Geçenlerde haber olan bir araştırma dindarların çocuklarının ateistlerin çocuklarına göre daha zayıf ahlaki değerlere sahip olduğunu tespit etmiş, dindarların çocuklarının daha kaba ve daha az cömert olduğunu bulgulamış (böyle bir kelime yok ama 'bulgu olarak bulmuş' niyetine var sayalım).

Bu haberlerin kaynağı olan Current Biology dergisinde yayınlanan asıl araştırmanın başlığı ise dünya çapında dindarlık ile çocukların diğergamlığı arasında makusen mütenasip bir ilişki olduğunu söylüyor. Dindarların çocuklarının tanımadıkları birine daha müşfik ve dostane davranacağına dair yaygın zan ve beklentinin aksine bu araştırmaya göre, dindarların çocukları cimri ve insafsız, ateistlerinki ise daha cömert ve düşünceli çıkmış.

Anketlerle birşeyin bihakkın anlaşılabileceğine inanmayan biriyim. Hatta insanlara rakkamlarla yaklaşan her türlü ideoloji, iktisat ve siyaseti tehlikeli buluyorum. Özetle istatistik fenninden fazla bir kemalat beklenmemeli. Özellikle herşeyin ölçülebilir olduğuna dair, kendini beşeri ve sosyal bilimlere de bulaştırmış bir yanlış anlayış var; bir nevi bilimsellik hastalığı. Bu durum istatistikleri baştan doğru yapmadığı gibi tamamen yanlış da yapmaz. Dolayısıyla anketler ve kimi ‘davranış ölçer deneyler,’ bize satıhta sörf yapmış bir nazar sundukları için, hakikati bulmanın vesilesi değil, aramanın bahanesi olarak değerlidir.

Şu halde bu bulguya da vesileden çok bahane gözüyle bakalım. Gerçekten de ateistlerin dindarlardan daha ahlaklı olması veya öyle çıkması mümkün mü? Mümkün. Olması da mümkün, olmadığı halde öyle çıkması da mümkün. Ancak din ve ahlak arasındaki ilişkiyi anlamadan bu bulgunun fazlaca bir şey ifade etmediğini bilmek şartıyla. Bu konuda birkaç nokta üzerinde durulabilir. Evvela, dindar, ahlakını da dinden bildiği için, dinden vazgeçmenin ahlaktan da vazgeçmek olduğunu düşünür.

Dine inanç ile ahlaki duyarlılığın birbirini otomatik olarak gerektirdiği zannı doğru değil. Ancak araştırmanın iddia ettiği dindarlığın cimrilik ve düşmanlığa yolaçtığı tezi de aynı şekilde yanlış ve yanıltıcıdır. Bazı durumlarda dindar olanın kendini doğru yolda ve başkalarından üstün görmesi sözkonusu olabilir (ucb ve bir tür dine sahiplik kibrine duçar olmuş bir dindarlıktan ahlak veya fazilet beklenmemeli).

İkinci bir husus, dindar olmayan veya ateist olan insanlarda ahlakın özerkleşme zaruretiyle karşı karşıya kalmasıdır. Allah’la ilişkisinde dinden vazgeçebilen ateistin, insanlarla ilişkisinde ahlaktan vazgeçme lüksü olmuyor. Hatta tipik olarak eğitim ve gelir düzeyi yüksek olan ateistin ayrıca ahlak ve şahsi fazilet üzerine bir dindardan daha çok düşünmek durumunda kaldığını da söylemek mümkün.

Üçüncü olarak, dindarda hayır ve şer arasındaki hat daha net ve keskin bir şekilde çizilmiş oldugu için şer olduğu düşünülen “bilinmeyenler”e (yabancılıklara) karşı daha keskin bir tavrın hakim olması sözkonusu olabilir. Şu halde etik duyarlılık, bunu verili bir dini kültür olarak alan rehavet içindeki dindardan çok, bunu bilinçli olarak kendi inşa etmek zorunda olan ateistte daha güçlü ortaya çıkabilir.

Son olarak, azınlık-çoğunluk dinamiğini de dikkate almak gerekir. Azınlık olan her zaman daha “insancıl” olur. Kendi beka ve selameti azınlık statüsü dolayısı ile “başkası”nın insafına, insancıllığına bağlı hale geldiği için, azınlık olan her zaman daha dürüst, hayırhah olmak zorundadır. Yanlış yapmanın veya sıradan kötü bir insan olmanın bedeli daha ağırdır. İnançların bağlamdan bağımsız yüzeysel mukayesesi bize istediğimiz sonucu verir ancak hakikatin yüzünü vermez. Ne dindarlık ahlaklı olmanın ne de ateizm ahlaksız kalmanın garantisidir.