KIBRIS SORUNU ŞEKİL DEĞİŞTİRİYOR

Herhalde kabul etmek lazım.  Son Crant-Montana’daki beşli, hatta BM Genel Sekreteri’nin katılımıyla altılı zirve, Kıbrıs sorununun son uzlaşı noktasıydı, ama olmadı.  Neden olmadığını defaten yazmışızdır.  Yine Rumların her zamanki uzlaşmaz tutumları yüzünden.

            Hele bir hatırlayınız bakalım...

            1974 Mutlu Barış Harekatı öncesini ve sonrasını hatırlayınız ve bir muhakeme yapınız.

            Merhum Denktaş’ın inisiyatifi ile Nisan 1968’de başlayan bir görüşme süreci vardı.  Ve o süreçte de herhangi bir ışık yanmadı sorunun çözümlenmesi için.  Lakin bunu farklı gözle bakarak değerlendirmek lazım.

            Mesela 21 Aralık1963’le başlayan getto hayatımız, 20 Temmuz’la sonlanmıştır.  Rumlar çırpınıyorlar geri evlerine dönmek için.  Türk askerinin adadan çıkması için çırpınıyorlar.  Hatta Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin ortadan kalkması için büyük mücadele veriyorlar.

            Hani insanın dili varmaz da, yine o amiyane sözü söylemeden edemeyiz.

            “Avuçlarını yalarlar 20 Temmuz öncesine dönmek için.”

            Sahi düşünmek zorundayız.  Tam on bir yıl Rumlar, bu adanın gerçek sahipleri Türklere kan kusturdular.  Her şey ellerinde avuçlarındaydı.  Kimse onlara “şşşt” diyemezdi.  Çünkü bütün bölgeler askeri güçle donanmış, güçlü mevziler yapılmış, hükümetin bütçesi ile har vurulup harman savrulmuş.  Olası bir Türk çıkarması için ordusunu güçlendirmiş ve pek çok özellikli silah almış.

            O on bir senelik süre, Rumların en güçlü olduğu dönemdi. Türkler, çaresizliklerini yaşıyorlardı.  Tek sığındıkları liman, garantör Anavatanları Türkiye olmuştur.  Türkiye’nin parasıyla, ilacıyla, aşıyla suyuyla ve doktoruyla ayakta kalabilmiş.

            Şimdi insan kendine soruyor!

            “Yahu, şu gavur milleti değil miydi Türkleri on bir yıl gettolara kapatan?  Şimdi ne oldu da çözüme prim vermiyorlar.”

            Yıllarca çözüm için koca Denktaş hep Kleridis’in önüne koydu Maraş’ı.  Ama onlar hep ellerinin tersi ile ittiler.

            Maraş ne oldu?  Tam 46 yıl ölü kent olarak kaldı. Yılanların çiyanların yuvası haline geldi.  Kıbrıs Türkü Maraş’ın kapalı kalması ile fakirleşmedi.  Ama Rumlar çok şey kaybetti.  Şimdi biz kazanacağız, onlar bakacaklar.  Hatta Vakıflar da harekete geçti Maraş’taki Vakıf malları için.

            Yine insanın sorası gelir...

            “Şu Maraş halkı ne zaman kendi evlerine dönecek?”

            Köprülerin altından çok sular aktı gitti.  Bu geçen süre zarfında, kendi adalarını satışa çıkartacak kadar fakirleşen Yunanistan, Avrupa Birliğine üye yapıldı. Bunlara bir de sözde Kıbrıs Cumhuriyeti ilave edildi.

            Fakat unutulan birşey var...

            Türkiye artık eski Türkiye değildir.  Sanayisi ile, harp sanayii ile, ordusuyla, ekonomisi ile ve güçlü siyasi ve coğrafi konumuyla büyük bir ülke haline geldi.

            Mantık neyi söyletti zaman içinde?

            Mantık, artık Maraş’ın resmen açılması gerçeğini doğurdu.  Nitekim KKTC olarak, Türkiye’nin de güçlü desteği ile Maraş’ıın bir kısım sahil şeridi açıldı.

            Şimdi Rum siyasiler hop kalkıp hop oturuyorlar.  Avrpupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu de onlara çanak tutuyor.

