Merhaba sevgili Vatan okuyucuları. Hepinize iyi bir hafta dileyerek    onsekizinci  haftada  kaldığımız  yerden devam ediyoruz.     

DÜNYANIN ÖTEKİ UCUNA BİR YOLCULUK

Singapurdki ilk gece neredeyse aç kalmıştık. Bu nedenle ertesi gün ne olur ne olmaz diyerek esaslı bir  öğle yemeği yedik .  Kongrede verilen yemekleri bitirmek olanaksızdı. Bazılarını da biz beğenmemiştik. Meyve tabağı içinde sarı ve kırmızı dilimlenmiş meyveler, karpuz ve kavunu işaret ediyordu ama “Gözümle görsem bile inanmam” lafı boşuna söylenmemişti. Ortada kavun falan yoktu. Kırmızı olanlar da, sarı olanlar da karpuzdu. Akşama da otelin civarında ama bu kez ters istikamette dolaşarak başka restorantlar keşfetmeye karar verdik. Bir gece önce dolaştığımız tarafta cami varken, diğer tarafta kilise yer alıyordu. Muhtemelen bu yapılar, insanların yemek kültürüyle de ilgiliydi.  Bu seferki keşif gezimizde KFC  ve diğer tanıdık markaların bulunduğu bir  AVM keşfedince bayağı sevinmiştik. En azından yiyebileceğimiz bişeyler vardı ve aç kalmaktan kurtulmuştuk.
Alışveriş merkezleri de farklı kültürleri cezbedecek şekildeydi. Otelin hemen yanındaki bir AVM daha ziyade Ortadoğu ve islam / hint  geleneğindeki öğeleri içerirken (Baharat, mücevher, yemeni ve eşarplar, çeşitli dekoratif ve kıymetli taşlar v.s.) , daha ilerideki AVM de hem yerel hemde uluslararası markalar ve ürünler (Giysiler, ayakkabı ve çantalar, elektronik ve elektrikli eşyalar, kameralar , fast food lar v.s.) yer alıyordu. Ayrıca  AVM lerin içinde, sabit arabaların üzerinde satış yapanlar vardı. Arabalar, hep aynı tipteydi. Elektronik eşyalar çeşit ve fiyat olarak bize göre çok daha uygunken yiyecekler, giysiler ve hizmet sektörleri bize göre çok pahalıydı.Bir şişe su 3.5 ve bir paket patates çipsi 4.5 dolar, bir hamburger , çips ve içecek 18 dolardı.

Buradaki cami Malabar  ( Altın kubbe) Camii) , merkezi bölgede, Kampong Glam  ilçesinde ve Rochor Planlama alanında,  Victoria St ile Jalan Sultan   kavşağında olup 24 Ocak 1963 tarihinde ibadete açılmıştır.  Tek kubbeli bir camidir. Victoria st, kentin  en önemli caddelerinden biri olup, caddeyle Rohor Kanalı arasında mezarlıklar, okullar, müzeler ve çeşitli yapılar bulunmaktadır.
Kongre boyunca çeşitli ülkelerden gelen kişilerle, kurumların, üniversitelerin ve firmaların temsilcileriyle tanıştık.  Kongre her yönden gayet iyi organize edilmişti. Kongrenin son günü için programa teknikgeziler konmuştu. Çeşitli firmalara teknik geziler düzenlenecekti.  Ayrıca Malezyadaki bir hastaneye de İş Sağlığı ve Güvenliği açısından bir gezi düzenlenecekti. Bizim kayıt işlemleri uzadığı için bunlara katılma fırsatı bulamadık.  Son gece bir parti düzenlenmişti.  Kongreye katılanlara Singapur alfabesiyle katılımcının ismi yazılarak  bölgeye has bir ürün olan yelpaze hediye ediliyordu. Bu hatırayı alabilmek için herkes kuyruğa girmişti. Bu arada çeşitli  eğlenceler tertiplenmişti. Sanatçılar çikıp şarkı söylüyor, civar ülkelerden  ve uluslararası kuruluşlardan gelen temsilciler son konuşmaları yapıyor, katılımcılar bir sonraki kongre için Kanadaya davet ediliyordu.   Kısacası, kongrenin finali de müthiş olmuştu. Her çeşit yemek katılımcılara ücretsiz olarak ikram ediliyordu.
Ertesi gün sabahleyin uçak
saat 06 da Singapurdan havalandığında ekranda Katara olan  yolculuğun 6650 Km olduğu ve   7 saat süreceği yazıyordu..
Larnaka – Doha uçuşu bir Alman şirketine ait uçakla gerçekleştiğinden dümdüz bir uçuşla Doha’ya varmıştık. Dönüşte ise
Katarın diğer Arap ülkeleriyle yaşamakta olduğu gerginlik yüzünden Katar-Larnaka yolculuğu süre olarak neredeyse iki kat uzamıştı. Kuveyt, Irak, Ürdün gibi ülkeler Katar uçaklarına hava sahalarını kapattıklarından  uçak  İran sınırına yakın bir güzergah izleyerek Türkiye’ye kadar gitmişti. Buradan itibaren Türkiyenin güney sınırlarını takiben Hataya gelmiş ve oradan Larnakaya yönelmişti. Larnakaya indiğimizde artık akşam olmuş, ortalık kararmıştı. Yeni bir yolculukta birlikte olmak dileğiyle.

