DEPREMİ YAŞARKEN

            Daima kullandığım birkaç söz vardır.  Bunlardan birisi, “Kıbrıs’ın coğrafi konumu”, diğeri de İngiliz kanunlarından kalma imar uygulamasının depremlere karşı çok iyi işe yaradığı.

            Birkaç gün önceki deprem, insanların uykularının en ağır seyrettiği bir saate gerçekleşti.  Hem de 6 şiddetinde bir deprem...

            O sarsıntıda kaç kişi kendini dışarı attı?

            Doğrusu merak ettim.  Kaç kişi?

            Galiba apartmanlarda kalan pek çok Türkiyeli öğrenci kencilerini dışarıya atmışlar.  Onlar bilmezler ki bizim binalarımızın kale gibi betondan yapıldığını? Yoksa bizde de, Türkiye’deki gibi üç kağıtçı müteahhitlerin yaptıkları binaları mı sandılar?

            Şayet bana sorarsanız, o depremi şöyle en ağır uykumda ya hissettim, ya hissetmedim, diyebilirim.  Ama uyanmadım da. Benim gibi nice insan da hissetmemiş veya ciddiye almamış.

            Belki bazı binalarda ufak tefek çatlaklar oluştu ki, o da gayet normaldir.

            Dedim ya... İngiliz’in imar yasaları çok sağlamdır diye...

            İngiliz döneminde kaçak inşaat yapmak veya “Kıbrıs Cuhuriyeti” ve “KKTC” dönemlerinde?

            Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu ama hem Türkler, hem de Rumlar, o yasaları temel yasa olarak kullanıyorlar ve zamanın akışı içinde şartlara göre eski yasalarda düzenleme yapıyorlar.  Bizdeki imar plan ve uygulamaları ne ise, Rumlarda da odur.  Türkiye, şimdiki AKP döneminde bu işe el attı ve riski binaları yıkmaya başladılar.  Tabii ki bununla birlikte üç kâğıtçı müteahhitler aleyhine de dava getiriyorlar.  Biravo doğrusu.

            Fakirliğin kol gezdiği bir zamanların Kıbrıs’ında, gerek kentlerde, gerekse kırsal yörelerde binalar; ya kerpiçten, ya da yığma taştan yapılırdı. 

            Anımsıyorum...  Kıbrıs’ta en ağır deprem, Baf’ta olmuş ve pek çok ev yıkılmış, birçok insan ölmüş ve yaralanmıştı.  Yine anımsadığım kadarı ile yıl, 1950’li yıllara denk gelir.

            Şmidi sismik alanda hizmet veren mühendisler uyarıyorlar.

            “Herkes dikkatli olsun.  Sık sık artçı sarsıntılar yaşanacaktır.”

            Artçı sarsıntılar, daha büyük bir fay hattının yıkımının sinyalidir esasında.  Lakin yine de bizler şanslı insanlarız, Kıbrıs gibi bir adada yaşadığımız için.

            Mesela uzakdoğuda yaşanan depremler ve bu depremlerde ölen insanların tablosu, her zaman içimizi sızlatmıştır.  Türkiye’deki depremler de, her zaman içimizde acı oluşturmuştur.

            Şu anda anımsadığım en önemli depremler; Van depremi, Varto depremi, Marmara depremi ve dahaları...

            Marmara depreminde birkaç Kıbrıs’lı da canından olmuştu. Kimisi de kurtulmuştu.  O depremin yarattığı olumsuzlukları dehşet içinde izlemiştik.  Hele üç kağıtçı müteahhitlerin yapmış oldukları binaların nasıl “kağıttan binalar” olarak yerle bir olduklarını ve zavallı insanların beton plakalar altında can verdiğini.

            Yalova depreminde evi yıkılanlardan birisi de ünlü kebapçımız rahmetlik Saffet Anibal’dı.  Saffet Anibal, her yaz geldiğinde restorantını kapatır, üç ay Yalova’daki dairesinde zaman geçirirdi.  Olaydan sonra kendisine geçmiş olsun dediğimde yaşadıklarını şöyle anlatmıştı:

            “Yalova’dan bir daire satın almıştım, yazlarımı orada geçirmek için.  Bizim daire üçüncü kattaydı.  Deprem olduğunda uyuyorduk.  Depremin o ani sarsıntı ve bina yıkımlarında, kendimizi zeminde bulmuştuk, kat olarak.  Bizim altımızdaki insanlar, zeminle birinci katın plakaları altında kalmıştı.  O an yürüyerek enkazdan dışarı çıkmıştık.  Demek verilmiş sadakamız varmış.”

            Bir zamanlar eşimle kafamıza takmıştık, kredili satışla bir yazlık daire satın almayı.  Veya küçük tatil evi almayı...

            Güzelyurt’ta İskan Kaza Müdürü olduğum günlerde Limasol’lu Kıbrıs’lı bir müteahhitle tanışmıştım.  Anımsadığım kadarı ile o müteahhidin adı Kemal’di.  Kemal Bey, yıllar önce adadan Türkiye’ye  gidip orada okuyan, üniversite bitirip ünlü bir iş adamı olan, orada evlenen ve orada kalan Kıbrıslılardandı.  Kendisi ile tanıştığım dönemde, meğer Yalova’da müteahhitlik yapıyormuş.

            O tanışmamızda bana bir teklifte bulunmuştu.

            “Osman Bey, yıllar önce Yalova’dan aldığım dönümlerce arazi şimdi rant yaptı.  Şimdi oraları tatil köyleri, oteller ve apartmanlarla doldu daştı.  Ben de yap-sat işine girdim ve ticari amaçlı birkaç apartman yaptım, denize nazır bir yere.  Ben de sizin gibi bir komşu arıyorum bizim apartmandan.  Hem de Kıbrıs’lı.  Geliniz size benim dairenin karşısındaki daireyi satayım.  Sizden iyi komşu mu bulacağım?  Hem size ödeme kolaylıkları da yaparım” demişti.

            Eşimle bir an için düşünmüş, sonra “Biz senede kaç kez gideceğiz Yalova’ya tatil için Allah aşkına” diye düşününce kararımızdan vaz geçmiştik.

            O meşhur Yalova depremi olunca, Kemal bey ve ailesi, kendisinin yaptığı apartmanın enkazı altında can verdi.

            O an düşünmüş ve içimizde acı duymuştuk.

            “Demek Allah’ın sevgili kuluymuşuz ki, bizi öyle bir karadan döndürdü” diye yorum yapmıştık.

            “Deprem” kelimesi, zaman zaman ironik anlamda kullanılan bir kelimedir.

            Bir ünlünün skandalı, veya büyük vurgunların gün yüzüne çıkışı o ülkede deprem yaratır, deriz.

            Kabul etmek lazım ki, bir gün bizim şu küçücük ülkemizde de büyük bir deprem vuku bularak hayatımızı karartabilir.  Kıbrıs da Akdeniz deprem kuşağının hemen hemen üzerindedir.

            Bu son olayda kimsenin burnu kanamadığı için sevinçliyiz.  İnşallah başımıza bunun gibi felaketler gelmez.