            “Maraş’ın açılmasından endişe duyuyoruz.  Lakin Türkiye ile olan ilişkilerimize de devam etmeliyiz” diyorlar.

            Halbuki bu fotoğrafa iyi bakmıyor büyük güçler ve özellikle Rumlar ve AB efendileri.

            Kıbrıs sorununun değişkenliğinin bir yüzü budur.  O fotoğraf bize, Maraş’ın eski sakinlerinin teker teker yuvalarına dönüş için harekete geçtiklerini söyler.  Hiçbir güç de onları durduramıyor ve durduramayacaktır da. Çünkü TC Cumhurbaşkanı o güvenceyi vermiş ve “Maraş’ın eski sahipleri evlerine dönsünler, bu maksat için de Mal Tazmin Komisyonu’na başvurularını yapsınlar” demiştir.  Ayni ifadeleri KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar da söylemiş ve o güvenceyi vermiştir.

            Bence gelişen ortam ve biçim değiştirmekte olan Kıbrıs sorunu nedeniyle Maraş, Türkiye’nin de ekonomik ve sosyal desteği ile kendiliğinden çözülecektir.  Maraş’a kendi evlerine dönmek isteyen insanlar bilmelidirler ki, artık bu adada savaşlar olmayacak.  Lakin Rumların çılgınlıklarını engellemek için sınırlarımızda Türk askeri olacak. O Türk askeri, hem KKTC halkının güvenliğini, hem de Maraş’a yerleşen Rumların güvenliğini sağlayacak.  Yıllar sonra bu yazımı birileri arşivlerden çıkarsın ve yazılanları okusun ve gerçekleşen gelişmeleri gözleri ile görsün.

            İlk kurşunu Türkler sıkmadı 1974’e kadar.  Rumlar hep öldürdüler, hep yuva yaktılar, hep Türklerin mallarına ve canlarına kıydılar.  Lakin bıçak kemiğe dayanınca, Türk askeri de kendi görevini yaptı ve katil EOKA’nın elinden kendi soydaşlarını kurtardı.

            Bir de yeni durumu değerlendirelim.  Rumlar yine oyun oynuyorlar ve “Federasyon temelinde görüşelim” diyorlar.

            Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve TC Dışişleri Bakanı Mavlût Çavuşoğlu da şöyle diyorlar:

            “Artık federasyon defteri çoktan kapandı.  Bundan sonra ancak iki devlet esasına daylı bir çözüm olabilir.”

            Haksız mı Türkiye böyle bir kararı alsın?  O nedenle Kıbrıs sorununun şekil değiştirmekte olduğuna parmak basıyorum.

            Ve ne olacak şimdi, ona  bakalım...

            Rumlar ister iki devlet esasına dayalı çözümü ister kabul ederler, ister etmezler.  Yarın KKTC tanınacak ve tam bir devlet kişiliği ile dünyadaki yerini alacak.

            Zaten iki devlet esasına dayalı çözüm olacaksa bile, KKTC’nin önce  tanınması, sonra da Rumlarla iki devlet formülünde masaya oturması gerçekleşmiş olacak.

            Şayet Rumlar yine hamilerine danışacak ve tepki verirlerse KKTC’nin tanınmasına, o zaman, “Gelsin sizi kurtarsın AB efendileri” diyeceğiz.

            Belki yeni yetişen Rum gençliği ve yeni nesiller, bütün gelmiş geçmiş siyasilerini yargılayacaklardır.

            “Bugüne kadar neden anlaşmadınız ve KKTC’nin tanınmasına kadar işi sürdürdünüz?”

            Hatta ENOSİS maceralarını da elbette birileri çıkıp eski siyasilerini sorgulayacaktır diye düşünüyorum.

            Bütün bunlar olasılık dışı değildir. 

            O nedenle Kıbrıs sonunun şekil değiştirmekte olduğuna parmak basıyorum.

            Gerçek, gerçek değil mi sevgili okurlarım.  Biz inançlarımızla ve Anavatan’a olan bağlılık ve sadakatimizle mutlaka daha müreffeh günlere kavuşacağız.

            Haydi bakalım... İnançlarımızla ve yüreğimizle devletimize dört elle sarılalım ve geleceğe bakalım.