12 MART   DARBESİNİN GÜNLÜK YAŞAMA ETKİSİ

İstanbul – Aydın yolculuğu sırasında sabah otobüsüyle yola çıkmamıza rağmen, meydana gelen trafik kazası nedeniyle İstanbuldan ancak akşamüstü yola çıkabilmiş ve bütün gece yolculuk yapmak durumunda kalmıştık. Bu nedenle dönüş yolculuğunda fazla seçici olmadım. Akşam otobüsüyle Aydından yola çıktık.  Aydın-İstanbul arasında  iki ayrı güzergah kullanılıyordu. Birisi Denizli - Afyon üzerinden, diğeri İzmir üzerinden . Aydın- İzmir arasında herşey yolunda gitti.  Otobüs İzmir garında durdu, oradan da yolcu aldıktan sonra yola devam etti. Aynı dakikalarda, rakip firmalardan birinin otobüsü daha İstanbula doğru hareket etmişti.  İzmir – İstanbul arasındaki duraklardan da yolcu alma  durumu olduğundan, iki otobüsün şoförü ilk durağa daha önce varmak için birbirleriyle yarışa girmişti.
Dönem, 12 Mart askeri darbesi dönemiydi. En küçük bir ihbarda, en ufak bir şikayette insanlar toparlanıp içeri sokulurdu. Binbir  türlü işkence iddiaları hala daha anlatılmaktadır. İnsanların yaşamı kayardı.Bu nedenle herkes sesini çıkarmaya cesaret edemezdi.
Ancak otobüslerin birbirleriyle yarışa girmesi, her iki otobüsteki insanları endişeye sevketmişti. Sonunda can korkusu, 12 Mart korkusunu bastırdı. Yolcular homurdanmaya başladı. Bugünkü gibi bölünmüş otoyollar yoktu. Güzergah sık virajlar bulunan bir yoldu. Bu yolda otobüslerin yarışa girmeleri, sürat sınırını aşmaları çok büyük bir tehlikeydi. Birkaç kişi ön plana çıkarak şoförü ikaz etmeye çalıştılar. Şoför onlardan baskın çıktı. Kısa süren bir şoför- yolcu tartışmasından sonra sesi çıkan sadece bir yolcu kalmıştı. Onun sesini bastıramayacağını anlayan şoför sesini kesti ama hızını kesmedi. 20 kilometre kadar  sonra virajlar bitmiş, düz bir yol başlamıştı.  Bir süre daha kendi başına yüksek sesle konuşan yolcu da sesini kesti. Biz tartışma bitti sanmıştık. Ama ilk durağa geldiğimizde bizi, özellikle yüksek sesle konuşan yolcuyu bir sürpriz bekliyordu.
Otobüs durduktan kısa bir süre sonra bir manga silahlı asker geldi,  şoförün işareti üzerine yolcuyu yaka paça yakalayıp, konuşmasına fırsat bile vermeden götürdüler. O dönemde, aykırı seslere yer yoktu. Çok konuşanlara hayat olmadığını bu şekilde öğrenmiştik. Bu kriter hala daha karşımızda bulduğumuz çok önemli bir kriterdir. 

