Okudukça - Dil Devrimi 92 Yaşında: Sevgi Özel

Kurtuluş Savaşı sürerken 1920’de kurulan TBMM’de eğitimi üstlenecek “Maarif Vekâleti” ile dinsel kurum ve kuruluşların sorumluluğunu üstlenecek “Şer’iye ve Evkâf Vekâleti” oluşturulmuştu. Savaş utkuyla sonuçlanınca Mustafa Kemal, 29 Ekim 1923’te cumhuriyetimizi kurdu. Birkaç ay sonra 3 Mart 1924’te, aynı gün çıkarılan üç yasayla hilafet kaldırıldı; “Şer’iye ve Evkaf Vekâleti”nin yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. 3 Martta dinsel eğitim kurumlarını kapsayan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” geçersiz kılındı, bütün okulları MEB’ye bağlayan Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası kabul edildi. Bu üç yasayla halk egemenliğinin olmazsa olmazı laikliğin toplumsal temelleri atıldı.
Devrimler birbirini izliyordu; ama toplumun bütün katlarına inemiyordu. Halkın önünde hiçbir zaman mektup dilekçe yazamadığı Arap abecesiyle Arapça-Farsçanın boyunduruğu altındaki yapay dil Osmanlıca engeli vardı.   
Cumhuriyet, 5 yıl Arap abecesini kullandı. 1 Kasım 1928’de kabul edilen, Türkçenin seslerini karşılayan Harf Devrimiyle yurttaşlar hızla okuryazar oldu. Yazı değişmişti; ne ki Osmanlıcayı öğrenmek ve kullanmak da kolay değildi. Cumhuriyetin 9. yılında Mustafa Kemal dile de el attı. Önce ulusun tarih bilincini kökleştirmek için yasa çıkarmadan 12 Nisan 1931’de Türk Tarih Kurumu’nu; 12 Temmuz 1932’de, “Türk dilinin öz zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” amacıyla Türk Dil Kurumu’nu (TDK’yi) kurdu. TDK, 26 Eylül 1932’de, ilk Türk Dili Kurultayını düzenledi. 26 Eylülün Dil Bayramı olması kararı alındı. Atatürk dernek yapısındaki kurumlara, siyasanın güdümüne girmeden özgürce yaşasınlar diye vasiyetnamesiyle gelir bırakmıştı.     
Cumhuriyet, yazı ve dili değiştirerek inanç ve köken ayrılığı gözetmeden, egemenliğin kayıtsız koşulsuz sahibi olan herkese yurttaşlık kimliği kazandırmıştır. Bu iki devrim laik eğitimin ve düşünce özgürlüğünün özüdür; bilimsel laik eğitimle aydınlanmanın can damarıdır. 
Osmanlının çöküş dönemindeki aydınlar da yazıyla dilin değişmesini-yenileşmesini tartışıyorlardı. Ekin tarihimiz açısından ilginç olan Harf ve Dil Devrimleri yapılırken Atatürk’e ve devrimlere destek veren aydınların çoğu 1950’de Demokrat Parti iktidarıyla cumhuriyetçi kimliğini soyunup Osmanlı “münevver”liğine geçiş yapmıştı. Bu tarihten sonra Harf ve Dil Devrimleri “geçmişle bağları kopardı” denilerek dile emek verenler, “ne idüğü belirsiz manyaklar, cahil kasıtlı kişiler, fareler, havhavcılar, densiz dinsiz, cibilliyetsiz birtakım herifler…” diye; Dil Devrimi, “ruh hastalığı ve kuru inatçı bir taassub; ilmi tezyif ve istihkâr etme; hür teffekküre düşmanlık, cehalet hiyanet; Hitlercilik…” diye; yeni sözcükler “piç, leş” benzetmeleriyle TDK de “komünist yuvası” diye yüzlerce kez karalandı. 
1950-2000 arasında devrimin sözcükleri sık sık yasaklanmış, vasiyetnamesi çiğnenerek Atatürk kurumları kapatılmış; dinci-gerici iktidarlar laik cumhuriyeti yaralamıştı. Bugün de “Harf ve Dil Devrimleri geçmişle bağları kopardı” sakızı çiğneniyor.
Hangi geçmiş?
Yüzyıllarca matbaayı, bilim sanat, teknolojideki atılımları göremeyen; eğitimini, sandık sepetini yayılmacıya teslim eden; yazısı dili halka yabancı geçmiş mi? 
Bu iki devrim dili, dinle eşleştirilen; insanı, insana kul eden bağları iyi ki de kopardı. 
Dini orun ve çıkar aracı yaparak Harf ve Dil Devrimleri üzerinden Mustafa Kemal’e saldırmanın asıl nedeni budur. 
Her şeye karşın doğamız, tarihimizle direneceğiz!
92’nci Dil Bayramımız kutlu olsun!