ORHAN ÖZBALIKÇI ACILAR BIRAKARAK GİTTİ

            Nedense gidenlerin arkasından acı acı bakarak üzülürüz de, ölen kişi bir kardeş kadar yakın, bir hayatı paylaştığınız elli yıllık bacanağınız olunca insan bir başka üzülür.

            Evet!  Tamı tamına bir yıldan beri sağlığı ile cebelleşen sevgili kardeşim, dert ortağım va kader birliği can dostum Orhan Özbalıkçı da bu dünyadan göçtü gitti ve hepimizi acılar içinde bıraktı.

            Bazı insanlar onu hep “Orhan Rezvan” olarak tanıdı ve öyle bildi.  Bazı insanlar da onun için “Çarşı Ağası Orhan Rezvan” ifadesini kullandı.

            Bana Orhan Rezvan’ı, veya nam-ı diğer Orhan Özbalıkçı’yı değer anlamında sorsanız ve deseniz, “Altın mı, yoksa Orhan mı daha değerliydi” diye, yürekten gelen bir sesle mutlaka “Orhan bacanak” derdim.

            Orhan Rezvan, esasında Mansuralı, hemen Erenköy’ün bitişiğindeki dillirga köylerindendi.  Bütün ailesi balıkçılıkla geçinirdi.  Mert ve milliyetçi insanlardı.  21 Aralık 1963 olaylarından sonra ailesi tümden Erenköy’e göç etmişlerdi.

            Tabii ki “Erenköy” dendi mi, ilk akla gelen şey  TMT’nin ilk silahları, ilk balıkçı tekeneleri ile Anamur’dan silah nakilleri ve Erenköy çarpışmalarıdır.

            Tarih kitapları balıkçı tekneleri ile silah getiren cesur balıkçıları yazmıştır.  Bu balıkçılara “Bereketçiler” ismi verilmişti.  Cesur ve yürekli insanlardılar.

            Bir de şunu yazıyor tarih kitapları:

            “Hikmet Rezvan’la Asaf Elmas’ın balıkçı tekneleri ile yükledikleri silahları Kıbrıs sahillerine getirirken kaybolmaları ve bir kere daha onların ölü veya diri izlerine rastlanmaması”dır.

            Rahmetli Orhan bacanak hep bana o günleri ve annesiyle babasının acılarını, o büyük özlemlerini anlatırdı, denizde kaybolan ağabeyi Hikmet Rezvan için.

            “Ağabeyim Anamur’dan silah getirirken, Asaf Elmas’la kaybolduğu zaman ben henüz ilkokul son veya ortaokul birinci sınıftaydım.  Rahmetlik annem, hayatı boyunca hep ağabeyimin cansız bedenini Erenköy sahilinin dalgaları arasında aradı durdu.  Bakışları hep ufuklarda çakılı kaldı.  Ama ağabeyim hiç gelmedi veya gelemedi.”

            Bu ailenin acılarını ve Hikmet Rezvan’la ailesinin dramını, ikinci romanım “Gidişle Dönüşün Romanı” isimli eserimde malzeme olarak kullanmış ve onları tarihe mal etmiştim.

Orhan Rezvan Özbalıkçı, bütün hayatı boyunca Kıbrıs Türkü’nün var oluş mücadelesi için çalıştı.  Lise çağlarında girdiği TMT’de ölümüne cephede savaştı ve düşmana kurşunlar sıktı.

            20 Temmuz 1974’in ikinci harekatında bağlı bulunduğu bölüğün, kahraman Türk askerleri ile buluşmasını, tankların deliklerinden düşmana kurşun sıkan Mehmetçiği ve o Mehmetçiklerin dudaklarındaki asker sigarasını ciğerlerine çekişini ve dudaklarındaki siraga ile karşı mevziden kurşun sıkan EOKA’cıyı nasıl berhava ettiğini bana anlatırdı. 

Anlatırken, her zaman Türklüğü ve Atatürkçülüğü ile övünür, göğsü kabarırdı.

            O memuriyet hayatına Lefkoşa Belediyesi’nde başladı, yine son noktayı orada koydu.  Küçücük bir memuriyetten, “Çarşı Ağalığı”na kadar yükseldi ve bütün çarşı ve işçi sınıfıyla haşır neşir olarak, görevlerini başları ile yaptı.

            Çarşı ağalığı esasında istismara açık bir mevkiydi.  Bütün toptancıların, manavların ve satıcıların odak noktasıydı.  O sektörde halde çalışan bazı kişiler kendisine bir deste maydanoz verse, “Kesinlikle olamaz.  Bir kere daha bana böyle bir jest yapmaya kalkmayın, sizi asla affetmem, ceza keserim” derdi.  Öylesine dürüst ve ahlaklı bir adamdı Orhan Bacanak.

            Bu tür çıkar mevkilerinde görev yapan insanlar için ne yolsuzluklar söylendi ve gazetelere haber oldu.  Menfaat dağıtılan böyle mevkilerde çalışan insanlar mutlaka dürüst ve ahlaklı olmalıdırlar, Orhan Bacanak gibi.  Ama ne gezer?  Kolay mı bu zamanda, bu çıkar dünyasında dürüst ve ahlaklı insan bulmak?

            Ben onun son bir yıldaki tükenişini her gün gözlerimle gördüm ve çok üzüldüm.  Zavallı eşi de adeta onunla dirildi, onunla öldü. Öylesine bir fedakar kadındır Sevilay baldız.  Son nefesine kadar hep yanında oldu, hep onun elini tuttu ve eşinin umutsuz bakışlarıyla göz göze geldi, onu bir nefeslik zaman içinde yaşatmaya çalıştı.

            Kimse Allah’ın takdirine ve kararına karşı gelemez.  Hatta rahmetlik annem şöyle derdi birisi öldüğünde:

            “Oğlum, herkesin Allah’a bir can borcu vardır.  Herkes o borcu mutlaka ödeyecek.  Kimisi genç yaşta, bir kalp krizinden ölen babanız gibi, kimisi de yaşlanarak ölecek.  Kimisi acılar çekerek, kimisi de çok kolay ölecek” derdi.

            Orhan Özbalıkçı’nın bir de fanatik UBP’liliği vardı.  Yıllarca UBP saflarında bir delege olarak görev aldı ve bütün UBP’lilerin gönlünde taht kurdu.

            Maalesef Orhan bacanak acılar içinde öldü ve bu dünyadan göçtü gitti, arkasında da çok derin izler bıraktı.  Bu halk onu her zaman “Kahraman Orhan Rezvan” olarak anacak ve öyle yazacak tarih kitaplarına.

            Allah’tan ona ve bütün yakınlarına en derin taziyelerimi sunar, sevgili Orhan Bacanağa gani gani rahmetler dilerim.  Yattığı yer cennet olur inşallah.  Şayet hayal ettiğimiz gibiyse öteki dünya, şayet cennet ve cehennem varsa, mutlaka Orhan bacanak şu anda cennetin kapısından içeri girmek üzeredir ve tüm sevdikleri ve geçmişte kaybettikleri ile bir aradadır.   Bu bir faraziye...  Lakin insan en yakın kardeşini kaybedince türlü hayaller kurar maalesef.

            Çok değerli kardeşim, bizler asla ve asla seni unutmayacak ve her zaman kalbimizin en müstesna yerinde olacaksın.

            Elveda güzel insan, Orhan Özbalıkçı kardeşim... Nurlu yolun açık olsun...