3 Nisan 2025 günü, eski başbakanlardan dostum Mustafa Çağatay’ın 36’ncı ölüm yıldönümü idi. Epeyce önceden, ailesi benimle iletişime geçip bu yıldönümünde aile adına konuşmamı istedi. Bu isteği memnuniyetle yerine getirdim. İbrahim Erkan Manavoğlu’nun Kıbrıs’tan Çağatay Geçti adlı kitabı için 25 Temmuz 2023 tarihli Vatan’da aynı başlık altında çıkan yazımda da Çağatay’ı anlatmıştım. Yineleme de olsa mezarı başında söylediklerimi genişleterek paylaşmak istiyorum.
***
Rahmetli Çağatay’la 1970’te aktif siyasete/parlamentoya birlikte girdik. Tanışıklığımız kısa sürede dostluğa dönüştü. 1970 Meclisi’nde tüm milletvekilleri bağımsızdı. CTP 1970’de kurulmuştu ama Meclis’te temsil edilmiyordu.
Limasol milletvekilleri (Ziya Rızkı, Mustafa Çağatay, Ekrem Avcıoğlu, Ayhan Acarkan), merhum Ziya Rızkı’nın liderliğinde bir grup gibiydiler. Birlikte hareket ederlerdi. Biz 4 Lârnaka milletvekili (Ben, Dr. Haluk Akman, Mustafa Güryel, Talat Yurdakul) de olabildiğince birlikte hareket ediyorduk ama onlar gibi değildik. Bir ara birlikte bir parti kurmayı da konuşmuş ama bu düşünceyi ileriye götürememiştik. Eğer başarsaydık Çağatay’la aynı partide olacaktık. Tabii ki o parti devam eder miydi, bilemem.
Dönemin önemli bir olayı, Denktaş’tan boşalan Türk Cemaat Meclisi Başkanlığı seçimi idi. O güne kadar hep tek adayla seçimsiz sonuçlanan böylesi makamlar için bir çıkış yapıp başkanlığa aday oldum. Bu arada seçim öncesinde Ziya Rızkı ile bir uzlaşımız oldu. Ziya Bey, benim kazanma şansım olmadığını, bu bakımdan Çağatay’ın aday olmasını teklif etti. Kabul etmedim. Daha doğrusu benim ilk turna kazanmam durumunda Çağatay’ın aday gösterilmesi hususunda uzlaştık. İlk turda seçildim. Seçilmeseydim, çok büyük olasılıkla Çağatay seçilmiş olacaktı.
Sonradan Ziya Rızkı ile aynı partide buluştuk ama Çağatay’la yolumuz ayrıldı. Ayrı partilerde yer almamıza karşın dostluğumuz bozulmadı. Birbirimize güveniyorduk. Bir araya geldiğimizde parti ya da iktidar-muhalefet ayırımı yapmadan konuları derinliğine tartışabiliyorduk. Konuştuklarımızı birbirimize karşı kullanmayacağımız ve istismar etmeyeceğimizden emindik.
Mustafa Çağatay dürüsttü, uzlaşmacı ve denge adamıydı. Her soruna çare bulunacağına inanırdı. Sabırlıydı. Tertemizdi. Tek kuruşluk haram yememişti. İnsanlara olumlu yaklaşırdı. Çağdaş kafalı bir demokrattı. Onun başbakanlık dönemi, iktidar-muhalefet ilişkilerinin en iyi düzeyde, uygarca olduğu dönemdi. Sınırsız hoşgörüsü vardı. Muhalefetle diyaloğa önem verirdi. Tüm önemli konularda, yurt dışına gidiş ve dönüşlerinde partilere muhakkak bilgi verirdi.