HASPOLAT ÇEMBERİNDE DOLAŞIRKEN

Değerli okurlar,
Bu sayıda Haspolattan yola çıkıp İskele yolu üzerinden Mağusaya doğru yapacağımız bir gezinti sırasında karşılaşacağımız olayları , durumları ve anıları sizinle paylaşmaya çalışacağız.

Haspolat köyünden Lefkoşaya giderken Haspolat çemberinden dolaşıp bölünmüş yola girebilirsiniz. Ya da, daha batıdaki yolu kullanarak Taşkenten gelip yeraltından geçen yolu kullanarak bölünmüş yola girebilirsiniz. Köyden gelirken bölünmüş yolun kuzeyi karşımızdadır . O zamanla mukayese edebilmek için. yolun kuzeyinin ne kadar değiştiğini hatırlamaya çalışırsanız, yapamazsınız. Yapamazsınız, çünkü   bundan 45 yıl öncesini hatırlayanlar bilecekler, o zaman henüz Lefkoşa Mağusa yolu burada yoktu.  1974 Barış Harekatı sırasında Lefkoşa- Mağusa yolunun Haspolat sanayi bölgesi ile K.Kaymaklı arasında kalan kesimi BM kontrolundaki ara bölgede kalmıştı. Lefkoşadan arabayla Mağusaya gitmek için Dumlupınar köprüsü – Hamitköy üzerinden Dikmen – Taşkent  yoluna çıkılır, o yol izlenerek Taşkent – Haspolat yolu üzerinden bugünkü çemberin olduğu yerden Mağusaya gidilirdi. Bu nedenle Hamitköy  ile Haspolat arasına yeni bir yol yapımına başlandı. O günlerde sonradan Sanayi Holdinge verilmiş olan BOR-SAN (Birinci Mil Organize  Sanayi  Bölgesi) ndeki fabrikaları devreye almakla görevlendirilmiştik. Planlama ve Koordinasyon Bakanlığında çalışıyorduk. Bakan Alper Orhon, müdürümüz Hilmi Refikti. Bugünkü Cumhurbaşkanlığının olduğu yerden sabahleyin bir otobüs mühendisleri alır, yukarıda belirttiğimiz güzergah üzerinden  Mia Milya (Haspolat) daki sanayi bölgesine getirirdi. Ulaşımı kolaylaştırmak için  Hamitköy – Haspolat arasında yeni bir yol yapımına başlandı. Ganimet makinaları bulan karayollarına bağlı personel yağmur çamur demeden yolu bir an önce bitirmek için canla başla çalışıyordu.  Şoför, Kaynakköy otobüsünün sahibi Hüseyin dayı idi. Oldukça espritüel ve çekinmeden konuşan birisiydi. 
Güzergahta öenemli miktarda dolgu yapılması gerekmişti. Bugünkü seviyeye ulaşıldığı zaman ulaşım kolay olsun diye bazı şoförlere ayrıcalık tanımışlar ve yol inşaatı devam ederken yolu kullanmalarına izin verilmişti. Mevsim kıştı. Zaman zaman yolda çalışan makinaların şoförleriyle yolu kullanan şoförler arasında tartışma çıkıyordu. Yine yağışlı bir günde, yol güvenliğini sağlamak için yolun yarısını  iş makinalarının, diğer yarısını da otobüs ve kamyonların kullanımına vermişlerdi. Bu nedenle zaman zaman yolda tıkanmalar oluyor, trafik aksıyordu.  Hüseyin dayı hem bizi, hem kaynakköylü yolcuları hemde bazı öğrencileri taşıdığından bir an önce bizi götürüp geri gelmesi gerekiyordu. Yolun tıkanmasına sinirlendi. Yol inşaatında çalışanlara bağırmaya başladı: “Bir yolu bitiremediniz. Ne zaman bitireceksiniz. Türkiye yakında III. Harekatı yapıp Leymosunu da alacak. Sizin  yolunuza ihtiyaç kalmayacak” diye bağırmaya başladı.  III. Harekat yapılmadı ama yol kısa süre sonra tamamlandı. Lefkoşa – Mağusa yolculuğu çok daha kolay hale gelmişti.
Haftaya bu  güzergahtaki yolculuğumuza devam edeceğiz. Hepinize iyi bir hafta diliyorum.