Genel anlamda basın mensuplarının vurulması ve katledilmesi, “fikre ve ideallere” sıkılan kurşundur.
Kutlu Adalı da öylesine bir “kim vurduya” gitti bundan tam 22 yıl önce.
Onunla çok uzun bir dostluğumuz vardı. Gerek basın, gerekse şiir çalışmaları açısından, bir benzerliklerimiz ve frekanslarımız vardı. Bizleri ayıran sadece siyasal ideolojilerimizdi. BU ideolojik farkılığımız herhalde yirmi yıl sonra ortaya çıkmıştı.
Geçmiş günlerimizdeki birlikteliğimiz, şiir gecelerimizle başlar. Eşi İlkay Hanım da bizim şair dostlarımızdandı. Anımsıyorum... Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunun birinci yılında “Sanatçılar Ocağı” diye bir kültür derneğ kurmuş ve bütün şairleri o çatı altında toplamıştık. Bu arada sanata katkı koymak adına, Atatürk İlkokulu’nun salonunda şahane bir şiir gecesi düzenlemiş ve bütün şairler şiirlerini okumuşlardı.
Kutlu da o gecemize katılmış ama kendisi şiirini okumayıp, şiirlerini eşine okutmuştu. Tabii ki İlkay Adalı da ülkemisin ünlü şairlerindendir. O da o gecede kendi şiirlerini okumuştu.
Liseyi henüz bitirmiştim... O aralar, rahmetlik Kamuran Aziz’in Harif Müzik grubunda koroda şarkı söylüyordum. Koroda yine İlkay Adalı ve pek çok kişi vardı. O günlerde arabası olanı parmakla gösterirlerdi. Kutlu’nun bordo rengi bir consul arabası vardı. Onlara olan yakınlığımdan ötürü, Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonda yapılan müzik provalarına ve band kayıtları ile televizyon programlarına onlarla gidip gelirdik.
O geliş gidişlerde İlkay, her dönüşümüzde uzunyoldaki ünlü Chezelita isimli konfeksiyon mağazasının önünde durmamsızı isterdi.
İşte o geliş gidişlerde rahmetli Kutlu’nun argolu konuşmaları başlardı...
“Haydi ha!... Ben şu senin Chezelita’na da s....tım.”derdi.
Ondan sonra da artık orada durmaksızın geçip giderdik.
21 Aralık 1963’ün hemen sonrasında Genel Komite Kurulmuştu. Ben de Cumhurbaşkanlığındaki Özel Kalem görevlerime ilaveten Genel Komite’nin sekretaryasında görev yapıyordum. Malum o dönemler, hep yokluk ve mücadele günleriydi. Denktaş Bey’in adaya sokulmadığı zamanlarda Türk Cemaat Meclisi Başkanlığına Dr. Şemi Kazım vekalet ederdi. Kutlu Adalı da Denktaş Bey’in Özel Kalem görevlisiydi. Görevim icabı zaman zaman Türk Cemaat Meclisi’ne gittiğimde doğru Kutlu Adalı’nın yanına uğrar, onun kahvesini içer ve sanat ve basın üzerine yorumlar yapardık.
Belki bizim nesil hatırlayacaktır... Kutlu Adalı NACAK’ta da milli duyguları pekiştiren, Anavatan bütünlüğünde Atatürkçü düşünceleri içeren şahane yazılar yazardı.
Ne oldu bilemiyorum... Denktaş Bey da artık adaya dönmüş ve balıklama işlerin içine dalmıştı. Dr. Küçük ise hakikaten o dört buçuk yıllık zamanı Denktaş’sız geçirmiş ve büyük acılar çekmişti.
Nedense bir süre sonra Kutlu Adalı kendini sol kanadın içinde buldu ve bütün yazılarını CTP’nin yayın organı Yeni Düzen’de yazmaya başladı. Hatırlıyorum o yazıları zehir zemberek yazılardı. Çok sivri ve işaret ettiği kişi veya kişileri müthiş rahatsız ediyordu.
Denktaş Bey anılarında Kutlu Adalı ile olan yakınlığından ve mektuplarından bahseder.
Gerek siyasi, gerekse sosyal ve kültürel anlamda yazdığı yazılar, hemen hemen herkes tarafından okunuyordu.
O günlerin üzderinden hayli zaman geçmişti. Kutlu da, ben de emekli olmuştuk. Ben şirketimi Ontaş İşhanı’nda açmış, büyük postahanenin posta kutularında Kutlu ile orada buluşmaya başlamıştık.
Kendisine sormuştum:
“Yahu Kutlu, yazılarını bu kadar sivri yazmazsan olmaz mı? Bir gün bu yazılarından ötürü başın ağrıyabilir?”
“Osmancığım... Benim içim dışım birdir. Hiç kimseden korkum yoktur. Ben yanlışları eleştirir, doğruları alkışlarım” demişti.
Benim kendisine yönelttiğim sorunun derinliğinde ölüm değil de zem ve kadih davaları vardı.
Nitekim kendisi ile son posta kuruları önünde buluşmamızın hemen ertesi günü meçhul kişilerce kurşunlanarak öldürüldüğünü öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Allah rahmet eylesin Kıbrıs Türkü’nün yetiştirdiği önemli değerlerdendi.
Takriben beş yıl kadar önce, Kıbrıs Türk Basık Konseyi üyesi olarak, üye arkadaşlarla İzmir Basın Konseyi’nin davetlisi olarak İzmir’e gitmiştik. İzmir Basın Konseyi Başkanı müthiş aktif ve yaratıcı bir beydi. O İzmir gezimizde bizi İzmir Basın Müzesi’ne götürmüşlerdi. Müthiş bir müzeydi ve bizler, ilk kez bir “Basın Müzesi” görüyorduk. Eski baskı makinalarından tutun da, eski harflere, baskı malzemelerine kadar herşey vardı.
Bunlara ilaveten bir başka oda da, “Basın Şehitleri”ne ayrılmıştı. İşte o duvarlarda Kutlu Adalı’nın resmini görünce nedense gözlerim dolmuştu.
Duvarda yüze yakın fotoğraf vardı. Bunlar arasında Hasan Tahsin, Abdi İpekçi, Ahmet Taner Kışlalı, Metin Göktepe, Erol Akgün, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Sabahattin Ali ve dahaları vardı.
Velhasıl Kutlu Adalı kardeşim kim vurduya gitti ve o kim vurdular da hala bulunamadı.
Allahtan ona gani gani rahmet dilerim. Onu ve onun hatırasını yaşatmak hepimize düşen bir görev olsa gerek.