İşimize bakalım.
Kıbrıs sorunu çözülsün ya da çözülmesin, geç de olsa işimize sarılmanın eşiğini atlamalıyız.
Yıllardır, Kıbrıs sorunun var olduğunu ve bu sorun çözülmeden hiçbir sorunumuzun çözülemeyeceği safsatası ile kendimizi oyalıyoruz.
60 senedir bu sorun var ve biz bu 60 sene içinde mektepler bitirdik, işçi, çiftçi, mühendis, doktor, memur, berber, kasap vs vs olduk, demek ki Kıbrıs sorunu hayatın gündelik akışını durduramıyor.
Bu sorun varken, 2 olan gazete sayımızı belki de 16 ya çıkardık, sıfır radyomuz vardı, sıfır televizyonumuz ve şimdi sayısını kimsenin ezbere bilemeyeceği kadar çok radyo, tv kurumu, kanalı hele de programları var.
Şu kadar üniversitemiz var ve bazıları üniversite adını hak ediyor, Kıbrıs adasında sorun ve hatta savaş çıkardığında Makarios hazretleri, üniversitemiz yoktu.
Mustafa Güryel okulunu bitirip de avukat olduğunda haber olmuştu gazetelerde 1960 lı yıllarda, şimdi avukat sayımız ohooo.
Uzatmaya gerek yok.
1963 yılından beridir önümüzde olan ve çözmek için, çok ve iyi niyetle uğraştığımız bu sorunu, ne yazık ki, kendilerini solda diye niteleyen partilerin ve örgütlerin öncülüğünde ve çığırtkanlığında, olduğundan çok çok fazla büyüterek, hatta nerdeyse çapsızlığımıza tembellik ve neme lazımcılığımıza kılıf yaparak beliyoruz.
Neyi mi.
Kendilerini sol diye niteleyen parti ve örgütler, AB veya KC nin bizim sorunlarımızı, bizim yerimize çözmesini ve kendilerini sağcı- milliyetçi diye niteleyen parti ve örgütler de, Türkiye’nin bu sorunlarımızı çözmesini.
Bu, ayıptır yazıktır ve suçtur memleketimize ve hayata karşı .
Parasına para katmak için, devletin arazilerinden kendilerine öncelikle tahsis ve sonra da üstüne oturma peşinde koşanlar ve devletin tahsis ettiği bu araziler üstüne yatırım yapacağız diyerek, tonla lira, dolar, euro ve sterlini kredi olarak talep edip alanlar ve o aldıkları kredilerin de üstüne çöreklenenler, paralarına, fahiş paralar katmak için Kıbrıs sorunun çözümünü beklemedikleri gibi, yanlarında köle muamelesi ile çalıştırdıkları, Kıbrıs Türklerinin, Türkiye Türklerinin, Bulgaristan Türklerinin, Viet Namlıların, Nijeryalıların, işçilikten doğan, sigorta, iş güvencesi, kıdem tazminatı gibi hakları söz konusu olduğunda, birdenbire Kıbrıs sorunu diye bir sorun olduğunu hatırlayıp, bu hakların verilmesini çıkmaz ayın son çarşambasına erteler gibi Kıbrıs sorunu çözülünce martavalına yatıyorlar.
Colin Kâzım nasıl bir gecede, Türkiye milli takımına alınmış ve ne UEFA’dan, ne de FİFA’dan bir protesto bile gelmemişse, Kıbrıs Türk futbolunun yetkilileri ile Türkiye spor yetkilileri, el birliği ile adına spor ambargosu denen kepazeliğinde üstesinden gelebilirler. GS ile FB başkanları UEFA ile FİFA’nın tanımadığı KKTC’den arazi talep edip de üstüne konduğu gibi ve bu spor ambargosunu kırıp gençlerimize yeni olanaklar sağlayabilecek şekilde, bizim takımlarımız ile bal gibi maç yapabilirler örneğin.
Kapımızın önünü, Türkiye’nin, KC’nin, AB’nin süpürmesini beklemek kadar büyük ve dehşet verici bir acizlik olmaz. Hatta nerdeyse kaşınan burnumuzu onların kaşımasını bekleyecek kadar abarttık bu sorunumuzu ve neme lazımcılığımızı.
Hem, peşinde olduğumuz çözüm ‘ iki bölgeli, iki toplumlu’ filan değil mi, yani bizim toplumun , bizim bölgenin sorunlarını biz çözeceğiz demek değil mi bu.
Yoksa yoksa…
Tarımdan, sağlığa, içme suyundan, tarımda kullanılacak suya, şehirlerin planlanmasından, spora, işçi haklarından küçük ölçekli sanayiye, eğitimden turizme kadar, bütün sorunlar bizim ve çözmekle yükümlüyüz.
Bir an önce işe sarılmazsak ne işimiz kalacak ne sorunumuz ne de memleketimiz.
Unutmayın ‘ bu memleket bizim’ içi boş bir slogansa sayenizde, sayemizde.
İş başı zamanındayız