İŞTE KIBRIS KONUSUNUN BİLİNMEYENLERİ…

                                                (Rahmetli Denktaş’ın anlatımıyla…)

                                                                   YAZI DİZİSİ:

  BÖLÜM-1

  Kıbrıs konusunda ne kadar çok şey söylendi, anlatıldı ve yazıldı. Ülkemizin dış siyasetinin son 50 yılına damgasını vuran, bölgesel milli menfaatlerimiz uğruna savaştığımız adı Kıbrıs olan o stratejik ada hala gündemimizde, hala uluslararası arenada çözüm bekleyen en önemli konu, hala en hassas bölgeler arasında.

  Kıbrıs konusunun çözümsüzlük nedeni aslında çok açık!

  Çünkü adanın yarı buçuğunu elinde bulunduran Rumlar; adanın tamamının yanı sıra, yönetimini de istiyor! 1974 yılında Rum’un zulmünden kurtulup hürriyetine kavuşan, 1983 yılından bugüne kendi kurmuş olduğu KKTC’de hür ve bağımsız yaşayan Kıbrıs Türk Halkına ise adada sadece azınlık olarak yaşayabilirsin diyor da başka bir şey demiyorlar!

  Hemen şunu ifade etmeliyim ki, Kıbrıs meselesi bir alacak verecek davası değildir. Kıbrıs meselesi denildiğinde; Akdeniz’deki konumu nedeniyle Türkiye’nin ön cephesi olan Kıbrıs adasının stratejik önemi akla gelir.

   Kıbrıs konusu dendiğinde; Türkiye’nin tarih sayfalarından süzülüp gelen ada üzerindeki 307 yıllık hâkimiyeti, uluslararası anlaşmaların ülkemize tanıdığı yasal hakları ve hukuku akla gelir.

 Kıbrıs adası bizlere atalarımızdan yadigâr vatan toprağımızdır. Tarihin hiçbir döneminde ne Rum’a, ne de Yunan’a ait olmamıştır.

 Kıbrıs meselesini kitaplarına konu alan pek çok akademisyen, konunun uzmanları, olayların içinde yer alan siyasiler olmuş, makaleler yazılmış, konferanslar verilmiştir. Ben de Kıbrıs Milli davamızla ilgili bugüne değin pek çok kitap kaleme aldım, konferanslar verdim, binlerce makale yazdım.

  Ama bu defa; Kıbrıs konusunun bilinmeyenlerini bu meselenin bayraktarı, Kıbrıs Türk’ünün bu konuyla ilgili haklı davasını tarih sayfalarına kazıyan KKTC’nin Kurucu Cumhurbaşkanı rahmetli Denktaş’ın anlatımıyla yazmak istedim.

  İşte, bu yazı dizisinde, konunun pek çok anlatılmayanı okuyacak, Kıbrıs meselesinin gerçekleriyle tanışacaksınız.

  Rahmetli Denktaş’ın anlatımı olan bu gerçekler; 2010 yılında yazmış olduğum, ‘’Tarihten Gelen Çığlık’’ isimli kitabımda da yer almıştır. Okuyacağınız her bölüm Kıbrıs meselesinin Türkiye ve Kıbrıs Tür Halkı için neden çok önemli olduğunu da gözler önün sermektedir.

  Şimdi, neredeyse ömrünün tamamını doğduğu vatan toprakları Kıbrıs’ta halkının müreffeh geleceğine adayan, sonunda bu onurlu mücadeleyi kazanarak, kurmuş olduğu KKTC devleti ile taçlandıran; doğru tespitleriyle, fikirleriyle hala konuyla ilgili siyasetçilere yol gösteren, büyük devlet adamı rahmetli Denktaş’a sözü bırakalım.

O bilge kişiliği ile Kıbrıs konusunun bilinmeyenlerini tarihe yazdığı gerçekleriyle anlatsın bizlere;     

“1950’li yılların en önemli olayı, Rumların gerçekleştirmiş olduğu, Enosis plebisitidir. Kilisede defter açtılar, papazlar kiliseye normal olarak ibadete gelenlerin imzasını aldı Enosis ister misin diye? Kiliseye gelmeyen insanların evlerine gittiler teker, teker! Biz biliyoruz, siz fazla dindar değilsiniz ama bugün milli meseledir. Gelip şu defteri imzalayın, gelmezseniz kilise tarafından aforoz edileceksiniz diyerek insanlarına baskı yaptılar! Onun için herkes gitti ve imzaladı. Onun sonucu olarak da bütün dünyaya sanki Kıbrıs’ın, % 95’i Rum çoğunluğudur, tek halk vardır ve Enosis ister diye duyurdular! Yani o günden itibaren, tek halk mı? Çift halk mı? Tartışmaları başladı…

