GEZİ NOTLARI-15

Merhaba sevgili Vatan okuyucuları. Hepinize iyi bir hafta dileyerek gezi notlarımıza ondördüncü  haftada  kaldığımız  yerden devam ediyoruz.  .

 YENİ HAVAALANINDAN İSTANBULA İLK YOLCULUK
Torunum Lal doğduğundan beri Nisan ayının son haftasını İstanbulda geçirmek bizim için neredeyse bir gelenek haline gelmiştir. Ancak uluslararası İSG kongreleri nedeniyle son iki senedir bu geleneği bozmuştuk. Bu sene, başka bir gezi nedeniyle İstanbul ziyaretinin aksamaması için biletlerimizi aylar öncesinden aldık. Tesadüf bu ya, İstanbul ziyaretimizden 2 hafta kadar önce Atatürk Havaalanı devreden çıkarıldı, Uçuşlar yeni havaalanına yapılmaya başlandı. Bu vesile ile yeni havaalanını da görmek bizim için bir değişiklik olacaktı. 
Uçuş yarım saat kadar rötarlı başladı. Yolcular uçakta beklerken anons yapıldı : “Sayın yolcular, gelecek olan 4 yolcumuz daha var, onlar gelir gelmez uçuşumuz gerçekleşecek” Mübarek sanki Taksim – Aksaray dolmuşu. Bir an “Acaba ben de gecikseydim, beni de beklerler miydi” diye düşünmekten kemdimi alamadım.
Uçak yarım saat geç kalktı ama  gayet rahat bir yolculuktan sonra yani havaalanına indiğimizde, programdan bir saat 15 dakika geç indiğimizi alandaki panolardan görünce hayret ettim. Demek ki 45 dakika havaalanının üzerinde dolanmışız. 
Havaalanının yapımı için harcanan para kadar olmasa bile, havaalanının reklamı için de oldukça büyük paralar harcanmış. Taşınma işlemi günlerce TV lerden haber yapılmış. Taşınma gerçekleşti ama, inşaat da devam etmekte. Yüzden fazla kule vinç hala alanda çalışıyor. Hafriyat alanları, işaretlerin yerleştirilmesi henüz bitmemiş. Terminal binası içindeki mağazaların da önemli bir kısmı henüz açılmamış. 30 dan fazla valiz taşıyıcı band var. Kapıların üzerinde dış taraftan yazılmış kapı numaraları var ama bu numaralar bina içinden görünemiyor. 
Bu da yolcularla onları karşılayacak olanların iletişimini zorlaştırıyor.  Sık kullandığımız bir deyim var “Cami ne kadar büyük olsa, imam bildiğini okur” İstanbul havaalanı da öyle. Yolcu sayısı henüz artmadığından, koca terminal binası içine yolcular dağılınca, her taraf bomboş görünüyor.  Pasaport kontrolundan çıktıktan  yarım saat sonra valizler gelebildi.  Gidişte de dönüşte de rotar yaşadık. Demek ki bu bir gelenek. Havaalanı değişse bile taşımacılık şirketlerinin mantığı değişmiyor. Yolcuları bekletmeyi kendilerinde hak olarak görüyorlar.
Havaalanından İstanbula giden çevre yolları da henüz tam olarak bitirilemedi. Yön gösterici levhalar birçok yerde eksik. Bir an dalıp yanlış bir yöne saparsanız, gideceğiniz yere varmak bir saat uzayabilir. Benim İstanbula yolculuk yapacak olanlara önerim, Avrupa yakasına gidecek olsalar dahi, Sabiha Gökçene uçmalarıdır. Yeni havaalanına yapılacak olan yolculuk şu anda katlanılır gibi değildir.

