KKTC’Yİ YAŞATMAK BOYNUMUZUN BORCUDUR

Dün KKTC’nin 37’nci doğum gününü kutladık.  Kutlarken de kendimizi sorguladık mı acaba diye düşünüyorum.

            “KKTC’yi yaşatabilmek ve geleceğimizi garanti altına alabilmek için ben bugüne kadar ne yaptım?” sorusunu sormalı insan kendine.

            Kabul etmek lazım... Kıbrıs Türkü, çok uzun ama çetin bir yolda yürüyerek ta buralara, bugünlere ulaştı.  Nereden nereye, nasıl geldik bu uzun yolu?

            O uzun yolda arkamızda bıraktığımız acılar sonrasında önümüzde bulduğumuz günler, bizim umut ve kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmeyi idrak etme erdemidir.

            Evvela Kıbrıs sorununa bakış açısı farklı olan kişilerin, karşısındaki “düşmanı” iyi tanımaları ve ona göre geleceklerini belirleyerek KKTC gerçeğinin yolunda yürümelidirler.

            KKTC’nin Cumhurbaşkanı’nı Rum toplumu liderine şikayet edecek kadar küçülenler, gerçek vatanperver olamazlar.  Olamazlar, çünkü bir dönemin savaşlarını verenlerin, katliam çukurlarında yakınlarını kaybedenlerin, sokaklardan alınıp götürülen masum kardeşlerimizin yakınlarının çektikleri acıları bilmiyorlar veya bilmek istemiyorlar.

            Bazı gruplar, “ille de barış, ille de birleşik Kıbrıs” atına binerek kafalarındaki çözüme ulaşacaklarını sanıyorlarsa aldanıyorlar.

            Bunları yazmak ve gerçekleri gözler önüne sermek statükoculuk ve aşırı milliyetçilik değildir.  Yani Rumlarla içiçe yaşamanın da ne olduğunu bilmiyor şimdiki gençler.

            1950’li yılların öncesi için, “Rum dostlarımızla iyi geçiniyorduk” denen yaşanmışlıklar da mazide kaldı.

            Ben şahsen tek bir Türkün onurlu bir barışa imza atmayacağını düşünemiyorum.  “Onurlu barış” diyorum.  Çünkü onurlu barışın içinde eşitlik vardır, özgürlük vardır, kendi milli varlığımız vardır, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi vardır ve kendi devletinin özgür sınırları içinde var olmaktır.

            Bunları anlatmak veya yazmak durumundayız.

            Şayet onurlu bir barış olursa, yine Rum komşularımızla yeni bir geleceğe yelken açabiliriz.  Yani yan yana iki devletçiğin, birbirini tanıması, birbirinin egmenliğine ve varlığına saygı duyması ve bir kere daha savaş yaşanmaması en büyük temennimizdir.

            Gerek KKTC’nin doğum yıl dönümlerinde, gerek TMT’nin yıl dönümlerinde ve gerekse diğer milli günlerimizde yapılan vurgular, bize doğru yolu gösteren vurgulardır.

            Bir defa Rumdan meden ummak bence enayilik ve bile bile lades olmaktan başka birşey değildir.  Bunu kabul ederek önümüzdeki ufka bakalım, yolumuza nasıl devam ederek barış ve özgürlük için savları ortaya koymamız gerektiğini düşünelim.  O bağlamda kendi ayaklarımız üzerinde durmayı öğrenerek KKTC gerçeğinde var olmayı bilmeliyiz.

            Onbir yıllık getto hayatımızı da unutmayalım.  İnsan haklarımızın nasıl elimizden alındığını ve dünyadan nasıl izole edildiğimizi de unutmayalım.

            Zaman zaman fanatik Rumlar redçi tavırlar koyarlar ortaya.  O retçi tavırlar değil mi Kıbrıs’ı bu günlere getiren?

            Şayet 15 Temmuz 1974 darbesi marifetiyle Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaya kalkmasalardı, binlerce insan kendi topraklarından olacaklar mıydı?  Olmayacaklardı.

            Hatırlıyorum eski Rum toplumu başkanlarından Hristofyas şöyle demişti:

            “Bütün bu başımıza gelenler, tamamen bizim yanlış politikalarımızdan kaynaklanmaktadır.  O darbe ile biz değil miyiz Türk askerini adaya getirten?”

            Bir de Birinci Harekat’la İkinci Harekat arasında Cenevre’de yapılan görüşmelerde Kleridis’in elinin tersi ile bütün Türk önerilerini geri itmesi var.

            Yıllar sonra Kleridis hatıralarında ve Denktaş-Kleridis görüşmelerinde Kleridis’in itirafları var.

            “Keşke Cenevre’de yapılan tekliflerden birini kabul etseydim ve binlerce Rum’un göçmen durumuna düşmesine engeleyebilseydim.”

            Kleridis’in pişmanlık duyguları içindeki sözlerinin içinde, şu anda “ölü kent” olarak yorumlanan Maraş da vardır.

            İşte Marş’ı damar damar Türk tarafı olarak bizler iskana ve bölge işletmesine açtık.  Yine bizim idare açık kapı bırakıyor.

            “İsteyen Rum Maraş’taki malına gelip yerleşebilir.”

            Sadece bu gerçeğe de vurgu yapmak lazım.  Bütün alt yapısı darmadağın olan ve zaman içinde çok büyük erozyona uğrayan koca kente yerleşmek teknik ve mali açıdan kolay değildir.  Yine de bir yerden başlamak lazım.  Bu anlayışla mutlaka Maraş, bir gün gelecek eski haline, hatta daha da güzel görünümüne kavuşacaktır.

            Girne’deki devasa oteller, villalar ve denize sıfır tatil köyleri de bize “KKTC bunlarla yaşıyor.  Çünkü KKTC gerçeğinde bir gelecek yaratıyoruz” der.  Ve daha da önemli yatırımlar...

            Kapılar açıldıktan sonra kuzeye geçen bazı Rumların söyledikleri var, Girne için.

            “Girne bizim zamanımızda bu kadar güzel ve bu kadar canlı olmamıştır.”

            Üniversitelerimizi, sanayi bölgelerimizi, uçak alanlarımızı ve gelişen coğrafyadaki varlığımızı bir devlet olmanın erkiyle var ettik.

            Daha da yazılabilecek çok şeyler var.  O bağlamda KKTC gerçeğine inanarak ve Anavatan Türkiye’ye olan bağlılığımızı ve sadakatimizi pekiştirerek geleceğe yelken açmamız ve KKTC’yi yaşatmamız gerektiğine vurgu yapıyorum, bugünkü yazımda.

            KKTC’nin 37’nci kuruluş yıldönümü münasebeti ile adamıza gelen TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la  MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin gelmesi de bizlere güç ve moral vermiştir, sağ olsunlar.

            Kestirmeden...

            KKTC’yi yaşatmak boynumuzun borcudur.