Bunun üzerine Doktor Küçüğün etrafında toplanmış olan insanlar, Rumlar bu duyurularını nereye gönderdilerse; bu duyuru Rumların bir oyunudur, Kıbrıs’ta iki halk vardır diyerek, oralara protesto metinleri gönderdiler. Aynı yıl bu plebisiti yapan ihtiyar Başpiskopos ölür ve yerine herkesin Makarios diye bildiği, 3’ncü Makarios geçer. Makarios kilisede Başpiskoposluk yemini yaptıktan sonra, devam ederek bir de milli kutsal yemin yapar ve derki:

‘Hayatım boyunca Enosisi elde edinceye kadar çalışacağım…’’ 1950-1952 yıllarından sonra öğreniyoruz, Yunanistan’a gidiyor, Yunanistan’ı bu konuda teşvik etmeye çalışıyor, artık koloniler ayakta her yerde isyan halindedir, biz de isyan edelim diyor, ancak kendisini yatıştırıyorlardı ama Grivas ile temaslarını da o dönemde başlatmış oluyordu!

BÖLÜM-2

1954’de Saint George isimli tekneyle ilk teröristler grubunu oluşturan, Yunanlı ve Kıbrıslı Rumlar yanlarında getirdikleri silahları ile birlikte Kıbrıs’a çıkıyorlardı. İngiliz devriye gemileri bunları takip ediyor, çıktıkları yeri görüyor, bir kısmı yakalanıyor ama Grivas içeri sızıyordu! O dönemde, Baf’ta o yakalananların davasını görüyoruz, 1955 yılının 1 Nisanı gelmiştir! E.O.K.A harekete geçiyor, artık 1955’den, 1958’e kadar E.O.K.A mücadelesi başlamıştır. E.O.K.A’nın bize karşı olan bu terörist faaliyetlerine karşı koymak amacı ile bilindiği gibi bölgesel küçük gruplar halinde direnişler deneniyor. Doktor Küçüğün de desteklediği ‘Volkan’ adıyla ama silahsız bir örgüt kuruluyor. Rumlar bir Türk öldürdü müydü, buna cevap olarak, gidip 1-2 Rum dükkânı yakmak suretiyle nümayiş yapmak, protesto toplantıları yapmak suretiyle bir direniş gösteriliyor…

Bu durum 1957’ye kadar devam ediyor. Ama 57’ye gidinceye kadar, İngilizler ile Rumlar arasında bir anlaşmaya gidildiğini görüyoruz! Ben o dönemde savcılıkta çalıştığım için İngilizler ile Rumların temaslarının nereye gideceğini görebiliyordum. O kadar ki! Lord Rank Rankling önerileri adı altında bir mutabakat hazırlığı olduğunu tespit etmiştim. Bu mutabakatta, Rumlara 7 yıl muhtariyet verilecek, 7 yıl sonra da Enosis için bütün Kıbrıs’ta referandum yapılacaktı bütün Kıbrıs’ta! Ben bunu da duyduktan sonra, İngiliz dönemindeki savcılık görevimden istifa ettim. Artık bundan böyle Doktor Küçüğün yanında yer almaya başladım…

1957 yılı sonunda baktık ki, E.O.K.A Yunan Genel Kurmayının siyaseti doğrultusunda hareket ediyor, bizdeyse işte Volkan bir alevleniyor, tekrar oturuyor! Bu olmaz diyoruz ve 3 arkadaş işte bildiğiniz gibi Volkan lav edilmiştir, yerine T.M.T kurulmuştur diye 57 sonunda bildirilerle halka sunuyoruz. Büyük kabul görüyor. Çünkü Volkanın içindeki liderleri de biz hazırlamış durumdayız, orda sorun çıkıyor! Türkiye ile bağlantılı olsun mu? Olmasın mı? Diye. Bu noktada ben de dedim ki Türkiye’ye bağlanmazsanız, Türkiye’den uzman getirmezseniz, silah Türkiye’den gelmezse, biz burada halktan para toplayacağız, silah alacağız. Ben bunu kabul etmem. Dolayısıyla kabul ediliyor ve Doktor Küçük ile ben 57 yılı sonunda Türkiye’ye, Ankara’ya ilk ziyaretimizi yapıyoruz…

