“Her iki tarafın masaya eşit oturup eşit kalktığı bir denklem kurulmadan yeni bir müzakere sürecinin başlamasını açıkçası mümkün görmüyoruz.”
Bildiğim kadarıyla bu konuda remi bir açıklama yok ama yukarıdaki alıntı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a atfediliyor.
***
Gelin, 61 yıl öncesine gidip 1963’te Makarios’un istediği anayasa değişikliklerini anımsayalım. 13 maddelik anayasa değişik isteklerinin tümü de 1960 anayasasında bize tanınan eşitlik haklarının ortadan kaldırılmasına yönelikti. O haklarımızdan gönüllü olarak vazgeçmediğimizden, “bir kaç gün içinde bizi etkisizleştirerek Enosis’i gerçekleştirmeyi” hedefleyen/öngören Akritas Planı’nı hayata geçirdiler. Yarım yüzyılı aşkın bir süre devam eden görüşme sürecinin çöküşü de siyasal eşitliğimizin kabul edilmemesinden kaynaklandı. Yani onca savaş, kan, ölüm, göç, insanlık dramları, “özde” eşitliğimizi ortadan kaldırmak için yaşandığı halde, Rum-Yunan ikilisinin mentalitesinde ve duruşunda hiçbir şey değişmedi. 1963’teki duruşları 61 yıl sonra günümüzde de aynı!
***
Görüşme sürecinde, Kıbrıs Türkleri bakımından, inanılmaz bir gafletle “tek egemenlik” denen uyduruk kavram için yaratılan havaya, bu kavramı şu ya da bu biçimde yazılı biçimde kullanma olayı vardır. Buna hep karşı çıktım. Onlarca yazı yazdım bu konuda, televizyon programlarında dile getirdim. Bana göre bu kavram asla kullanılmamalıydı. Hele hele yazıya hiç geçirilmemeliydi.
Merhum İsmail Kemal, sürekli olarak Kıbrıs konusunda yazdıklarıma, söylediklerime katıldığını söylerdi. Tek egemenlik konusunda da beni destekler, görüşlerime katılırdı. Bu konuyu benim yazmamın önemli olduğunu çok kez dile getirdi ve beni özellikle bu konuyu yazmam için teşvik etti.
İsmail Kemal’in, yaşamını Güney’de, Kıbrıs Üniversitesi bünyesi içinde geçirdiğini bilmeyen yok sanırım. Ben tek bir kez bile “neden, niçin” diye ona sormadım ama o nedense bazen değinmek gereğini duydu. Kaç kez, “eğer Güney’de yaşamasaydım, gençlik hayallerimden kurtulamayacak, birçok gerçeğin ayırımına varamayacak, Rum halkını tanımayacaktım” derdi.
İnsancıldı ve ideolojisi doğrultusunda bir toplumu toptan düşman ya da kötü görme gibi bir yaklaşımını görmedim. Ama Rum halkı içindeki güçlü Türk düşmanlığının ayırımındaydı. Eşitliğimizi kesinlikle sindiremeyeceklerini söylüyordu.
İsmail Kemal, son görüşmemizde “kulağıma küpe” olan bir saptamasını dile getirdi. Rum halkının kesinlikle bizim eşitliğimizi kabul etmeyeceğini, bu bakımdan “federasyona asla razı olmayacaklarını” söyledi. “Akıllarında olan adayı sahiplenmektir. Bir gün, federal denen bir çözüme evet derlerse, bilin ki çözümün içeriğinde, ileride adayı sahiplenmelerine olanak verecek bir delik vardır.”
Bu sözünü hiç unutmadım. Unutmam olanak dışı! Kulağımda hep küpe olarak kalacak! Bunun, yalnız kişisel olarak benim değil, başta siyasal erki elinde tutanların, hatta her Kıbrıs Türkü’nün kulağına küpe olabilecek önemli ve yaşamsal bir saptamadır. Toplumsal bellekte derinden yer etmelidir.
***
Rum-Yunan ikilisinin hiç değişmeyen hedeflerinden biri, Türk garantisini kaldırmak, en azından etkisizleştirmek, bunun için Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Kıbrıs’tan çıkarmaktır.
20 Temmuz süreci en sıcak günlerinde, dönemin Türk Cemaat Meclisi Başkanı olarak TC Başbakanı Bülent Ecevit’e yazdığım 24 Temmuz 1974 tarihli mektupta, “bulunacak çözüm biçimi ne olursa olsun, Türk Silahlı Kuvvetleri adadan çekilmemeli” demiştim.
Bugün de aynen o noktadayım. Kıbrıs Türkleri de o noktadadır, olmalıdır.
***
Kıbrıs Türk Halkı, Varoluş Savaşımı’nı verirken Kıbrıs Türk kimliği, ulusal kimlik, benlik, kültür ve bilincinden ödün vermeme, gereken durumlarında direnme/savunma refleksi gösterebilme, örgütlenme, devlet olabilme becerisi gibi nitelikleri ve Anavatan’ının desteği ile ayakta kaldı. Bundan asla sapılmaması gerekir. Sonuç olarak Kıbrıs’ta bir 20 Temmuz gerçeği var ve tüm olgularla göstergeler, Kıbrıs Türk Halkı’nın Varoluş Savaşımı’nın henüz bitmediğini, bu savaşımın sürmekte olduğunu göstermektedir. Bütün veriler, Kıbrıs’ta bir anlaşma olsun ya da olmasın, Rum-Yunan tarafının Kıbrıs Türk Halkı’nı her yönden (statü, kimlik, ekonomi, kültür ve saire) etkisizleştirme, eritme ve erozyona uğratma amacından sapmayacağını göstermektedir. Bu benim bunca yılın sonunda vardığım sonuçtur ve İsmail Kemal’in “kulağa küpe”sinin ta kendisidir.
Gelelim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a atfedilen, “her iki tarafın masaya eşit oturup eşit kalktığı bir denkleme!” Aslında sorunun özü bu denklemde, çünkü bu denklem, sizin mutlak eşitliğinizi getirir.
Merhum İsmail Kemal’in kulağa küpe sözlerini anımsadığımda, Rum-Yunan tarafının Kıbrıs Türkleri’nin eşitliği konusunda 1963’ten günümüze hep aynı duruşta olduğuna da baktığımda, aklım ve mantığım ne Erdoğan’a atfedilen “her iki tarafın masaya eşit oturup eşit kalktığı bir denklemin, ne de bu Ada’da eşitlikçi bir federal ortaklık devleti kurulamayacağını söylüyor.
Açıkçası, bu adada federal ortaklığa dayalı bir devlet kurmak, “hayal”in ötesinde “ütopya”dan başka şey değildir. Hâlâ daha federal çözüm amaçlı, hele hele bırakıldığı yerden başlayacak bir görüşme süreci öngörmek, bana “bilerek lades” ve “abesle iştigal” gibi geliyor.