Kıbrıs Türkleri olarak yaklaşık 450 yıldır bu adadayız. Türkçe de onca yıldır konuşuluyor bu adada! Bu dille edebiyat yaratılıyor.
Bu sürede, aramızdan kitap yayımlayan yaklaşık 330 yazar/şair çıktı. Yaklaşık diyorum, çünkü tam sayıyı saptayamıyoruz. Hâlâ daha yıllarca önce yayımlanmış ve ansızın karşımıza çıkan kitaplarla karşılaşıyoruz.
Aslında bu sayı çok daha fazladır, çünkü 330 sayısı, yalnızca kitabı çıkmış olanlardan oluşur. Oysa biliyoruz ki çok sayıda başka yazarımız/şairimiz da ürün verdi/yazdı ama bu ürünleri kitaplaştıramayıp yalnızca gazete ve dergilerde yayımlayabildi. Bunlarla birlikte yazar/şair sayımız rahatça yaklaşık 500 gibi bir sayıyı bulur.
Yazdığı halde hiçbir yerde yayımlayamayan insanlarımız olduğunu da biliyoruz da bu gibileri saptamak olanaksız gibi!
EDEBİYAT YALNIZ ÜRÜN VERMEKLE OLMAZ
Daha önce de bu sütunda yazdım: Bir ülkenin edebiyatı olduğunu söyleyebilmek için, yazınsal ürünler verilmesi, yapıtlar yaratılması yetmez. Yaratıların, akademik çalışmalara da konu olması, edebiyat bilimi tarafından incelenmesi gerekir. Ayrıca yazınsal eleştiri kurumunun da oluşması koşuldur.
Eleştiri kurumu, yaptım demekle olmuyor. Eleştiri kurumunu o ülkenin edebiyat ortamı ve özel koşulları yaratır. Oysaki yaratılan yazınsal yapıtların bilimsel çalışmalara konu olması, biraz da bu yönde çaba harcanmasına bağlıdır ki maalesef bu, Kıbrıs Türk Edebiyatı’nın gelişmemiş yanlarından biridir.
Bundan dolayıdır ki ben kendim de edebi ürünler yaratırken, bir yandan da yıllardır Kıbrıs Türk Edebiyatı için akademik çalışmalar yapılması yönünde çaba harcadım. Bu yönde yıllardır kişisel çabalarım oldu. DAÜ-KAM (DAÜ Kıbrıs Araştırmaları Merkezi) çalışmaları içine edebiyata da yer verilmesini sağladım. Organize ettiğim başka sempozyumlarda da bu konu hep yer aldı. Bu bağlamda, KIBATEK olarak, 20 yılda 30’un üzerinde uluslararası sempozyum düzenlerken, Kıbrıs Türk Edebiyatı konulu bildirilerin de sempozyum programlarında yer alması için bıkmadan, usanmadan, yorulmadan çaba harcadım. Nitekim kitaplaştırılan her KIBATEK sempozyumunda Kıbrıs’la ilgili birkaç bildiri hep var oldu.
Ama bütün bunlar yeterli değildi. Hep bağımsız olarak yalnızca Kıbrıs Türk Edebiyatı ile edebiyatçılarının konu olacağı bir sempozyum ve kapsamlı bir Kıbrıs Türk Edebiyat Tarihi yazılmasını düşledim ve sonuçta bunu başararak,. 2014 yılında Ankara’da, 2016 yılında İzmir’de I. ve II. Kıbrıs Türk Edebiyatı ve Edebiyatçıları sempozyumlarını gerçekleştirdik. İkisinde de katılım fena değildi. 5 - 6 Mart 2018 günlerinde gerçekleşen sempozyum üçüncüsü oluyor ve programında, Ankara ve İzmir sempozyumlarında sunulan toplam bildiri sayısını neredeyse üçe katlayan sayıda, 67 bildiriye yer verildi. Bu bildiriler, oldukça geniş bir yelpaze oluşturuyor ve bu bildiriler arasında, KKTC’nin ve Türkiye’nin yanında, Azerbaycan, Bulgaristan, Gagauzyeri - Moldova, İran, Kazakistan, Özbekistan, Polonya ve Rusya’dan akademisyenlerin sunduğu bildiriler de var.
Bu arada, bir süreden beri, başlangıcından (1571’den) günümüze (2017 sonu), olabildiğince kimseyi dışlayıp unutmadan; yazınsal kitap yayımlayan tüm yazarlarımızı/şairlerimizi içerecek Kıbrıs Türk Edebiyatı Tarihi’nin yazımını sağlayacak bir proje/çalışma içinde olduğumuzu da belirteyim..
EDEBİYAT (VE ELBETTE BİR BÜTÜN OLARAK SANAT), TOPLUMUN MUTLULUK KAYNAĞIDIR
Niçin yapıyoruz bunları? O kadar önemli mi edebiyat tarihi yazmak?