Türkiye’ye Kıbrıs Türk Federasyonu Başkanı olarak geliyoruz. Ankara’da dönemin dış işleri bakanı, rahmetli Fatin Rüştü Zorlu tarafından kabul ediliyoruz. Fatin Rüştü Zorluya, T.M.T’nin kurulduğunu, silah istediğimizi, uzman istediğimizi söylüyoruz. Bu talebimizi Zorlu, Türk hükümetine kabul ettirinceye kadar, 9 ay geçiyor! Sonra uzmanlar geliyor ve kod isimleriyle kimisi ‘İş Bankasında Müfettiş’, kimisi ‘Maarifte Müfettiş’ olarak görev alıyorlar. Ama halk beni T.M.T’nin lideri olarak gördüğü için bu oluşumu çok güzel kamufle ediyoruz. Bu uzman kişiler, hakikaten de Türk Mukavemet Teşkilatını E.O.K.A’ya kafa tutacak şekilde ve gün geldiğinde ortaya çıkacak bir kuvvet haline getiriyorlar. Allah razı olsun…

Şimdi 1958 yılında, Dr. Küçükle New York’tayız. BM’de genel kurulunda ki müzakereler sırasında; Fatin Rüştü Zorluyla, Yunanistan Dış İşleri Bakanı Averof büyük bir çatışmaya giriyorlar! Zorlu bu müzakere çatışmasında, Averof ne söylediyse onun yalan olduğunu kanıtları ile ispatlayarak, Averof’u perişan ediyor. İşte o gün Zorlu ile Averof BM koridorunda buluşuyorlar! Fatin Bey, Averof’a diyor ki:” Burada Kıbrıs meselesini halledemezsin! Ya bizimle halledersin yahut da savaşa gideriz…’’ Bunun üzerine işte Zürich antlaşması diye bilinen anlaşmanın temeli burada atılıyor. Zorlu bize otelinde bilgi veriyor ve Paris’e gelin diyor. Paris’e gidiyoruz, Paris’te bize daha hala bilgi veriyor, Ankara’ya geliniz, Ankara’da görüşmelere devam edeceğiz diyor, Ankara’ya gidiyoruz tekrar. İşte ne yapacağımızı söylüyor. Bizde öneriler sunuyoruz ve bu şekilde Zürich anlaşması hazırlanıyor…

Ondan sonra bizi 1959’da Londra’ya davet ediyorlar. Artık biz Zürich anlaşmasının ne hale gelmiş olduğunu biliyoruz! Sadece Türkiye’nin garantörlüğü olacaktı ama itiraz ediyoruz, asker gelmezse bu iş halloldu diyemeyiz, sorumlu olduğumuz insanların karşısına geçip sizin garantör imzanızla bu iş oldu diyemeyiz, biz burada kalırız Kıbrıs’a gitmeyiz diye direttik. Büyük kavga çıktı! Ama sonradan Fatin Bey bizi 10-15 gün sonra arattı tekrar Ankara’ya gittik. 650 kişilik Alay gelecek dedi, biz tabiatıyla ellerine sarıldık öpelim diye öptürmedi. Ama 950 kişilikte Yunanistan’dan gelecek dedi, dedik gelsin savaşmaya gelecek değiller. Her iki tarafta da birbirlerine vurmak isteyen, kırmak isteyen insanları herhalde teskin edecekler, yerinde tutacaklar falan diye teselli bulduk!

BÖLÜM-3

Adaya döndük halka; işte asker geliyor, merak etmeyin garantörlük var diye teminat verdik. Bu gün ben 86 yaşındayım hala ayaktaysam ve üretiyorsam niye, çünkü bir teminat verdik biz insanlarımıza… Artık garantörlük var, Türk askeri var hiçbir şey olmayacak merak etmeyin diye bu teminatı veren insanlar olarak, verdiğimiz teminatın ne hale geldiğini gören, bize güvenerek Şehit olan bunca insanın sorumluluğu var üzerimizde… Yeniden yıkılacak bir anlaşma yapılmaması için sağlam bir anlaşma yapılması için direniyoruz…

