“Sosyal medya, sosyal bir yer değildir.” Bu, benim her zaman söylediğim bir laf. Sosyal medyada ancak tekil sosyal olabilirsiniz. Oradaki etkileşimin fiziki olarak sosyalleşmekten çok önemli farkları var. En önemlisi, tek başına olmamız. Ancak bu zamanda hepimiz yalnızız. Üstelik yapmamız gerekenler sürekli artıyor. Arkadaşlarının okuduğu kitabı okumak, gittiği lokantaya gitmek, izlediği filmi izlemek, bulunduğu yerde bulunmak istiyorsun. Aynı zamanda şu kadar makale okuman gerekiyor. Binlerce komik video ya da caps geliyor. Bugün benim tabirimle ‘konuşma akçesi yaratma mercii’ artık konvansiyonel medya değil. İnsanlar sosyal medyada daha çok zaman geçirdikçe, bu platformlar, konuşma akçesi yaratma merkezi görevini üstleniyor. Zaman sabit olduğu, hatta büyük şehirlerde yaşayan ve çalışanlar için daha da azaldığı için mutlu olma şansın yok. Zamanın olmadığı için yapmak istediklerinin çoğunu yapamıyorsun. İşte sosyal medya bunun en önemli ilaçlarından. Şu an bu yazıyı dergiden okuyanlardan ricam, -tabii evlerinde tek başlarına değiller, dışarıdalarsa- kafalarını kaldırıp etrafa bakmaları. 10 kişiden beşi ellerindeki telefonla ilgilenmiyorsa ben bu yazıyı yırtıp yerim!
Sosyal medyada sürekli yeni platformların ortaya çıkmasının sebebi, Facebook’un modasının geçmesi değil. Facebook, çok fazla zaman tüketen bir platform. Halbuki insanlar az zamanda mümkün olan en büyük tatmini almak istiyor. Onun için de 120 dakikalık bir film veya dizi seyretmektense üçer dakikalık YouTube veya altı saniyelik Vine videolarını, 15 saniyelik Instagram filmlerini izlemeyi tercih ediyorlar.
Yeni platformlar, diğer platformların eksik kalmasına ve insanların kendilerini sosyal medya üzerinden nasıl evrilttiğine bağlı olarak ortaya çıkıyor. Söyleyecekleri sözler var, ancak kimse onları duymuyor. Sosyal medya ise herkesin söz söylemesine izin veriyor. Konuşan kişi birilerinin onu duyduğunu varsayıyor. Bugünün teknolojisiyle birleşince de gerçekten işe yarıyor. Örneğin satın aldığınız ürün bozuk olduğunda ve bunu sosyal medya üzerinden duyurduğunuzda size hemen erişiliyor. Çünkü burası her şeyden önce önemli bir anons yeri. Mesafeler ve zamansızlığın içinde ilişkide kalabilme yeri.
“MİDAS'IN KULAKLARI EŞEK KULAĞI”
Sosyal medyayı bu kadar cazip kılan diğer sebep alınan ‘like’lar yeni beğeniler. Bugün kimse kimsenin başını okşamıyor. Biri diğerine “Aferin” demiyor. Zaten herkes her şeyi iyi yapmak zorunda. Ne karın, kocan, annen, baban, ne amirin, patronun tarafından beğeniliyorsun. En büyük dert de benim “YIK” diye adlandırdığım Yakalayamayıp Iskalama Korkusu. Sürekli YIK’ın peşinde olmak zorundasın. Halbuki hepimizin beğenilmeye ihtiyacı var. Onun için de herkes sosyal medyada birbirini cömertçe beğeniyor. Türkiye’de en çok kullanılan emoji’nin kalp olması tesadüf değil. Şunun altını çizeyim: Sosyal medya var diye insanlar birbirini beğenmiyor. Devir, insanların birbirini beğenemeyeceği kadar hızlandığı için sosyal medya ortaya çıkıyor. Bundan önce ICQ, MSN vardı. Niye bu kadar patlamadı? Çünkü like yoktu.
Sosyal medya size, kendi kimliğinizden sıyrılma şansı tanıyor. Kedi, köpek, kadın, erkek hatta oda kokusu bile olabiliyorsunuz. Sonuç olarak bu platformlar müstear isimle de olsa “Midas’ın kulakları eşek kulağı” deme ihtiyacını gideriyor.
“SADAKAT BEKLEYEN
KÖPEK ALSIN”
50 yıl boyunca öncü, yaratıcı gibi sıfatlarla bezenen, ancak 1960’larda yapılanları devam ettiren tutucu reklam sektörü, markalar ve iletişimciler için de dönüşüm zamanı. Reytingin yerini, Türkçe’de doğru sözcük karşılığını bulamayan ‘engagement’ sözü aldı. Reyting üzerinden yapılan hesaplar eskide kaldı. Televizyona bakan insanların kaçta kaçı ekranda gösterileni görüyor, tartışılır. Sosyal medyada egemen olan engagement ise markayla ilişkiye geçildiği ve bu ilişkinin sürekliliğinin öne çıktığı bir yapı. İnsanlar beğenmediyse ya da söylediğinizi kabul etmediyse bunu hemen anlıyorsunuz.
Pazarlama, bir baştan çıkarma ve tavlama işiyse artık sadakat diye bir şeyin kalmadığını kabul etmeliyiz. Sadakat bekleyen köpek alsın. Herkesin sosyal medyada müşterisini her sabah yeniden tavlaması gerekiyor. Burada mesele, az ya da çok konuşmak değil. Önemli olan ne söylediğin. Bankaların her üç paylaşımından biri kendi iştigal konularının çok dışında. Sanat eserleri, fıkralar veya küçük videolar paylaşmalarının sebebi, şirketin bir dünya görüşü yansıtma çabası. Asıl zekâ burada. Çünkü 'engagement' dediğimiz ilişki şekli bu çerçevede gelişiyor. Artık kimse gözleri güzel diye bir kadınla, adamla birlikte olmuyor. Onun dünya görüşü, nasıl giyindiği, konuşurken hangi kelimeleri kullandığı da önemli. Burada da aynısı geçerli.