Bir sesi sever gibi
sevdim seni
suyun sesini ayın neyin
uyanıp sesinin bahçelerinde
ağladım sevinçlerimi gözlerine
Nerede durup da bakıyoruz?
Durup oturup baktığımız yer dünyaya hayata ve tabiata rezidansın balkonu ise başkadır gördüğümüz, Sur mahallesinden gördüklerimizden. Kıbrıs adasının Lefkoşa şehrinden bakınca gördüklerimizle Nikosiya kentinden bakınca gördüklerimizin farklılığı gibi.
Meyhanede rakıyı yudumlarken beyaz peynir ve kavun eşliğinde kurulan hayaller ile beş yıldızlı otel barında yudumlanan Fransız konyağı sayesinde kurulan tezgahlar, kumpaslar aynı ya da benzer olabilir mi?
Bir yerlerini bulurum
inerken dağlarından
öperim
kuytunu
aşkiya olur
kalırım gölgende
Yerimiz, dünyayı bilmek anlamak ve değiştirmek ise, doğan her yeni güneşle başka görürüz. Hep sürsün bu düzen keyfime bakarım ben diyenler için yeni bir güneş doğmaz hiç, hep aynı güneştir doğan ve gün hep aynı bugün.
Dünde yaşamak her günü ve her günü yarın için dün eylemek elimizde.
Dünyaya nereden baktığımıza bağlı hayat ile ilişkilerimiz.
Ağzından
Ağzından dökülür su
Otlar şiire dönüşür
Açılır gökyüzü
Yüzün en eski masalıdır aşkın
Kalbim elma yarısı
Yarılsa nar çıkar içinden
Bütün
Dünyaya nereden baktığımıza bağlı hayat ile ilişkilerimiz.
Durduğumuz yer ile bir hâl oldururuz kendimize, kendimizle birlikte gelişen evrilen bir hâl.
Kendi hâlimizdir bu ve kişinin kendi hâli boş vermek değildir içinden baktığı dışındaki dünyaya.
İnsan kendine bir hâl edinir ve bu hal ya içinin dışına vurulmasına neden olur ya da dışındaki konfor esir alır içindeki beni ve çıkarır ben olmaktan sürü içinde birey olmayı seçer .
İçini dışına vuran kimdir sorulsa, telefonu icat eden her kimse ise işte o içinden konuşmayı tahayyül etmeseydi uzaklardakilere, daha beklerdi insanlık uzaklarla konuşabilmek için, içindeki dünyayı dışa vuracak denli kendini olduranı.
Bir ateşsin
Şenlik ateşi
Baktıkca ısıtan
Geliyorum yanına
Yangınına
Kül et beni
Alevinden doğayım
Yeniden
Sürüp giden aşkınla
Yıl on iki ay yenince şey, domates değildir o, ne de karpuz, şeydir ki yiyen tüketir sanırken şeyi, şey tüketmekte bireyi hayatı.
Bir hâl edinmeli insan, hâller içinde bir hâl değil bu. An önce anlamalı insan biricik olduğunu ve bu biriciklik doğal değildir, insan kendi hâlini yaratırsa biricik bir hali olur, yaratamazsa hâli dumandır ki, tüketim çağı adıyla da anılan bu zamanda tüketilen şeyin kendisi olduğunu anlayamaz bile. Alır eline uzaktan kumanda aletini ve kumandanı olduğunu sanmaya başlar televizyonun, tabletin, akıllı telefonun.
Suduraşk
Akar içimden içine