Dolayısıyla 1959 Şubatında artık biliyoruz, dediğim gibi Zürich anlaşmasını kabul etmişiz. Makarios 1956 yılında Seychelles adalarına sürülmüş, oradan da Yunanistan’a gitmiş ve sürgündedir! Ama o, bizden daha iyi biliyor! Çünkü devamlı olarak Yunanistan hükümetiyle temas halindedir. Sonra bizi Londra konferansına imzaya çağırdılar. İmza seremonisi yapılacak. Konferansı İngiliz Başbakanı açtı, sir dedi işte tebrik etti, anlaşma olmuştur dedi, güzel dedi. Makarios da gelmişti ve söz istedi! Dedi ki: ”Ben bazı maddeleri müzakere etmek istiyorum!” İngiliz cevaben: “Buraya imzaya geldiniz müzakereye gelmediniz.’’ Makarios ısrar etmeye devam ediyor, bunun üzerine Karamanlis, Yunanca:” Peder bilerek geldin buraya, imzaya geldin, nedir yaptığın? “Diye cevap veriyor. Makarios da cevaben diyor ki:” Müsaade edin de biraz pazarlık edeyim.’’ Bunun üzerine Yunanistan temsilcisi böyle devam edersen biz yokuz bunu bil diyor kendisine. Tüm bunlar tabii İngiliz’e tercüme ediliyor. O da diyor ki, ben kapatıyorum konferansı bu iş bitmiştir burada! Fatin Bey araya giriyor, diyor ki: “24 saat verelim kendisine düşünsün ve tekrar gelsin.’’ Böylelikle konferans 24 saat erteleniyor. Şimdi dışarı çıktığımızda, Fatin bey soruyor bunu diyor ki:” Nedir bunun yaptığı? Niye yaptı bunu? ”Ben de efendim dedim ilerde müzakere bile ettirmediler diyecek, bana zorla kabul ettirdiler diyecek, onun zeminini hazırlıyor! Hadi canım sende dedi. Deli o dedi! Ama benim dediğim oldu maalesef! Çünkü ertesi gün geldi; Makarios o gece Kıbrıs’tan özel uçakla belediye temsilcilerini, E.O.K.A temsilcilerini Londra’ya getirtti. Onlarla güya sabaha kadar müzakere ettikten sonra geldi ve kabul etmiş göründü! Ama adaya döner dönmez, 800 yıl sonra Kıbrıs Yunan idaresine kavuştu kavuşuyor gibi beyanatlar vermeye başladı! Milli hedefle değişmez, taktikler değişir diye haberler vermeye başladı. Bu arada Yunanistan’da Averof, parlamentoda enosis’i gömdüm dediği için muhalefet tarafından büyük eleştiriler aldı, adeta hücuma uğradı! Ancak onlara verdiği cevap da:” Beyler aklınızı başınıza alın ve düşünün! Enosis’e, İngiliz koloni idaresinden mi gidilir? Yoksa bağımsızlıktan mı? “

Böylece Kıbrıs Cumhuriyetini sonradan, Makarios’ un deyişiyle, Enosis’e sıçrama tahtası olarak kullandılar! Cumhuriyet Londra anlaşmasına göre 1959 da kurulacaktı. Ancak Makarios’ un diretmesi, çıkarttığı zorluklar nedeniyle 9 ay kadar uzadı ve 16. Ağustos. 1960 da kuruldu…

Türkiye’de 27 Mayıs 1960 ihtilali olur olmaz, Makarios bir beyanat vererek, anlaşmalar çökmüştür dedi! Çünkü taraflardan bir tanesi ihtilal yapmıştır ve hükümet düşmüştür, gerekçesini öne sürdü! Bunun üzerine biz derhal T.M.T liderinin ikazı ile o gece gidip Dr. Küçüğü uyandırdık ve Gürsel Paşaya acele bir telsiz çekildi, ikimizin imzasıyla: “Makarios, görüşmeleri fesih ettiğini yahut geçersiz olduğunu ilan etmiştir. Yapmak istediği, Türk Askerinin adaya gelmesini önlemek ve garanti anlaşmasından kurtulmaktır. İstirham ediyoruz, derhal yeni hükümetin anlaşmaları teyit ettiğini duyurunuz.’’ Dedik… Ertesi gün Türkiye’den gürleyen bir ses geldi. Yeni hükümet anlaşmalara sadıktır, anlaşmalar devam edecektir diye. Bunun üzerine devam ettik ama 8-9 ay gecikmeyle ilan edilmiş oldu Cumhuriyet… Cumhuriyet ilan edildiği gün, Makarios, az önce ifade ettiğim gibi 8 asır sonra Kıbrıs, Yunan olmuştur diye beyanat verdi… O gece bir kokteyl verilecek. Cumhuriyetin şerefine vali uğurlansın diye…

Ben Makarios ’a mektup yazıyorum, diyorum ki: “Bu beyanatın nedeniyle Türk Cemaati Meclisine seçilmişim ben… Bu meclisin başkanı olarak, ben bu akşam ki resepsiyonunuza katılmıyorum diye… İngilizler, Amerikalılar üzerime düştü! Nasıl yaparsın ilk geceden diye beni sıkıştırmak istediler! Ben de ilk geceden, Makarios nasıl yapar dedim? Yunan idaresi mi geldi Kıbrıs’a?