YENİ HAVAALANINDAKİ FİYATLAR
Uçuşumuzdan birkaç gün önce sosyal medyada yeni havaalanındaki fiyatların çok yüksek olduğu yönünde çeşitli gönderiler paylaşılmıştı. Bu nedenle astronomik rakamlarla karşılaşmayı bekliyordum. Ama o kadar da olmadı .  Fiyatların bir kısmını  resimde görüyoruz. Hatta bazı fiyatların Atatürk havaalanından yeni havaalanına taşınma sırasında düştüğünü bile söyleyebiliriz. 
İstanbul havalimanından Bahçelievlere varışımız eskiden arabayla on dakika sürerken, bu sefer bir saattten fazla sürdü. Güzergah üzerindeki Zekeriyaköyde  45 sene önce bir çalışma yapmıştım. O zamandan bu zamana İstanbulun diğer bölgelerinde korkunç bir yapılaşma yaşanmışken, buralarının fazla değişmediğini görmekten çok mutlu olduğumu söyleyebilirim. Buraları, adına benzer şekilde hala daha bir köy gibi.Yemyeşil, ağaçlık, çiftlik evleri. İnsanlar hafta sonları Kahvaltı yapmak, organik ürünler almak için buralara  akın ediyorlar. 

DEĞİŞEN SADECE HAVALİMANI DEĞİL
İstanbul sürekli bir değişim yaşıyor. Her geldiğimde birçok değişiklikler görüyorum. Yeni yollar, köprüler, vasıtalar, teknolojler, insanlar ve davranışlar ekleniyor. Bundan 10 yıl önce Bahçelievlerdeki Medical Park hastanesinde  açık kalp ameliyatı geçirmiştim. Bina 14 katlıdır ve Yeşilköydeki Atatürk Havaalanına inecek olan uçaklar alçalarak binanın 12. katının seviyesinde uçarak geçer ve iniş yaparlardı. Birkaç dakikada bir buradan bir uçak geçerdi. Yeni havaalanı devreye girdikten sonra buradan saatte birkaç tane uçak geçmektedir. Bunlar da ya kargo uçağı, ya askeri uçak veya eğitim uçaklarıdır. Yeni havaalanına gidecek olan uçaklar çok yüksekten geçmektedir. 

45 YIL SONRA ALINAN DİPLOMA
1974 Barış harekatının hemen sonrasıydı.  KıbrIsta durum karmakarıştı. Bir taraftan 1963 göçmenleri köylerine dönmeye çalışıyor, diğer taraftan güneyde yaşayanlar kaçak yollardan kuzeye geçmeye çalışıyordu. Harekattan sonra terhis olup İstanbula dönmüş, bitirme tezimi vererek mezun olmuştum. Kıbrısın bu kadar karışık olduğu bir dönemde, gereksiz yere İstanbulda kalmaktansa, Kıbrısa dönüp bir mühendis olarak hem  durumun düzelmesine katkıda bulunmak hemde iş bulma olanaklarını araştırmak amacıyla diplomamın imzalanmasını beklemeden, üniversiteden  bir mezuniyet  belgesi alarak Kıbrısa döndüm. O günden bugüne kadar bu  mezuniyet belgesiyle idare ettim.  Bu sene İstanbula gelmişken fakülteye uğrayıp diplomamı almaya karar verdim.
45 sene öncesine göre çok değişmiş olan bu şehr-i İstanbulda, İTÜ ye bağlı fakültelerin de yeri değişmiş, Ayazaağada oluşturulan kampüse taşınmışlar. Gidip diplomamı aldım.  Ayazağaya gelince bundan 45 sene önceki anılar gözlerimin önüne geldi. Ayazağa ile ilgili olarak 2 anıyı ilginç bulduğumdan okurlarla paylaşmak istedim:
Üniversite üçüncü sınıfta  Topoğrafya dersimiz vardı  Bu ders arazide ölçme ve hesaplama  işleriyle ilgilidir.  Programda Bir yıl teorik ders gördükten sonra bir ay arazi çalışması bulunmaktadır.
 Bu arazi çalışmaları, o zaman Ayazağadaki İTÜ ye ait arazide (Bugün fakültelerin bulunduğu kampüs) yapılmaktaydı. Arazi çalışmaları sırasında asistan hocalar bize dersten önce bazı açıklamalar yapar , öneride bulunurlardı. Çalışmalar, Temmuz – Ağustos aylarında, en sıcak aylarda , güneş altında, ekipler halinde  yapılırdı. Çalışma başarısız olursa, bütün ekip çalışmayı tekrarlamak zorunda kalırdı.
Arazi hocalarının çoğu asistanlardı. Bunların çoğu, o dönemde bir rüya takımı olan İTÜ Basketbol takımının oyuncularıydı. Yıllarca üst üste Türkiye şampiyonu olmuşlardı. 

