Siyaset Kurumu Devlet Demek Değil

Kıbrıs Türk Halkı, tarihî boyunca yaşadığı sorunlarla travmaları, verdiği siyasal mücadele ve oluşturduğu siyasal yapılanmalarla aşmasını bilerek, gerektiğinde silahlı direnişle devletleşmeyi başardı. Devletleşme sürecinin, 1960 Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, yasama, yürütme, yargı işlevleri/yetkileri olan işlevsel federe birimi Türk Cemaat Meclisi ile başladığını kabul edersek 64 yıllık bir devletleşme deneyimimiz var demektir. Ne yazık ki tarihi boyunca sorunlardan kurtulmayı, travmaları aşmayı ve açmazlardan kurtulmayı başaran Kıbrıs Türkleri’nin siyaset kurumu, devletleştikten sonra geçen bu 64 yıllık sürede sorun çözmede başarılı olamadı, tersine sorunları yoğunlaştırdı ve ada ile dünya konjonktürünün gereklerine yanıt veremedi. 
Dahası, devletleşme sürecinin son aşaması olan KKTC’nin tarihsel bir süreç sonunda oluşan siyaset kurumunun /siyasal yapısının da birçok yapısal sorunu olduğu, bu sorunların bir kısmının çok uzun süreden beri çözümsüz kaldığı için açmaza dönüştüğünü “Mısır’daki sağır sultan bile duydu.” KKTC siyasetinin, devletin işlevleri bakımından 42 yıllık gündemine baktığımızda hep aynı sorunların tartışıldığını görürüz: Ekonomi, pahalılık, enflasyon, eğitim, sağlık, çevre, ulaştırma, trafik, tarım, turizm, imar, sosyal güvenlik konuları, kamu yönetimi ve benzerleri… Siyaset kurumunun yapısal sorunları bağlamındaki tartışma konuları da yıllardır değişmedi: Seçim yasası, demokratikleşme, patronaj, popülizm, yağma anlayışı, devlet sistemi ve yapısı, seçim ve parti sistemleri, kamu yönetimi, üçlü kararname konusu, yerel yönetimler, Sayıştay, yargı, erkek egemen siyaset kurumu, sivilleşme, Ankara ile ilişkiler ve başka sorunlar hep tartışma konusudur. 
Değişik bir anlatımla, siyaset ve siyaset kurumu, hem bireyin, hem toplumun mutluluğu için yaşamsal önemdedir. Doğumdan ölüme kadar, hatta ölümden sonra bile bizi etkiler, yaşamımızı biçimlendirir. Eğitimden sağlığa, çevreden trafiğe, çalışma yaşamımızdan sosyal güvenliğimize, sözün kısası yaşamın her alanında belirleyici olabilir. Biz Kıbrıslı Türkler için varoluş ya da yok oluşumuz, büyük oranda siyaset kurumunun elindedir. Buna karşın Kıbrıs Türkleri’nin ciddi boyutta bir “siyaset kurumu sorunu” vardır. Üstelik artık “siyaset kurumu’nun kendisi de artık tartışılan bir sorundur.”
***
Bu günlerde Yüce Meclis’in en büyük sorunu Meclis Başkanlığı seçimidir. Olayın içeriğine ya da başka bir yönüne bakacak değilim. Konu hakkında bir şey de söyleyecek değilim çünkü bu konuda sağlıklı bir tartışma ortamı yok! İnanılmaz bir bilgi/enformasyon kirliliği ile “borudan bakma” anlayışı var. İşin içinde toplum mühendisliği olduğunu varsayanlar,  birilerinin ince ayar yaptığını söyleyenler, iktidar partisinde beşli bir gizli çete/hücre’den söz edenler var. 
Başsavcı, red oyları kabul oylarından çok olduğundan Zorlu Töre’nin seçilmediği görüşünü belirtti. Bu görüş yargı kararı değil, bağlayıcılığı da yok. Bundan sonrası ne olur bilemem. Esasen hukukta 2+2 her zaman 4 etmez. Aynı hukuki belge için değişik zamanlarda değişik karar veren çok yüksek yargı organları var çünkü! 
***
Yazımın başlığındaki gibi, bir ülkenin “siyaset kurumu” o ülkenin “devleti” değildir. Siyaset kurumu, yalnız ve yalnız o devletin bir unsurudur, başka şey değil! Ne yazık bizde ısrarlı/bilinçli bir anlayışla/söylemle ülkedeki en küçük olumsuzluklar bile Devlet’i, KKTC’yi “tu kaka” etmek için kullanılır. 
Be kardeşim, KKTC’yi istemeyebilirsin ama söz konusu olan “Devlet”tir. Sömürge Yönetimi sonrasında bir devlet yapısına/örgütüne gereksinimin vardı ve bu gereksinimi karşılayan bir yapın/örgütün oldu. Şu ya da bu biçimde, şöyle ya da böyle bir devletin var. Gelecekte de öyle olacak. Yani ülkemizdeki siyaset kurumu başka şeydir Devlet başka şey! 
Başsavcılığın görüşü Meclis Başkanlığı sorununu çözer mi, yoksa iş yargıya gidip incir ipi gibi uzayıp gider mi bilemem. Amma velâkin bilin ki siyaset kurumu yeni ve ciddi bir yara almıştır, zaten yitip giden saygınlığı daha da “dibin dibine” vurmuştur. Bu ülkede seçime katılma oranının % 90’lardan düşe düşe %30’lara kadar indiğini gördük. Önümüzdeki seçimlerde ne olur bilinmez ama yüksek ve yeterli katılım beklenmesin. 
Bu durumun, özellikle dış ilişkilerde ve Kıbrıs konusunun uluslararası toplum boyutunda Devlet’in ve bizatihi siyaset kurumunun “yumuşak karnı” olarak karşımızda olduğunu, Varoluş Savaşımının süregittiğini ve bu savaşımımızda siyaset kurumumuzun belirleyici olduğunu anımsadığımda, içimden çığlık atmak geliyor.