Gazetelere bakınca görüşme süreci almış başını gidiyor.

Sanki sürekli barış kapının ardında. Dün, konuşmasından Doğu şiveli olduğu anlaşılan biri karşı kaldırımdan koşarak yanıma gelerek sordu:

“Abi gidici miyiz, kalıcı mı?”

Bir an ne diyeceğimi şaşırdım. Halk medyada çalışıyoruz diye, bizi birşey biliyor zannediyor. Yorum yapsak bir dert, yapmasak bir başka dert.

En iyisi işi pişkinliğe vurayım dedim. Anlamamazlığa yattım.

“Vallaha ben burada kalıyorum; yoksa bir yerlere giden mi var?”

“Yok Abi, soruyorıuz işte; daha vatandaş bile olamadık.”

“Vatandaşlık neden o kadar önemli?”

“Bak abi, devlet vatandaş değiliz diye bizi soyuyor. Yok kan muayenesi yok şu, yok bu!.. Bütün bunlardan bıktığımız için soruyoruz. Yoksa arkamızda kapı gibi Türkiye var!”

“Daha ne istiyorsun; KKTC’nin arkasında da Türkiye yok mu?”

***

Efendim, insanlar yerleşik düzen istiyor.

İnsanlar el emeğini göz nurunu biriktirip bir yatırıma dönüştürmek istiyor.

İnsanlar, çocuklarına bir gelecek sağlayabilmek, onların nereye ait olduğunun altını çizmek istiyor.

Bu topraklarda doğacak, bu topraklarda okula gideceksin. Gereğinde bu topraklarda askerlik de yapacaksın. Ama, buralarda yirmi yılını geçiren bir insana vatandaşlık çok görülece!..

Geçenlerde okudum; bilimsel bir kimliğin arkasına saklanmış bir hanım kızımız “Ben milliyetçiliğe karşıyım” diyor.

Peki o arkadaşın milliyeti ne?

Yanıt hazır; “Ben Kıbrıslıyım!”

“Orasını anladım da milliyetin ne? Türk müsün? Müslüman mısın?”

“Ben kendimi Luzinyan asıllı hissediyorum.”

Olay çok basit.

Hanım arkadaşımız Luzinyan asıllı olabilir. Yani o kendinin Türk değil, Latin asıllı olduğuna inanıyor.

Ama aynı kişi, eğer ismiyle müsamma ise, Dürüst olsun ve yanıtlasın:

“Türkün kendi milliyetine ve kendi kültürüne sahip çıkmasına neden karşı çıkıyorsun?”

 

***

Efendim, insanların hangi milliyetten olduğu değil, nasıl bir insan oldukları önemli. Türkün iyisi var da kötüsü yok mu?

Hem de ne kadar çok. Gazeteler boy boy kadın cinayetleriyle, çocuk istismarına ilişkin haberlerle dolu.

Ancak bu durum her yerde hemen hemen aynı?

Kızına tecavüz eden Alman bulunmuyor mu? Çocuk ponografisi yasak olduğu halde Amerika’da, İngiltere yok mu? Hergün televizyonlarda polisiye dizileri yer almıyor mu?

İnsanın kötüsü her yerde var; tıpkı iyisinin de olduğu gibi.

Ama insanı en fazla üzen, bazılarının sırf hava atmak veya çalım satmak için kendi kimliklerinden kolaylıkla vazgeçmeleri oluyor.

***

Geçenlerde birisi, sanki Mağusa kenti babasının malıymış gibi, Rum papazlara bir kilisenin anahtarını vardi. Eğer Oktay Kayalp o kilisenin anahtarını verse, kendini savunacak bir yanı var. Göğüsünü gere gere ben “seçilmişim” diyebilir.  Hoş öyle bile olsa, Mağusa’nın içine 56 yıldır girmemiş olanlara, al bu kiliseyi babanın malı gibi kullan diyemez.

Mağusa İnsiyatifi’nin KKTC topraklarını Rumlara peşkeş çekme yetkisine sahip değil. Kayalp, siyasi çizgisi ne olursa olsun, oturduğu koltuğa karşı çok daha dikkatli, halkına saygılı ve çok daha sorumlu.

Öte yandan beş, onbeş veya bilemedim ellibeş kişi kendini Mağusa’nın sahibi sanamaz. Bu insanlar Rumlar için en hassas konuyu, yani “Maraşı açalım” diyemez. Çünkü onların böyle bir yetkisi yok.  Bir grup insan kendini parlementonun da üstünde sanamaz.

Evet, Kapalı Maraş Türk-Rum görüşmelerinde masada bulunan bir konu. Ama, Türklerin “Güven artırmak için” Rumlara toprak verme lüksü yok.

Biz, KKTC olarak, adımızın başına “Kuzey” sözcüğünü ekleyerek, Rumlarla birlikte bir gelecek istediğimizi zaten belirttik.

Biz Ada’nın kuzeyini oluştururken, onlar da Güney Kıbrıs’ı temsil edecekler.

Bu gerçeği Rumlar da kırk yıldır biliyor. Yoksa neden Rumlarla barış için görüşelim ki?

Sivil Toplum Örgütleri STÖ’ler çağdaş dünyada çok önemli bir yeri var. Amcak bu durum, onlara Rum tarafının sözcüsüymüş gibi konuşma ve davranma hakkı vermez. Efendim, ya adımız gibi olalam ya da kendimize, bizi anlatan bir ad bulalım.

Dürüst olalım, dürüst. Luzinyanlı olanlar ne kadar Lüzinyan olma hakkına sahipse, biz de Türk kimliğimizden ödün vermeyelim. Efendim, saygılarımla!..