Kendi ayaklarıyla yürümeli insan.
Hoppala bu da nerden çıktı, ne demek bu dediğinizi duyar gibiyim.
Son sözü ilk söz olarak söyleyim. Nicedir kendi ayaklarımızla yürümüyoruz.
Bakın kendi ayaklarınıza, sabah yataktan kalkıp da attığınız ilk adımı kendi ayaklarınızla mı atıyorsunuz. Çıktınız evden işe doğru, yürüyen kendi ayaklarınız mı arabanıza kadar tabii ki. Arabanıza girdikten sonra benzine glaja frene basan kendi ayaklarınız ondan asla şüphem yok.
Hatırlatınca ben, hatırlayanlar çıkacaktır biliyorum. 1964 ve sonrasında sigara paketlerinden fotoğraf çerçeveleri yapardık ve daha nice dekoratif şeyler. BM askerlerinin, Danimarka, Finlandiya, İsveç kontanjanlarının içtikten sonra attığı bira kutularından neler neler yapmazdık ki, geri dönüşüm diye kavram yoktu hayatımızda ama dönüştürüyorduk işte kendi ellerimizle.
Binlerce göçmene, göçmen evi yapıp onları sıtır ederken biz, kullandığımız tek şey kendi ellerimiz, kendi ayaklarımız kendi aklımız ve yüreğimizdi. Burhan Nalbantoğlu hastahanesini de böyle yaptık, Limasol, Mağusa hastahanelerimizi de. BRT , Sancak, Canbulat radyolarını da
63 -67 arasını uzun uzun anlatmıyacağım. ama bizdik o zor, o karanlık yılları aşan, yardımsız desteksiz, bütçesiz ve binlerce yerinden edilmişi de sıtır eden.
Kendi ayaklarımızla yürüyerek geldik biz 1878 den 1974 e, bu süre içinde hatalar yapmadık mı, elbette yaptık, sendelemedik mi, sendeledik, aştık ama türlü çeşitli zorlukları da vardık 1974’e.
Eğer biz kendi ayaklarımızla uzun karanlık sarp yolları yürümeseydik, ne garanti anlaşması işe yarardı ne de, Dr Küçük- Rauf Denktaş- Osman Örek üçlüsünün diplomatik tavırları.
Biz kendi ayaklarımızla yürüye, yürüye, düşe kalka, cesurca ve korka korka vardık 74’e.
Tam da düzlüğe çıkarken bıraktık kendi ayaklarımızla yürümeyi. Neden bıraktık diye sormalı her bir insanımız kendi kendine ve bırakıp başka ayaklarla yürümeyi, başka ellerle yapmayı, başka akıllarla düşünmeyi, kuşanmalı kendi elini ayağını aklını da düşmeli yeniden her bir kişi kendi aklının ve yüreğinin yoluna.
Türkiye cumhuriyeti doğal, kültürel, gönülden müteffikimizdir evet. Buna itiraz etmek en azından benim aklıma bile gelmez ve lâkin, eğitim sistemimizin sağlık sistemimizin, tarımımızın ve diğerlerinin nasıl olması gerektiğini Türkiye’ye sormak, doğal müteffikliği, gönül bağlarını aşar ve biz topal ve çolağız, aklımız da işlemiyor, yüreğimiz de tembelliğe alıştı, gel ve bizim işlerimizi bizim için yap, lütfen yap, yalvarıyorum yap, anlamını içerir, ki günümüz hükümetinin yaptığı tam da budur.
Ayağınız topal, eliniz çolak, aklınız kıt, yüreğiniz yoksa niye ordasınız. Aloooo.
Kıbrıs türk halkı yürümeye muktedirdir, hükümet adı altında, ülkemizin bütün sorunlarını Türkiye’ye havale edenler, bu yürüyüşümüze engel olmaya çalışmaktadırlar. Yapmamız gereken şey bu engeli aşmak, bunlardan kurtulmak ve bağımsız bir devletin zor, çetin meşaggatli yollarını kendi ayaklarımız, ellerimiz aklımız ve yüreğimizle aşmaktır.