Kıbrıs ve Kıbrıs Türkleri olarak ilginç bir anayasa tarihimiz vardır. İki halkın giderek ayrıştığı bir anayasa tarihi söz konusudur ve bizim anayasa tarihimiz çok daha zengin ve yoğundur.
Rumlar 1960 ortaklık anayasasını, kesintisiz olarak ve zoraki yorumlarla özüne ters biçimde bizsiz yürüttüler ama biz 1960 ortaklık anayasasından sonra üç (Temel Kurallar ile KTFD ve KKTC anayasaları), hatta 1983 – 1985 ara dönemini de sayarsak, dört anayasal dönem gördük.
Ayrıca Rumlar hiç yapamazken, biz üç kez anayasa halkoylaması da yaptık. İkisinde (1976 ve 1985) iki ayrı anayasa oylayıp “evet” dedik. Ayrıca Birinde ise (2014) anayasa değişikliği için gittiğimiz sandıkta, Meclis’in oybirliği ile onayladığı anayasa değişikliklerine “hayır” diyerek bir bütün olarak Siyaset Kurumu’na tarihi bir kırmızı kart gösterdik.
Anayasal düzenlere koşut biçimde bir devletleşme süreci de yaşadık. 1960 ortaklık devletinde başkanlık sistemi (1960 – 1963) vardı. Aynı dönemdeki fonksiyonel federe yönetimimiz olan Türk Cemaat Meclisi, Meclis hükümeti (İsviçre benzeri) sistemiyle yönetiliyordu.
Ardından sırasıyla askeri bir yönetim (1964 – 1968), sistemin özü olan fren ve dengelerden yoksun koyu bir başkanlık sistemi (1968 – 1975), yarı başkanlık sistemi, (1975 – 1983) ve bir ara dönemden (1983 – 1985) sonra parlamenter sisteme geçtik.
Bütün bu yoğun ve renkli süreçte ve onca değişik yönetim biçimine karşın, ulusal sorunumuz olan Kıbrıs Sorunu’nda, Rumlardaki Ulusal Konsey benzeri bir yapılaşma gerçekleştirerek, birlikte hareket etmeyi hiç beceremedik. Benim aktif politika yaşamım boyunca, içinde yer aldığım siyasal hareket hep ve her zaman, Ulusal Konsey benzeri bir yapılanmayı savundu. Bu durum benden sonra yakın geçmişe kadar sürdü.
BİRBİRİNDEN KOPUK VE AYRI HAREKET EDEN KURUMLAR
Sözü, son günlerde iyice kızışan, kurumların birbirlerine haber vermeden adım atma ya da birbirlerini dışlama konusuna getirmek istiyorum.
En baştan, bunu yaparken son tartışmalarda falan ya da filan makamı/kurumu desteklemek ya da eleştirmek gibi bir yaklaşımım olmadığını belirtmiş olayım. Benim derdim kişilerle değil, sistemle!
Cumhurbaşkanlığı ile Hükümet hatta zaman zaman Meclis arasında, kopukluk olması yalnız bugünün sorunu değildir ve bu durum büyük oranda anayasal kurallar ile Kıbrıs sorununun dayattığı koşullardan da kaynaklanır.
Bizim sistemde yürütme erki, esas/anayasal olarak hükümete aittir ama uluslararası topluluk, seçilmiş cumhurbaşkanını Kıbrıs Türk Halkı’nın temsilcisi olarak gördüğünden, özellikle Kıbrıs sorunu söz konusu olduğu zaman, Cumhurbaşkanı da fiilen devreye girer. Yapılması gereken, bu durumu düzenleyen kuralları, -elbette ki Meclis iradesiyle- saptamak, buna yönelik yapılanmayı gerçekleştirmektır ama ne yazık ki, bu güne kadar bu konuda bir şey yapılmadı. Yapılması için girişim de olmadı.
Gerçi ne kural koyarsanız koyunuz, Kıbrıs Sorunu’ndaki, giderek daha çok gün ışığına çıkan ve daha da çıkacağından kişi olarak kuşku duymadığım farklılaşma sürdükçe, karşılıklı dışlama eksersizleri süregidecek gibi görünüyor ama yine de konuyu dalgalanmaya ve kişisel insiyatiflere bırakmadan kurallaştırmak, gerekirse yapılandırmak kaçınılmaz bir gereklilik olarak ortada durmaktadır.
Bu sorun İngilizler’in anayasal yaklaşımlarıyla da bir temele oturtulabilirdi.
Bilindiği gibi İngiliz anayasası, yazılı tek metin değildir. Yazılı metinler yanında yazılı olmayan gelenekler de vardır. Buna karşın İngiliz anayasası, düzgün ve etkili bir biçimde yürütülmekte, herkes, her kurum da bunu bilmekte ve kabullenmektedir. Bizde anayasal olarak hükümetin yetkili olduğu yürütmede, Cumhurbaşkanlığının uluslararası topluluk bakımından nerde olacağı konusu, İngiliz anayasa anlayışı doğrultusunda bir yere oturtulabilirdi.
O da yapılmadı. Kendiliğinden bir gelenek de oluşmadı.
TBMM – MUSTAFA KEMAL ÖRNEĞİ
Aslında bu konuya örnek olabilecek muhteşem bir de örnek vardır.
Mustafa Kemal Paşa, Türk Kurtuluş Savaşı’nı, halkın temsilcisi olan zamanın parlamentosu Türkiye Büyük Millet Meclisi ile birlikte yürüttü. O kadar ki, dönemin hükümet sistemini, her konuda Meclis’in yetkili olması/yürütme ile yasamanın Meclis’te toplanması esasına dayalı, günümüzde yalnız İsviçre’de var olan Meclis Hükümeti sistemi olarak yapılandırdı ve o korkunç savaş yıllarında bile bundan vazgeçmedi.
Mustafa Kemal ve TBMM yönetimi, ulusal sorun/savaş koşullarında bile birlikte hareketin ne kadar önemli olduğunu kanıtlayan tarihsel olaylardır. Ne yazık ki, her koşulda Mustafa Kemal Atatürk hayranı olan Kıbrıs Türkleri, ulusal Kıbrıs sorunu konusunda bile birlikte hareketi hem beceremediler, hem yapılandıramadılar.
İkide bir, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişi reçete gibi ortaya atanların aslında bu konuda kafa yorması gerekir. Parlamenter sistemde bile, sistem dayattığı halde birlikte hareket mümkün olmazken/olamazken, başkanlık sisteminde, hele hele sistemin özü olan fren ve dengelerin oluşturulmadığı bir başkanlık sisteminde neler olacağını varın siz düşünün.