KORONAVİRÜSTEN ÖNCE KORONAVİRÜSTEN SONRA

            Şu koronavirüs insanda neleri çağrıştırıyor görüyorsunuz değil mi?  Hani zaman zaman bir tarih sürecini yaşarken “Milattan önce, millattan sonra” deriz ya...  Herhalde bundan sonra geçmiş yaşadıklarımızla gelecek yaşayacaklarımızı tanımlarken, “Koronavirüsten önce, koronavirüsten sonra” diyeceğiz.

            Ne kadar tuhaf bir durum.  Ne gerilim ve kabul edilmez bir hayat...

            Adım adım yeni geleceğimize doğru giderken, hemen hemen herkes geçmişi ile hesaplaşıyor.  Ve o hesaplaşmada, “Keşke şunu da yapabilseydim, keşke şu güzellikleri yaşasaydım” diyorlar.  İşte o bağlamda o tanımlanan şey, koronavirüs dönemindeki yaşantımızın ruhumuza yansıyan özlemleridir.

            Bazı eski Türk filmlerinde çok derin aşklar anlatılırken, birbirini seven iki gencin zorunlu ayrılığı sonrasında biri şu ifadeyi kullanır:

            “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”

            Ben de şu “sevgili” koronavirüslü gece ve günlerimizi geçirirken, “Artık hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağını” söylüyorum.

            Neden eskisi gibi olmayacakmış herşey?

            Bakınız büyük işletmeler bile iflasın eşiğine gelmiş ve geçmiş bile.  Dünyada milyonlarca insan aç ve işsiz kaldı.  Bütün okullar, küçük-büyük, tümden kapandı, eğitim felç oldu, bankalar çalışamaz hale geldi, çaresizlik içinde insanlar evlerine kapandı, sokaklar, caddeler boşaldı, özlemlerin giderilmesi adına insanlar birbirlerine apartman dairelerinden sevgi öpücüğü göndermek mecburiyetinde kaldı ve daha binlercesi.

            Şayet size Allah bir şans kullanmayı verse, bir dilek tutun dese neyi tutardınız o şansta?

            “Bence eski günlere dönelim” dersiniz.  Bakınız yaz geliyor...  Bütün uçaklar turistlerle doluıp taşsın, otellerimiz yüzde yüz dolulukla çalışsın.  Çarşı pazara para düşsün, bütün memurlar maaşlarını tamam alsınlar, masmavi denizlerimizde insanlar yıkansın ve güzel tatil yapsın, gençler çim sahalarda maç yapsınlar, bisiklet sürsünler,  bütün galerilerde şahane resimler sergilensin, tiyatrolar perdelerini kapamasınlar.  Daha da önemlisi hastalık ve virüs endişesi olmaksızın bir hayat sürsün.

            Lakin gelin görün ki film öne doğru sarıldı ve hiç de beklemediğimiz bir hayatın içinde bulduk mecburen kendimizi.

            Madem miladın öncesi ve sonrası vardı, şimdi  de koronavirüsün öncesi ve sonrası olacaktır demektir.

            Nereye kadar?  Bu pis hastalığın ve bu pis mikrobun aşısı bulununcaya kadar.

            Sağ olsunlar bilim adamları bu aşı üzerinde sabah akşam çalışıyorlar.  O harıl harıl aşı bulma çalışmasının adı,”İnsan hayatını kurtarmaktır.”

            İşte o aşının bulunduğu gün, yaşam yine eski filmin sarılışı gibi dönmeye başlayacak.  Aşısını yapanlar korkusuzca ve özgürce diledği gibi yaşayacak.   Dostlar kardeşler birbiri ile muhabbet yapacak.  Tehlikesiz bir hayat sürecek.

            Lakin ben şuna inanıyorum...

            Şu insan beyni neler yaratmamış ve ne başarılara imza atmamış ki...

            Elbet bunu da başaracaktır insanoğlu.

            Şu anda içinde yaşadığımız içinde  bütün teknolojilerini insanlar yaratmadı mı?  O akıllı insanlar sayesinde değil mi şu lüks hayatımız?  İletişimden, eğlence kültürüne ve eğitime kadar.

            Sıkın dişinizi ey insanlık.  Çünkü bu virüsle sizi mahveden insanoğlu, yine bu  virüsü yok etmekle insanlığa en büyük iyiliği yapacak.

            Yan miattan  önce, milattan sonra ve koronavirüsten evvel ve koronavirüsten sonra...

            Herhalde şu evlere kapanma, yaratıcılık gücümüzü de tetiklemiştir.  Sanat daha bir ön plana çıkıyor.  Sanatın evrenselliğinde insanlar var olmaya ve kafalarını dağıtmaya çalışıyorlar.

            Artık balkondan balkona konserler veriyorlar.  Mesela geçen gün yaşlı bir opera sanatçısı, balkonundan aryalar okudu bütün mahalleye. Fedon’u meşhur eden o ünlü Rumca şarkısı, yine kendi ağzından söylendi.  Teknoloji sayesinde herkes evinde enstrümanını çalarak bir orkestra oluşturuldu ve insanların nelere muktedir olduğu gösterildi.

            Sanat dedim de, aklıma geldi.  Adolf Hitler bütün Avrupa’yı İkinci Dünya Savaşı’nda yakıp kavururken,  insanlar hep geçmiş günlerini aramışlardır.  Savaş bittiğinde de Almanların ilk yaptıkları iş, viraneye dönen opera, tiyatro ve konser salonlarını tamir edip insanlara yeni bir pencere açakarak acılarını unutmanın yollarını aramışlardır,  sanat yoluyla.

            Bir de şu kanaate vardım.  Artık toplum bireyleri, birbirlerinin kıymetini daha iyi anlamıştır.  Adeta “Hepimizin kaderi aynıdır” dercesine bir kıymet bilme.

            Velhasıl bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilerek yaşamak zorunda kalacağımızı bir kez daha ifade etme durumundayız.

            Hayat ne ki?

            Hayat sanıldığı kadar uzun değildir.  Bir bakarsınız, kocaman bir yol kat etmişsiniz.  Bir bakarsınız aynaya, yüzünüzde derin çizgiler belirmiş, saçlarınıza aklar düşmüş.  İşte o an, “Ben bu yolu nasıl kat etmişim?” sorusunu sorarsınız.

            O halde şu anda içinde bulunduğunuz zamanda kendinizi bir tartın ve bir muhakeme yapın.

            “Arta kalan hayatımızın kıymetini bilerek, bundan sonra nasıl rahat ve huzur içinde yaşayabilirim?” diyerek yapın bu muhasebeyi.

            O noktaya gelebilmek için de şu anda içinde bulunduğunuz durumu iyi düşünerek, boş zamanları değerlendirmek suretiyle ve evimizde kalarak yaşamak zorundasınız.

            Kestirmeden...

            Bundan sonraki hayatımızda her zaman şu ifadeyi kullanacağız mutluluğa kanat açarken.

            “Koronavirüsten önce ve koronavirüsten sonra...”