Okudukça - Eğitim Maratonu: Ali Apaydın (Cumhuriyet )

Ülkemizde nitelikli ve verimli bir eğitim üretimine doğru ilerlemek için mevcut durumumuzun süratle değerlendirilmesi ve eğitim kurumlarımızın oldukça derinlemesine bir şekilde yeniden düşünülmesi adına böyle bir etkinliğin yapılmış olması büyük önem taşıyor. Çünkü açıkça itiraf etmeliyiz ki, eğitim, ülkece üzerinde en az düşündüğümüz konudur! Ne yazık ki, Cumhuriyet Devriminin ilk yılları dışında ülke olarak eğitimin demokrasinin önkoşulu olduğu gerçeğini idrak edebilmiş yönetsel bir zihinle hiç yaşamadık bizler. Nitekim, içinde bulunduğumuz karşıdevrim günlerinde demokrasi adına kat etmemiz gereken mesafenin uzaması yerine kısalması için başlangıç noktamızın politika değil de eğitim olduğunu kavrayabilen yurttaş sayısı halen çok çok azınlıktadır.
Bir ülkenin eğitim sistemi eğitim kurumlarının eğitim profesyonelleri tarafından yönetilmesiyle ve eğitimin tüm aktörlerinin el ele, dayanışma içinde çalışmasıyla nitelikli bir hale gelir. Demokrasi kültürü bu şekilde var edilir ve geliştirilir.
AKP marifetiyle yok edilen bu nitelik ve dayanışma kültürünü yeniden tesis etmek için gösterişli politikalara ya da eşi benzeri olmayan bir eğitim modeline ihtiyacımız yok! İhtiyacımız olan somut sorunlardan yola çıkarak her durumda teorik birikimlerimizi ve üretimlerimizi artırmaktır.
Somut sorunlarımızın en başında 2012-2013 eğitim öğretim yılında açık bir karşıdevrim hamlesi olarak hayata geçirilen 4+4+4 kesintili sözde eğitim sistemi geliyor. Bu sözde sistem nedeniyle birer eğitim kurumu olmaktan çıkarılıp eğitimsizliğin ve cehaletin yuvasına dönüştürülen okullarımızı yeniden kurmamız, okullarımızın ve öğretmenlik mesleğinin saygınlığını yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Öte yandan mülakat uygulaması nedeniyle okullarımızda tarihimizin en niteliksiz öğretmen kitlesinin bulunduğunu da hatırdan çıkaramayız. Hatta sınıflarımızda öğrencilerimizin karşısında bulunan birçok insanın birer öğretmen değil birer yandaş olduğunu da göz ardı edemeyiz.
Yazık ki, okullarımız toplumsal gelişimimizin birer ifadesi değil artık. Üniversitelerimiz dünyayla ve onun sorunlarıyla daha etkili bir şekilde mücadele eden entelektüel üretim mekânları olmaktan çıkalı çok oldu. 
Mezhepçi, cinsiyetçi yöneticiler, yandaş öğretmenler, zorba veliler, hayalet öğrenciler gibi çözmemiz gereken onlarca eğitim pratiği sorunumuz var.
Ancak teorik eksikliklerimizi de göz ardı edemeyiz. Maratondaki en önemli eksiklik de buydu sanırım; teorik düzlemde neredeyse hiçbir konu masaya yatırılmadı. Fakat bunu da yapmak zorundayız, eğitim ve öğretim sistemindeki sorunları raporlamak ve çözümlerine ilişkin önerilerde bulunmak önemlidir; ancak nitelikli ve doğru eğitim uygulamalarının hayata geçirilebilmesi için verimli bir teorik güzergahta hareket edilmesi bundan daha da önemlidir. Bu yüzden esası itibarıyla özgürleştirici ve demokratikleştirici bir insanlık projesi olan eğitim üzerine konuşurken, insanları yalnızca kendi hayatlarının bir girişimcisi olarak programlayan ve yaşam boyu yatırım yaparak yol alınacağını söyleyen liberal tuzaklardan sakınmak ve doğru kavram setlerini devreye sokmak elzemdir; çünkü çağdaş dünyaya giriş kartlarının yeniden dağıtıldığı günümüzde en çok ihtiyaç duyulan şey budur. Bunun için eğitimcilerin ve eğitim üzerine konuşan insanların öğrenci yerine çocuk, veli yerine ebeveyn deme yanlışından kurtulması çok anlamlı bir başlangıç olacaktır.
Maraton Savaşı, azınlıktaki demokrasi güçlerinin eksiksiz kararlılıkları ve cesaretleri sayesinde kazanılmıştı. Bir anlatıya göre tedirgin bir şekilde bu savaşın sonucunu bekleyen Atinalılar, savaş meydanından günlerdir koşa koşa kente gelen bir haberciden savaşın kazanıldığını şu sözlerle işitir: Khairete kai khairomen / Sevinin, biz kazandık!
Karşıdevrim güçleri karşısında eğitim sistemimizi yeniden nitelikli hale getirecek uygulamalar üzerinde düşünmeyi, konuşmayı ve iletişim halinde olmayı en büyük önceliğimiz olarak yaşadığımız sürece bir gün bizlerin de işiteceği cümle elbette bu olacaktır.