Tanışıklığımız süresinde kızdığına çok az şahit oldum. Biri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ilanından sonraki “Kurucu Meclis Darbesi” ve “Ara Rejim”di. Çok kızgın bir biçimde öyle şeyler anlattı ki! Dopdolu olduğu belliydi. “Bunları niçin halka açıklamıyorsun?” diye sordum. “Zamanı değil!” anlamında bir şeyler söyledi. Oysaki kendisi için birçok söylentiler, dedikodular dolaşıyordu. Açıklasa bunları bir anda etkisiz hale getirebilirdi. Bunu hatırlattım. “Kamu yararı” dedi. Bir bakıma kendisini “kamu yararı” dediği şey için feda ediyordu. “Hiç olmazsa bunları yaz” dedim. “Daha çok zaman var” dediğini anımsıyorum. O gün bana söylediği atasözü gibi bir sözünü hiç unutmadım: “Duvarlar dile gelip konuşsa!”
Son görüşmemiz 18 Mart 1989’da, Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) kuruluş yıldönümü kokteylinde oldu. Kendisini arattığını söyleyip yozlaşmadan, çürümüşlükten, kokuşmuşluktan örnekler verdim. Başbakan olarak kendisini çok arattığını da söyledim. Biraz sonra Naci Talat’la karşılaştım. Benzer sözleri o da Çağatay’a söylemiş. “Bayağı duygulandı” demişti o gün Naci Talât!
O gece Çağatay, her zaman yaptığı gibi beni çok dikkatle dinlemişti. Yakın bir zamanda bir araya gelip konuları uzun uzadıya tartışmaya karar verdik. Yeniden aktif politikaya dönme eğilimini sezdim o gece!
Ondan sonra görüşemedik. Söyleştiğimiz gibi bir araya gelip konuları tartışamadık. Bir hiç yüzünden gitti. Ne yazık ki konuşmak, yazmak için beklediği zaman gelmeden önce gitti ve “duvarlar dile gelip konuşmadı, konuşamadı.”
Halkına daha çok hizmetler sunabilirdi. Ve biliyoruz ki bunun hazırlığı içindeydi. Bozuk düzen, yeniden başlamasına izin vermedi.
***
Neriman Cahit’in Çağatay’la o günlerde yaptığı ve Ortam gazetesinde yayımlanan söyleşisi, Çağatay’ın kişiliğini ortaya koyan güzel bir belge oldu. (Tarihini anımsamıyorum arşiv de karıştıramadım) Yıllar sonra İbrahim Erkan Manavoğlu da, 530 sayfalık Kıbrıs’tan Çağatay Geçti adlı kitabıyla onu güzel anlattı. Kitabın alt başlığı: “Kurucu Başbakan Mustafa Çağatay Anılar, Tanıklıklar!” Manavoğlu, Mustafa Çağatay’ı anlatarak, toplum belleğine ciddî katkı yaptı ve yakın tarihimizin bir bölümüne ışık tuttu. Çok ama çok iyi bir iş yaptığını rahatça söyleyebilirim. (Onu bir kez daha buradan kutlarım.)
36’ncı ölüm yıldönümünde, Mustafa Çağatay’ı mezarı başında bir daha anlatmama neden oldu. Ailesinin, aile adına benim konuşmamı istemesi, beni duygulandı. Elbette bundan onur da duydum. Eşi Tuncay Hanım’ı tanıyordum, daha yakından tanıdım. Muhterem bir kadın! Baba benim için bambaşka bir şeydir. Oğlu Erek Çağatay’ın babasına sahip çıkması hoşuma gitti. Daha da yakından tanıma olanağını bulduğum çok güzel bir ailesi var Çağatay’ın!
Cumhurbaşkanı’ndan Meclis Başkanı’na, Başbakan’dan Ana Muhalefet Lideri’ne, Büyükelçi’den komutanlara kadar tüm Devlet protokolu ölüm yıldönümü töreni için, ailesinin yaptırdığı mütevazi mezarı başındaydı.
Değerli dostum Çağatay’ın anısı önünde sevgi ve saygı ile eğilirim. Ruhu şad olsun!