1963 olaylarından bu yana bu halk neler neler yaşamadı, neler neler görmedi ki... Galiba insanlar savaş yıllarında daha bir kenetlenirler birbirlerine. Acıları paylaşırlar, ekmeklerini bölüşürler, gecelerine ışık olurlar.
Şu anda savaş halinde değiliz...
Savaş halinde değiliz de, sanki bir başka savaşı yaşıyoruz.
Halkın en hassas olduğu şey, bütçesi ve ekonomik açmazlarıdır. Şayet ülkede ve dünyada meydana gelen olaylar sizi bir yerlere sürüklerse, ülke hükümeti de çaresiz kalırsa, bunun muhasebesini yapmak lazım.
Muhasebesini yaparken de objektif olmak zorundasınız...
UBP içinde bazı olumsuzluklar zuhur etse de, muhalif kanattan olumlu çıkış ve öneriler gelmiyor maalesef. Kaldı ki, asgari ücretli bağırıyor, hayvan üreticileri haykırıyor, müteahhitler tepki veriyor, elektrikler sönerken cep yakan faturalar düşündürüyor. Bütün bunların yanına sıralanan şu sözleri de dikkate almak lazım. Ülkeyi zenciler işgal etti. Uyuşturucu aldı başını gidiyor.
Halkın Partisi Genel Başkanı Kudret Özersay, “Sine-i millete dönme seçenekler arasında” diyor.
CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman da “Bu işi halk iradesi paklar” diyor...
Diyorlar da, diyorlar...
Şu anda düşünüyorum. Sağ kanadın açıklamalarına, sosyal demokratların ve sol kanadın açıklamalarına bakıyorum. Bir de Ünal Üstel’in açıklamalarına bakıyorum.
“Herşeye kaldığı yerden devam edeceğiz” diyor.
Genel olarak tv kanallarına bakıyorum... Hemen hemen tümü de muhalefetin açıklamalarına yer veriyor. Sanki muhalif gruplar bütün televizyonları işgal etmişler gibi. Neden? Rating için.
Şimdi de eğri oturup doğru konuşmak lazım.
Geçen gün de vurgu yapmıştım.
“Ünal Üstel’in elinde sihirli bir değnek olmayacak” diye.
Peki olası bir sine-i millete gitme veya “bu işi halkın paklemesi durumunda” siz zanneder misiniz ki ülke güllük gülistanlık olacak. Partilerin oyları üç aşağı beş yukarı biraz farklılık yaratacak ve hiçbir parti tek başına iktidar olamayacak.
Siyaset tencerede pişan pilava benzer. Siz konuşursunuz, konuşursunuz, geleceğe umut pompalarsınız ama gün gelince de size pişirdiğiniz o pilavı yedirirler. Siz bugün konuşursunuz da, gün gele bu halk size geçmiş icraatınızı hatırlatır.
Ben şuna inandım...
Ülke siyasilerinin mutlaka iyimserlik anlayışı içinde bir süreci başlatmaları gerekir. Hemen hemen bütün dünya, değişik şekilde sorunlar yaşıyor.
Tabii ki muhalefet de haklı. Çünkü bu rüzgarı yakalamışken, elbette kendi politikalarını iyice yapacaklar. Konuşacakalar ve eleştirecekler...
Para mı?
Ekonomi mi?
Mutlu bir Kıbrıs mı?
Tam 59 seneden beri Anavatan Türkiye’nin bize gönderdiği paralarla ayakta kalabildik, kendimize yeni kapılar açtık. Ama hep o parayla yaşadık.
Muhalefetin getirmek istediği laf şudur bence:
“Ne yani? Türkiye ayakta kalabilmemiz ve gelişme sağlayabilmemiz için bize para veriyorsa, demokrasimize ve iç meselelerimize mi karışacak?”
Nerdeyse “Oldu olacak bize bir de vali gönderin, bu iş kökünden temizlensin” diyecekler. Belki Rumların bu uzlaşmazlığı daha da uzarsa, o vali de bir gün bu adaya gelecek ve yatak da, yorgan da bitecek, Nasrettin Hoca’nın hikayesi gibi.
Bütün bu çatışmalar ve sürtüşmeler kime yarar bilir misiniz?
Tümü de Rum’a ve Rum’un siyasetine yarar.
Bizim iç ve dış kavgalarımıza göre kendi siyasi stratejilerini belirleme şansı yakalarlar. Kaldı ki muhaliflerimiz “Federal çözüm” görüşünü savundukça, Rumlar çözümsüzlüğe daha da yatkın olurlar.
Geldiğimiz bu uzun yolda neler gördük, neler yaşadık.
Yıllarca ikili görüşmeler sürdü gitti ve bir arpa boyu yol kat edilmedi. Niçin? Rumların eskiye dönüş ve Türk askerini adadan söküp atma niyetleri olduğu için.
Kıbrıs’ın bölünmüşlüğü içinde yeni bir gelecek, hem Kıbrıs Türklerine, hem de Kıbrıs Rumlarına yeni bir pencere açar, diye düşünüyorum. Lakin o pencere nasıl açılacak? Açılan penceredeki görüntü nasıl şekillenecek önümüzde?
Bizim iç kavgalarımız devam ederken Rumlar, Türkiye’nin altını oymaya devam ediyor. Nasıl? Ele geçirdikleri iki paralık AB üyeliği ile. Bir de batıya yaranmakla...
Halbuki Rumlar gerçek çözümün, Ersin Tatar’ın ortaya koyduğu yan yana iki küçük devletin birbirini tanımasından geçtiğini bilmeleri gerekir. Çünkü denenmiş olan bütün yollar hep tıkanmıştır.
Özetle bizler içimizde kendi iç çatışmalarımızla var olmaya çalışırken, Rumlar da yarım Kıbrıslılıkları ile var olmaya çalışıyorlar ve çırpınıyorlar, Kıbrıs’ın istedikleri limana sürüklenmesi için.
Koskoca Türkiye, devleşen Türkiye orada, bütün dünyanın gözü önünde itibarını artırırken, siz nasıl sürükleyeceksiniz Kıbrıs’ı başka limanlara? NATO’nun en güçlü üyesi...
Oydu, buydu...
Bütün yaşananlar alışık olduğumuz ama şekil değiştirmiş gerçeklerdir. Unutmayın... Güneş her gün doğar ve batar... Hayat da devam eder. Şöyle veya böyle devam eder...