Evet önemlidir. Biz bu işi önemsiyoruz.
Bir dönem Fransa’da kültür bakanlığı yapan ve bir tiyatro sanatçısı olan Jack Lang, sanatın toplumun mutluluğu için önemini ve gerekliliğini belirterek, sanattan yararlanmanın insanın mutluluk hakkı olduğunu dile getirmiş; sanattan yalnız küçük bir elit zümrenin değil, tüm yurttaşların yararlanması gerektiğini savunmuştu. Buna yürekten inandığımı özellikle vurgulamak istiyorum.
Elbette ki sanat yalnız elit bir zümre için olmamalı! Sanat, estetik/güzellikle koşut yürür. Yani bir anlamda güzelliği temsil eder sanat! Güzellik herkese ulaşmalı, herkes güzellikten zevk alıp mutlu olmalı! Sanatın insan mutluluğu ile koşutluğunu gösteren örnekler vardır:
İkinci Dünya Savaşı sürüp de Londra Alman uçakları tarafından bombalanırken, İngiliz hükümeti sinemaları, tiyatroları ısrarla çalışır durumda bırakmış; savaşta yıkılan Berlin’de ilk yapılan binalardan biri opera binasıydı.
38 ay Sırp kuşatması altında direnen, dış dünya ile temasını bir yeraltı kanalıyla sağlayabilen Bosna’nın merkezi Saraybosna’nın Senfoni Orkestrası susmamış; bombalama sürerken bile çalışmalarını sürdürmüştü.
Örnekleri uzatmak mümkün!
Önemli olan tüm örneklerin, sanatın insan ve toplumun mutluluğu ile ilgili işlevinin bilinmekte olduğudur. Elbette ekonomik kalkınma ve zenginleşme önemlidir ama ekonomik kalkınma, (sanatın toplumsal mutlulukla ilişkisinin başka türlü anlatımı olan) sosyo- kültürel kalkınmayı sağlamazsa yarım olur.
SANAT/EDEBİYAT, EN ETKİLİ TANITIM ARACI VE TOPLUMSAL BELLEĞİN TA KENDİSİDİR
Edebiyat/sanat ve bilim, toplumların (halkların/devletlerin/ulusların) en etkili ve engellenemez tanınma aracıdır. Bilim ve spor için de aynı şey söylenebilir ama özellikle spor için yaşanan onca olaydan sonra bunu söylemek dünya gerçekleri ve gerçekliği ile bağdaşmaz.
Konumuz edebiyat olduğu için bunu söylemekle yetiniyorum ve Lenin’in “ben Rusya’yı romanlardan tanıdım” sözünü anımsatmak istiyorum. Fazla söze gerek yok sanırım. Dünyayı sarsan bir devrimi yapan bu insanın, bunu söylemesi edebiyatın üçünü göstermeye fazlasıyla yeter!
Nitekim ne Demir Perde, ne diktatörlükler, ne coğrafi engeller, ne sınırlar, ne ideolojiler edebiyatın/sanatın dünyaya yayılmasını ve tanıtım aracı olmasını hiç engelleyemedi. Bu gücü ben de yaptığım çalışmalarda her zaman gördüm.
Edebiyatın, toplum belleğinin ta kendisi olduğunu, “Mısır’daki Sağır Sultan’ın bile duydu”ğunu artık herkes biliyor. Bundan dolayı ciddi biçimde bellek sorunu yaşayan Kıbrıs Türkleri için edebiyat daha da önem kazanır.
SON OLARAK
2011 yılında 16 ülkeden 26 edebiyat dergisinin temsil edildiği “IV. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi” KKTC’de toplanmıştı. O Kongre’de söylenen bir söz, edebiyatın işlevinin, bellek yaratmanın, tanımanın/tanıtmanın da ötesinde olduğunu gösterdi.
Kongre’ye katılanlar arasında, daha sonra ölen 84 yaşındaki İranlı Cevat Heyet de vardı. Cevat Heyet, bir edebiyatçı ve bir tıp doktoru, ülkesinde çok tanınmış bir operatördü. 33 yıl Tahran’da, Azeri Türkçesi ile Varlık adında bir dergi çıkarıyordu.
Varlık dergisini nasıl çıkardığını, yaşadığı sıkıntıları, sorunları; bu arada, “tıp operatörlüğü ile edebiyat arasındaki farkı” şöyle anlatmıştı: “Cerrahlık (ve tabii genel olarak tıp) birey olarak insan hayatını, edebiyat ise bir milleti/halkı/toplumu kurtarır.”
Böylesi çarpıcı bir edebiyat tanımlamasını ilk kez o gün duyduğumu itiraf etmeliyim.
Sözün kısası, edebiyatı önemsenmek için ciddi ve yeterli nedenler var. Ona onca zaman ayırıp çalışmalarını sürdürüyorsak, zamanımız boşa gitmiyor.