BÖLÜM-4

O günlerde hatırladığım tabii en önemli olay, Türk Alayının Magosa’ya gelişidir… Bütün ada Magosa’da ki surların üzerine toplanmıştı! Ellerinde bayraklarımızla binlerce Kıbrıs Türk’ü, askerlerin adaya çıkışını seyrediyor… Ben adayı arattım, 8-9 tane yaşlı ihtiyar vatandaş buldum! 1878’de adaya İngiliz bayrağının çekilişini; o acılı günleri hayal, meyal hatırlayan! Onları rıhtıma diktim. Rahmetli Sunalp’a, Turgut Sunalp’a dedim ki: “Bu ihtiyarlar adadan Türk askerinin ve bayrağımızın ayrılışını, İngiliz’in adaya bayrak çekişini görenlerdir! Şimdi Bayrağımızın gelişini, Sancağımızı onların önünde aç.’’ Sancak rap, rap geldi ihtiyarların önüne açıldı. O ihtiyarların yere kapanması, hünkürmesi, ağlaması, bayrağa sarılması görülecek bir şeydi. Niçin yaptım ben bunu?

Çünkü dedem İngiliz geldiğinde, 1878’de genç bir Osmanlı zaptiyesiydi. 17-18 yaşında ve İngiliz gelir, gelmez; okuma, yazma bilmeyenler kimlerdir diye tespit etti ve onları işten çıkarttı! Dedem de onlardan bir tanesiydi! Ve dedem hep o bayrak merasimini hatırlatırdı bana! Ben de 5-6 yaşında bir çocuğum artık 1931’lerde falan… Bana hep bayrağımız gönderden inerken Rumların yaptığı rezilliği anlatırdı, Türklerin nasıl ağladığını ve hep sözlerini şöyle bitirirdi:

“Gittiler ama yine gelecekler. Ben görmeyeceğim ama sen göreceksin.’’ Derdi bana… Bunu anlatmıştım Sunalp Paşa’ya… Onun için isteğimi yaptı. Resimleri var hala bu ihtiyarların önünde Sancak açılırken… Oradan Alayın gelişi, yolu biliyorsunuz kamyonların içinde 3 çeyrek saatlik yoldur, 4-5 saatte gelebildik… Yegâne Atatürk büstü, evkaf dairesindeydi. Dolayısıyla evkaf dairesine gidip, büste çelenk koydular ve o gece askerin geleceğini görmek için balkondan bakan bir kadın, gene içimizde adet değildir ama birisi yaptı bu işi, havaya silah çekti! Kadın ilk verdiğimiz Şehit o kadın oldu. Ona da Allah rahmet eylesin…

Şimdi tabii 2’nci çok büyük olay bizim için Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisinin gelişiydi… Büyük elçi Emin Dirvana ailesinin Kıbrıs’ta Baf’da, vakıf çiftlikleri olan bir şey ama Kıbrıs’ta hiçbir arenası olmamış birisi! Emin Dirvana’yı biz gittik hava meydanında karşıladık. Cüsseli bir şey, eski bir subay, emekli subay. Böyle sertçe topuklarıyla vurarak el sıkışıyor falan! Yanımda benim arkadaşlarım, cemaat meclisi Amman Allah razı olsun, tam Makarios ‘a göre birini gönderdiler, diye seviniyor herkes…

Öğleden sonra makamında ziyarete gittik. Makamında ziyarete gittiğimizde kendisine federasyon başkanı olarak, bütün köylerle irtibatım olduğunu ve bu aldığım bilgileri devamlı surette de Türkiye’ye gönderdiğimizi söyledim. Bu bilgilerin kısaca Rumların silahlanmakta olduğu, köylerde silah talimi yaptıkları, Ağır silah eğitimi için Yunanistan’a gençler gönderdiklerini, Makarios ’un beyanatlarını sıralamak suretiyle; bu işi bu adamlar, Makarios bana zorla kabul ettirmişlerdir diye beyanatlar veriyor! Adil değildir, demokratik değildir diye, özellikle Asya- Avrupa grubunu, bağımsızlar grubunu ihya etmiş Rusya’yı arkasına almış Sovyetleri. Bu Cumhuriyeti 1965 seçimlerinden önce yıkacaklar dedim! Benim biraz heyecanım mı, samimiyetim mi ne? İnşallah büyükelçi olarak geldiğiniz Kıbrıs’tan vali olarak ayrılırsınız deyiverdim!

