Bundan birkaç gün önce kadına uygulanan şiddete yönelik Lefkoşa ve Güzelyurt’ta yürüyüş düzenlendi. O yürüyüş gününün adı, “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü” olarak tarihe geçti. Farkındalık yaratmak ve ezilen kadınların bir kez daha ezilmemesi ve olası diğer şiddetin meydana gelmemesi için yapılan bu yürüyüşler yerinde olmakla beraber, bu meseleyi “aile içinde meydana gelen bir olay” olarak algılarsak, şiddet gören kadınları ne dereceye kadar koruyabileceğiz, onu düşünüyorum.
İnsanın doğal yapısında iki unsur vardır. Güçlü ve zayıf... Güç ve zayıfı tanımlarken fiziki gücü veya güçsüzlüğü kastediyorum. Erkek her zaman aile içinde egemen olan aile reisi konumundadır. Kadın, saçını süpürge eden, evinin yuvasını yapan dişi kuştur.
Genellikle kadına uygulanan şiddet, dört duvar arasında meydana gelir ve gelişir. Şiddetli geçimsizlik, bazen de sokaklara taşar.
Şiddeti meydana getiren unsurlar nelerdir?
Çiftler arasında meydana gelen şiddet ve kavgalar, bence temelde iki noktada kendini gösterir. Birincisi ekonomik nedenler, diğeri de kıskançlık.
Tabii ki şiddeti yaratan unsurlardan biri de kültürel farklılıklardır. Uyumsuzluklar ve zorlaşan hayat şartları aile içindeki şiddeti tetikler.
Yapılan son açıklamalar bize bazı rakamlar veriyor.
Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Şubesi’nden yapılan açıklamalar şöyledir:
Ocak-Kasım 20020 itibariyle 951 şiddet ihabarı yapılmış. Bu ihbarlar arasında “fiziksel şiddet ve tehdit, hatta telefonla taciz” var. Şiddet gören kadınlar için bizde de kadın sığınma evi düzenlendi. Bu bir çözüm mü? Kısmi çözümdür diyebiliriz. Hatta geçici bir çözüm.
Kadına şiddetin görüntülerini genellikle Türkiye gazetelerinde daha fazla görürüz. Tabii ki şiddet de nüfusla orantılı olsa gerek.
Türkiye gerçeğinde gazetelerden ve televizyonlardan izlediğimiz en acı haberler, şiddet yüzünden eşinden ayrılmak için mahkemeye baş vuran kadınların sonlarının ölümle gelmesidir. Kocanın eşine uyguladığı şiddet, kadının canına tak edince soluğu poliste ve mahkemede alıyor. Ayrıca o koca ile aynı çatı altında yaşamak istemeyen kadın anasının babasının evine sığınınca kızılca kıyamet kopuyor. Genellikle maço erkekler her zaman tabanca taşırlar. Gururlarına dokunan veya kabul edemeyecekleri bir durumla karşılaşan erkekler, silahını kaptığı gibi soluğu eşinin sığındığı baba ocağında alırlar.
Şiddet yüzünden evini terk eden kadını yeniden evine götürmek isteyen zalim koca ile evine dönmeyen kadın, o ısrarının bedelini hayatı ile öder. O bakımdan maço erkeklerle yaşamak hayli zordur.
Her zaman hatırlattığımız birkaç söz vardır...
Hani çiftler nikahlanırlarken nikah memuru onlara bazı nasihatlerde bulunurlar.
“iyi günde- kötü günde, hastalıkta-iyilikte, yoklukta-varlıkta” filan gibi sözler o güne yansıyan tatlı sözlerdir. Ama gelin görün ki o “iyi günler” çoktan geride kalmış. Hele çiftler çoluk çocuğa karışınca işler daha da karmaşık hale gelir ve aile içi şiddet tırmanmaya başlar.
Aile içi şiddet olaylarında en büyük acıyı ve en büyük psikolojik travmayı çocuklar yaşar. Anne babanın geçimsizliği, babanın uyguladığı şiddet onlara “Evlilik ve mutlu aile olmak bu mu?” sorusunu sordurur. Belki de ileride evlenmemeyi dahi kendi hayatlarına sokarlar.
Kadına vurulan her tokat, her tekme, evlatların yüreklerine ve insanlığın yüreğine indirilmiş affedilmez darbelerdir. Affedilmeyen darbelerdir hatta.
Kadına Şiddete karşı yapılan eylemler, şiddete temayülü olan bazı erkekleri belki hizaya getirir. O farkındalığın meydana gelmesini sağlar hatta. Bazı şeyler sürekli dillendirildiğinde o mesajlar yerine ulaşır.
Lakin dedim ya... Bütün mesele parasızlık, kıskançlık ve kültürel farklılığa dayanır.
Özellikle çok gelişmiş ülkelerde çiftler arasındaki uyumsuzluk ortaya çıkınca, çiftler anlaşarak boşanırlar. O boşanmada bile bir olgunluk yaşanır. Hatta bazı çiftler, sırf “aile olmanın erdemini” çocuklarına ara ara yaşatmak için bir araya gelirler. Geçmişe sünger çekseler de çocukların hatırı için geçici buluşma ortamlarını yaratırlar.
Mesela Arap ülkelerinin aile kuralları, çiftler arasındaki farklılıklar ve kadının ezilmesi, kabul edilemeyecek kadar büyük bir boyuttadır.
Çok gelişmiş ülkeler bunu şu şekilde gösterir. Büyük bir kitle, kadın-erkek karışık, sırf kadına şidddeti protesto etmek için çırılçıplak soyunup, vücutlarını yeşile veya kırmızıya boyayıp meydanları doldururlar. Niçin? Kadına şiddetin olmaması ve farkındalık yaratmak için
Yeniden Arap ülkelerine dönecek olursak, oralarda kadının bir teli çarşafın altından göründü mü, o kadının çekeceği var. O bakımdan kültürel ve toplumsal ahlak anlayışı da aile içideki şiddeti tetikler.
Herşeye rağmen kadına karşı şiddetin önlenmesi adına yapılan her eylem, yazılan her yazı, yayınlanan her kitap ve söylenen her söz yerindedir ve öyle de olması gerekir. Bir ses, iki ses, üç, beş ses yükseldikçe şiddetin oranı da azalır hehalde. O bakımdan şiddet gören kadınlara arka çıkmak, onları korumak ve hayata tutunmalarını, hatta mutlu olmalarını sağlamak bir insanlık görevidir, diyorum...