın dinamiklerini yarattı. Yani acılarıyla başarmanın dinamiklerini bütünleştirdi ama yıkılmadı.
Gerçekte çok zeki ve çok da çalışkan birisiydi merhum Denktaş. Çocukluktan gençliğe geçiş, gençlikten hukuk alanına kayma ve oradan da siyasetin yollarına düşme diye birşey vardı sevgili Denktaş’ın hayatında. Bunun bir başka anlamı, yok olurken var olmaktır esasında, felsefi anlamda.
Bir gün bana on ciltlik anılarını imzalamıştı... Ve daha nice yazdığı kitapları... O kitapların sayısını bir gün kendisine sorduğumda, “Sayısını ben de unuttum” demişti.
Bir pınar gibi yazar yazar ve hiç durmazdı. Yazdıklarının için hep doluydu. Boş birşey yazmazdı. Hep vatan için, hep dava için, hep vatandaş için, KKTC ve mutlu bir gelecek için yazdı.
O’nun duruşunda her zaman bir kararlılık ve onursal yapı vardı. O yapı içinde kendi gerçekleri ile örtüşmeyen şeylere hep tepki koyardı rahmetlik. “Hayır doğru olan budur” derdi. Siz onun fikirlerine karşı bir fikir üretirseniz, o fikre karşı çıkmaz ama mantıklı bulursa sizin fikrinizi onaylardı.
Siyaset hayatı hep inişler ve çıkışlarla oldu ve gelişti. Merhum lider Dr. Fazıl Küçük’le tanışması, Halkın Sesi Gazetesi sayesinde oldu. Halkın Sesi Gazetesi’nin ilk sayısı 14 Mart 1942’de yayınlandı. O günlerde Denktaş, İngiliz Okulu’nda öğrenciydi. İngiliz Okulu, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Lapta’ya taşınmıştı Alman uçakları İngiliz Okulu’nu bombalayabilir diye.
İşte o günlerde Halkın Sesi Gazetesi’nin ondan sonra çıkan sayılarını alıp okuyunca, gazetede yayınlanan yazılarla, babası hakim Raif Bey’le arkadaşlarının milli dava konusunda ürettikleri fikirlerle örtüştüğünü görmüş ve oturup Dr. Küçük’e bir mektup yazmıştı. Denktaş mektubunda “Gençlik” diyordu.
Rahmetlik lider Dr. Küçük’ün çok hoşuna gitmişti Denktaş’ın kendisine yazdığı mektup. O da haber göndermişti, “Gel görüşelim” demiş ve o da Girne’den otobüse binerek Dr. Küçük’e gitmişti. Dr. Küçük O’nun için “Kıvılcım gibi bir genç” demişti.
İşte o günden öldükleri ana kadar hep bir ideal ve hep bir dava için birlikte mücadele verdiler, birlikte ağladılar, birlikte güldüler. Belli bir zaman sürecinde Cumhurbakan Muavinliği seçimleri’nde çatışsalar da, yolları yine aynı oldu. Dr. Küçük akan suyun sesine kulak verdi ve Denktaş’ın Cumhurbaşkan Muavinliğine onay verdi. Halkı mutlu eden de buydu. Dr. Küçük’ün en büyük ilkesi olan “Birlik ve beraberlik” ilkesi burada da kendini göstermiş ve liderliğin bireysel nedenlerle çatışmamasını sağlamıştı.
Dr. Küçük emekli olduğunda da köşe yazılarında Denktaş’a destek verip, ulusal davada aynı yolu yürümüşlerdir. Dr. Küçük’ün en büyük iki ideali vardı Denktaş gibi. Bunlardan birisi Türk askerinin adaya gelmesi, ikinci de kendi devletimizin kurulması.
15 Kasım 1983 tarihnde KKTC’nin ilanı için Rauf Denktaş kendi makam arabası ile Dr. Küçük’ü kucaklayarak arabasına almış ve o tarihi günün haklı sahibi olarak orada bulunmasını sağlamıştı. Ne büyük gündü o gün...
KKTC’nin ilanı hoparlörden verilirken, ben de her vatandaş gibi meclis önündeki biber ağaçlarının altındaydım ve Dr. Küçük, Rauf Denktaş ve Osman Örek kucaklaşması merdiven ayaklarında gerçekleşirken, onlarla benim aramda tam beş on metre bir mesafe vardı.
O tarihi fotoğraf bana ilk mücadele yıllarını anımsattı. Bu üçlü hep birlikte anıldı ve birlikte görüldü. Bir diğer deyişle üçü de mutlu öldüler.
Allah’tan onlara gani gani rahmet dilerken, Denktaş’ın arkasında bıraktığı kitapları okumaya devam ediyorum.