O adam, Türkiye’nin imzası olan bir anlaşmayı yıkmaya kimsenin hakkı yoktur. Karşılarına çıkarız dedi! Efendim ben dedim biz yıkacak değiliz. Yıkılacak yıkımın altında kalmayalım diye söyledim ben bu lafı. Rum yıkacak, biz değiliz. Ama bizi bir defa mimlemişti! Bunlar yıkacak diye ve devamlı surette bizimle uğraştı!

Türkiye’ye gönderdiğimiz raporların üzerine sonradan gördüm ben bunu! Şerh düşmüş! Rapor şunu söylüyor;”65 seçimlerinden önce Rumlar saldırıya geçecek diye.’’ Altına şerh düştük 20 kişi imzaladık bunu. Bunu imzalayan insanları siyasi ihtirasları çok yüksek, bilgileri yok kişiler olarak vasıfladı! Ama söylediğimiz oldu…

BÖLÜM-5

İlk sene 60-61’de Dr. Küçük’ün, sene sonunda Makarios ‘a gönderdiği mektubu vardır. Bunu yayınladık da! Makarios ‘a derki:” Bütün haklarımızı vermemek için elinden geleni yapıyorsun. Senin bakanların şunu, şunu, şunu yapıyor! ”Yani işin yürümediğini, yani Rumların yürütemediğini belirleyen mektubu vardır. Biz 6 Ocak 1963’de Dr. Küçük’le birlikte direkt olarak Ankara’ya gittik. İktidarda İnönü kabinesi oturuyor. Kabine çalışmasına iştirak ettik ve ben sözcü olarak Dirvana’ya zamanında söylediklerimi, İnönü’ye ve arkadaşlarına söylüyorum! Yani Rumlar 65 olmadan yıkacaklar Cumhuriyeti. Silahlar hazırlanıyor, hiçbir şey uygulamıyorlar! Gece gündüz anayasa mahkemesine müracaat etmek zorunda kalıyoruz, en küçük hakkı almak için vs. Ve o günlerde de aynı belediye yasasını geçirmediği için büyük bir kavga içerisindeyiz Makarios’la…

İnönü dinliyor bunu, Feridun Cemal Erkin Beye, Dış İşleri Bakanına dönüp, söyledikleri doğruysa durum vahimdir diyor. Feridun Bey diyor ki: ”Şimdi muttali oluyorum Sayın Başbakanım.’’ Diyor. Ben, bunların raporlarını size devamlı surette gönderdik, Rum’un ne yaptığını? Makarios’un ne söylediğini? Nasıl bilmezsiniz diyorum? Meğer Büyükelçi Dirvana bunları kripto yapmadığı, kuryeyle gönderdiği için kuryeyle giden belgeleri alt kademe görüp parafe ettiği bu dosyalardan, üst kademenin haberi olmadığından; bu nedenle Türkiye 63 olaylarına hazırlıksız yakalandı! Bu arada İnönü’ye, ‘Belediyeler Meselesini’ ne yapacağız, yasalara geçilmiyor diyorum? İnönü diyor ki, ‘Anayasa mahkemesine gidin! ‘Ben efendim dedim, ‘Anayasanın kararını da dinlemeyecek Makarios! ’ ‘Ne demek kararlarını dinlemez bir devlet başkanı, kendi anayasa mahkemesinin? Efendim, ‘kendi devlet adamı değil Makarios! ‘diyorum ben… İnönü, siz mahkemeye verin diyor, mahkemeye veriyoruz ve kazanıyoruz. Makarios diyor ki: ‘Ben dinlemeyeceğim bu kararı! ‘Anayasa mahkemesi çöküyor, çünkü bağımsız. Alman reis, istifa edip gidiyor! Ancak gitmeden evvel Dr. Küçük’e giderek diyor ki: “Türkiye’nin garantörlük hakkı vardı. Sizin koruyucu en önemli müesseseniz Anayasa çökmüştür, Türkiye ne yapacak? ‘‘Cevabı, hiçbir şey yapmadı oldu!