GEMİ DEMİR ALINCA ÇALIŞMALAR BOŞA GİTTİ
Arazideki ilk gün hocamız bizim ekibi topladı. Dersi kısaca özetledikten sonra en önemli noktayı bir kez daha hatırlattı:
“Bu dersle ilgili olarak işe başlarken, yerinin değişme ihtimali sıfır olan 3 tane nokta belirleyeceksiniz. Bunlara röper noktaları denir. Bütün ölçme işlemlerinizi bu 3 noktaya dayandıracaksınız, oraya bağlayacaksınız ve ölçmelerin doğruluğunu bu noktaların koordinatlarıyla sağlayacaksınız. Onun için bu 3 noktaya dikkat edin. Bir minarenin tepe noktası veya bunun benzeri olan noktalar olablir. Yeter ki yerinin değişme ihtimali hiç olmasın. Geçtiğimiz senelerde bir ekip röper noktası olarak bir geminin direğini seçmiş. Bir ay çalışıp projeyi bitirdiler. Son gün sabah gelip ölçülerin sağlamasını yapmak istemişler. Bir de ne görsünler, röper noktalarından biri yok. Direğini röper noktası olarak seçtikleri gemi, gece demir açıp gitmemiş mi?! Bütün çalışmaları heba oldu. Başka bir röper noktası seçerek bir ay daha çalışmak zorunda kaldılar. Dikkat edin, sakın siz de öyle bir hata yapmayın. Bir de sağlığınıza dikkat edin. Güneşte çalışıyorsunuz, terleyeceksiniz, vücudunuz su ve tuz kaybedecek. Dikkatli olun” ”B
BBu ikazı dikkate alarak titizlikle çalıştık. Projeyi bitirdik, arazideki son günümüzde bir kutlama yapalım dedik. Herkes evinden bir miktar yiyecek getirecek, bunları karıştırıp hep beraber yiyecektik. Hatta asistan hocamızı da yemeğe davet etmeye karar verdik. Aklımızca samimiyet kuracak ve sınavı kolay geçecektik.  Bizim sınavımızı yapacak olan basketbol takımındaki Semih hocayı çağırdık. 
Bizi kırmadı, geldi. Hep birlikte  öğle yemeğini yedik, şakalaştık, sonra aletleri toplayıp üniversitenin servis aracına bindik, fakülteye doğru yola çıktık. 
Yolda o günlerde sanat yaşamına yeni başlamış olan Nilüfer’in şarkılarını dinleyerek  içimizden ‘sınavı geçmeyi garantiledik’ diye düşünerek huzur buluyorduk.  Ama sonuç beklediğimiz gibi olmamıştı. İTÜ nün önemli hocalarından, İTÜ ve Basketbol milli takımının en değerli elemanlarından Semih hocayı, birkaç köfteyle kandıramamıştık. Sınıfın yarısı sınavda başarısız olmuştu.

ALIŞVERİŞ MERKEZİNDE RESİM ÇEKME KRİZİ
İstanbul insana hergün yeni sürprizler sunuyor.  Alışık olmadığınız durumlar yaratıyor Yeni şeyler öğretiyor. Her gittiğimde muhakkak birtakım ilginç olaylarla karşılaşıyorum.  Resimde bir alışveriş merkezi görünüyor. 
23 Nisan günü bayraklarla süslenmiş, Atatürk posteri asılmış. Ben de bu manzarayı görüntüleyim deyip cep telefonuyla resim çekmeye başladım. Birdendire yanımda üniformalı biri belirdi. Bana: “Niye resim çekiyorsun?” diye sordu. Şaşırdım.  İlk defa resim çekmeye karşı çıkan birisini görmüştüm. Polis veya resmi görevli değil, AVM nin güvenlik görevlilerinden biriydi. “Yasak mı?” diye sordum. “Evet” deyince “Ama etrafta resim çekmenin yasak olduğunu gösteren bir yazı veya tabela yok. Biz nereden bileceğiz” dedim. Görevli ısrarlı “Ben söylüyorum ya, yetmez mi?” 
 Gelecek hafta devam etmek üzere herkese iyi bir hafta diliyorum.