Geçen hafta Paris’in ünlü katedrali “Notre Dame”ın bir kısmı ihmalkarlık sonucu yandı kül oldu. Böylesine önemli bir tarihi binanın yanması, sadece Fransızları değil, bütün dünyayı ve eski eserlere ilgi duyan herkesi üzdü.
O yangının yüreklerde ve beyinlerde bıraktığı acı, bende şu ifadeyi canlandırdı:
“Notre Dame Çığlık Atıyor.”
Ne kadar acı değil mi böyle önemli bir binanın asırlar sonra yanması? Halbuki Fransızlar, kendi ülkelerinin bir sanat merkezi olduğunu söylerler. Bu bir gerçek. Paris, gerek mimari doku açısından, gerekse resim ve heykel sanatı açısından sanatın merkeziydi diyebiliriz. Özellikle 17 ve 18. Yüzyıllarının ressamlarının kendilerine mesken tuttukları Paris, adeta çığlık çığlık sanat kokuyordu. Bugün bile o yansımalar bütün sanat dünyamızda kendini gösteriyor.
Notre Dame katedralinin yanmasını fırsat bilen bazı açıkgözleri o yangında etrafa savrulan külleri şişelere doldurup satıyorlar. Satarken de, “İşte Notre Dame’dan size bir hatıra” diyorlar. Berlin duvarı da yıkıldığı zaman yine bazı fırsat düşkünleri o duvarın beton parçalarını dekoratif bir plank üzerine yapıştırıp “Berlin Duvarı’dan size bir hatıra” diyorlardı.
Notre Dame’ın Kamburu romanı pek çok filme konu olmuştur. Ünlü yazar ve romancı Victor Hugo’nun bu romanı, gerçekten akılları durduracak ve nefesleri kesecek kadar derin ve etkileyici eserdir. Bunun yanında Sefiller romanı da onun en önemli eserlerindendir.
Notre Dame’ın Kamburu romanının en başarılı ve en etkileyici olanı, bence Antony Quinn’le Gina Lollobrigida’nın çevirdiği filmdi. O filmi 1958 yılında izlediğimi hatırlarım. Bizim yazlık Halk Sinemasında. Film 1956 yılında çekilmiş ama bize 1958’de gelmiş.
Tiyatro ve sinema dünyasında “tip” ve “karakter” dediğimiz olgular vardır. Oyun karakterlerini seçmek geçekten çok önemlidir. Seçeceğiniz sanatçılar, hem esere uygun olacak, hem de rollerin hakkını verecekler.
Antony Quinn’le Gina’nın paylaştıkları roller, adeta “cuk” diye yerine oturmuş rollerdi. Ayrıca film, Notre Dame katedralinde çekilmişti. Gerçekte çok güzel bir çingene kızı ile kilisenin çancısı, özürlü ve kambur Quasimodo’nun bu çingene kızına aşık olması üzerine kurulmuş filmin kurgusu. Üstelik o özürlü çancının kulakları da sağır olmuş çan sesinden.
Dönem özelliklerini bütün çehresi ile o filmde görmeniz mümkün. Özellikle şimdi internet ortamında bu filmi izemenizi salık veririm.
Notre Dame’ın Kamburu adı ile ünlenen roman ve filmler, romanı daha da ünlü hale getirmiştir. Bugün katedral yandı ama, romanın satışı da bayağı ikiye veya üçe katlandı. Hiç eskimeyen bir eser olarak nitelendirdiğimiz bu eser, öyle kolay kolay bir kenara atılacak eser değildir.
Şimdi yeniden bu katedralin yanışına dönelim. Katedralin bir kısmının yanması, birden bire dünyanın gündemine oturmuştur. Çünkü “Paris” dediniz mi, akla gelen pek çok şey vardır. Bunlardan birisi Luvr Müzesi, Da Vinci’nin ünlü Mona Liza tablosu, Eifell kulesi, Şanzelize caddesi ve Notre Dame Katedrali.
Turizmciler broşürlerine bunları koyarlar ve pek çok turistin önüne koyar ve turların cazibesini artırırlar. Notre Dame Katedrali da onlardan biri idi ama ihmal yüzünden bir kısmı yanmıştır.
O yangın sonrasında dünya kadar bağış yağmaya başladı Fransa’ya. Gerek şahıslardan, gerekse bütün dünya ülkelerinden.
Bilmem hatırlar mısınız...
Bundan dört beş yıl önce İstanbul Haydarpaşa Tren Stasyonu binası yanmış ve sadece duvarları kalmıştı. Ne kadar üzülmüştük... Halbuki bu bina, İstanbul’un sembollerinden biriydi. Tabii ki yaralar sarılmaya başlayınca insanın içi huzur buluyor. Anımsadığım kadarı ile Haydarpaşa Tren Garı, yeniden restore edilmiş ve bir kültür sarayına dönüştürülmüştür.
Herhalde Notre Dame Katedrali de en erken zamanda aslına uygun olarak tamir edilip bütün dünyanın önüne konacak.
İşte öylesine bir duygu içinde büyük bir üzüntü duydum Notre Dame Katedrali’nin yanışına. Sanki yıllar önce o filmi izler gibi hissettim kendimi. Bir yerde anılarla buluşma gibi bir şey olsa gerek o duygu.
Yani Notre Dame ve Victor Hugo... Velhasıl o yangının alevlerinden ve küllerinden bir çığlık doğuyor...
“Notre Dame’ın çığlıkları...”