63’de, Kıbrıs meselesi patlak verdikten sonra, 64’ün Ocak ayında İngiltere’ye davet ediliyoruz, Londra konferansına… Bu konferans’ tan önce, konu ile ilgili olan bir bakan vardı, Duncan Sandys isimli bir İngiliz. Onun ile benim aramda Kıbrıs’ta görüşmeler oluyor. Bir neticeye varamıyoruz! Diyorum ki, ‘kimleri davet ediyorsunuz?’ Yanıt: ‘Kıbrıs hükümetiyle iki cemaati…’ Ben dedim ki, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti ikiye bölünmüştür ve ortaklık da ikiye bölünmüştür. Hükümet diye bir şey kalmamıştır. Makarios’un beyanatı var: ‘Anayasa ölmüştür, gömülmüştür. Türkler azınlıktır. Azınlık haklarını kabul ederlerse geri gelebilirler. Dr. Küçük’ü tanımıyorum.’ Diyor! Sen hangi hükümeti davet ediyorsun? Diyorum ve benden netice alamayınca, Dr. Küçük’e gidiyor. Dr. Küçük’de, kendisine aynı şeyleri söylüyor, hükümeti davet ederseniz gelmeyiz diyor. Bunun üzerine, Dr, Küçük’ün ve Osman Örek’in ısrarı üzerine yazılı belge veriyor. Davet edilecek iki cemaattir diye ve garantör ülkeler de Londra’ya gidiyor…

Londra’da bakıyoruz ki, bir salona açılan kapılar! Türk cemaati odası, Rum cemaati odası, Kıbrıs Hükümeti odası! Türkiye – Yunanistan… Ne bu Kıbrıs Hükümeti odası? Biz gidiyoruz, siz bizi kandırdınız da getirdiniz. Hükümeti davet etmeyecektiniz diyoruz… Feridun Bey dedim kendisine biz gidiyoruz artık böyle, böyle yaptılar. Aman diyor çok fevri bir cevap olur. Bir ara yol bulalım, ne yapalım? Konuşturmayın Kıbrıs temsilcisini. Konuşturursanız döneriz diyoruz! Öyle yapıyorlar ve konuşturmuyorlar...

Ama orada en büyük tavizi vermiş oluyoruz! Bizim oradan dönmemiz gerekiyordu! Görüşmeler 20-25 gün devam ediyor. Makarios bize azınlık hakları öneriyor, biz federasyon isteriz, coğrafi federasyon diyoruz… Anlaşma olmazsa artık konferansı kapatacaklar! İngiliz Bakan Duncan Sandys bizi yemeğe davet ediyor ve şunları söylüyor: ‘Makarios’un önerisini kabul etmiyorsunuz, Türkiye’nin garantörlüğüne güveniyorsunuz. Türkiye gelemez ve eğer inat ederseniz, Kıbrıs’tan gömleklerinizle kaçabileceksiniz, çıplak kaçacaksınız! Cevaben diyoruz ki:’ Garantörsünüz suçlu taraf, Rum tarafı. Bunları Makarios’a söyleyeceğinize, bize mi söylüyorsunuz? ‘Ve bu konu oradan Güvenlik Konseyine havale ediliyor, oraya gidiyoruz. Orada biliyorsunuz eli kanlı, suçluluğunu konuştuğumuz, anlattığımız halde, bütün bunları anlattığımız halde Makarios’u meşru hükümet, meşru prezidant olarak kabul ediyorlar…

Ben o toplantıdan ağlayarak çıktım! Kıbrıs meselesi bitmişti artık! Makarios, mademki bütün yıkımına rağmen meşru hükümet olarak tanınıyor… Türk Hükümetini, Cumhurbaşkanı muavinini tanımıyor, anayasayı tanımıyor, meşru hükümettir diye Barış Gücü onun emrine veriliyor! Rumlar açısından bu iş bitmiştir diyor ve ağlayarak çıkıyorum toplantıdan…

Dolayısıyla 63 - 64 yıllarında, ABD’nin Kıbrıs konusunda ki siyaseti nedir diye baktığımızda? Şimdi arşivlerden görüyoruz ki! Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi ve Türkiye’nin de gücendirilmemesi vardır!

1964’lerde bir plan çıkarıyorlar ortaya! Achesan planı! (Dean Achesan, Amerikanın eski dış işleri bakanlarındandır…) Bu plana göre; Kıbrıs Yunanistan’a verilecek, Karpas bölgesinde de Türkiye’ye egemen bir üs verilecek! Türkiye heyeti diyor ki: ‘Biz bunu kabul ederiz eğer üssün ebadı, büyüklüğü bütün Kıbrıs Türkünü içine alacak büyüklükte ise kabul ederiz.’ Yunanistan diyor ki: ‘Bu taksim demektir. ‘Türkiye: ‘Biz taksimi ağzımıza almadık diyor. Tam tersine sen Enosis dedin. Biz de Enosis’ e karşı bunu istiyoruz diyor…’ diyor Türkiye. Tabii ret ediyor Yunanistan. Bunun üzerine 40 yıllık mı, 30 yıllık mı kiraya verelim diyorlar! İnönü de onu ret ediyor. Böylelikle Enosis’in yanından geçmiş oluyoruz! Ama siyasetleri o olduğu için biz burada aç susuz… Kızılay gelmese teslim olacağız, 3 kuruşluk yardım etmiyorlar bize çökelim diye… Çünkü siyasetleri bu!

SON BÖLÜM:

Bu güne kadar, Amerikan sefiri hala gelir ve bizi asla kabul etmeyeceğiz derse! Bangladeş, KKTC’yi ilan ettiğimizde bizi tanıdığında, gidip de o fakir ülkeye; tanımayı geri çekmezsen size yardım etmeyiz diyen insanlardan medet umuyoruz, Kıbrıs meselesini onlarla halledelim diye! Edemezsin çünkü Rum tarafı gözlerini açmış bunu önlemek için her şeyi yapıyor! Bütün bu zemini anlatmıyor muyuz? Anlatmaya başladığımda ben nam yaptım! Denktaş tarihte yaşıyor, geleceğe bakmıyor diye. Ben de diyorum ki: ‘ben tarihte, tarihi size söylüyorum.’ Yapılacak olan anlaşma, tekrarına imkân vermesin diye! Çünkü anlaşmayı yapacak olan insanlar yine aynı insanlar! Bunların bütün damarlarında ki kan, ‘Kıbrıs Yunandır, biz Yunanlıyız, Türk düşmanıyız diye akar!’ Ama katiyen onu kaile almak istemezler! Şimdi gidip de aferin, maşallah Rum’un yıktığı plana benzer iç, içe ortaklık için uğraşanlar, uğraştıklarını görmezler mi? Ve bunun yeniden bir yıkıma, yeniden bir kana sebep olacağını bilmezler mi? Bal gibi bilirler. Ama bu sefer Türkiye’nin garantörlüğü olmayacak! Kâğıt üzerinde olsa bile fiili askeri olmayacak, müdahale hakkı olmayacak ve canımıza okuyacaklar…

Devletimiz 27 yaşına gelmiştir. Kan vererek, Rum uzlaşma istemediği için bu devlet meydana gelmiştir. Dünyanın hiçbir yerinde, devletini ortadan kaldırarak düşmanıyla anlaşma yapmış bir halk yoktur! Özellikle savaşı kaybetmemiş, kazanmış bir halk yoktur. Onun için bu şerefsizliği anlımıza yazmasınlar diyoruz… Kıbrıs Türk’ü teslim olmasın diyoruz... Türkiye çok sıkışık durumdaysa ve bizi verecekse başımız kıldan incedir! Ama Türkiye versin! Bize verdirtmesin! Biz 1878’de Türkiye’den ayrılmanın acısını yaşamış insanlarız… Bu acıyı bize bir daha yaşatmasın…

Ben Türk Askerinin başı öne eğik, Şehitlerin kemiklerini de torbalara koyup adadan ayrıldığını görmek istemem… Öleyim öyle bir günü görmeyeyim… Zannedersem bütün halkımız da bunu samimiyetle söyler…

Hiçbir sebep yoktur bizim devletimize sahip çıkmamamız için! Uzlaşmazlık değildir bu. Kalıcı bir uzlaşmanın temelidir. Bu temeli bozmamak lazımdır. Ama şimdi devam eden görüşmeler tek halk, tek egemenlik, tek devlet esası üzerinden devam eden görüşmelerin bütün hedefi garanti anlaşmasını ortadan kaldırmak ve bu temeli sökmektir. Bunu herkesin bilmesi lazımdır. Aman barış olsun, barış olsun diye kimse acele etmez. Tekrar ediyorum aceleyle devlet masaya yatırılmaz…’’ (2010-Rauf Raif Denktaş)

Can Liderim Rahmetli Denktaş’ın Kıbrıs meselesiyle ilgili tarihe not düştüğü gerçekler bunlardı. Bu gerçeklerin hilafına Kıbrıs adasının elimizden kayıp gitmesine neden olabilecek gerçeklerin çözüm adı altında masaya getirilmesi ne kadar kalıcı olabilir ki?

Atilla Çilingir

www.atillacilingir.com

30 Temmuz 2019