Şayet düşman hançerini dayamışsa boğazınıza ve topraklarınızı işgal ederse ne yaparsınız?
Siz hemen teslim olur musunuz? Elbette ki içinizdeki vatan ve bayrak aşkı sizi harekete geçirecek ve duygusallıktan öte bir yaratıcılık ortaya koyacaksınız.
Bugün, 30 Ağustos, Büyük Taarruz’un ve Türk Ulusunun en büyük bayramı, Zafer Bayramı. Bir kurtuluşun ve Türk ordusunun tarihe altın harflerle yazdığı büyük zaferin tam doksan beşinci yıldönümü.
İşte o düşmandı ki gelip Anadolu’yu parseleyerek, koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun sayfalarını kapatmak için harekete geçmişti. O zor günlerdi ki bir kuzunun meydanlarda savunmasız ve korumasız kurtların arasında kaldığı bir zamandaydı Anadolu ve Türk ulusu…
Yunan orduları İzmir’e çıktıklarında yapmadıkları vahşet kalmamıştı. Hamile kadınların karınlarını bile deşmişlerdi vicdansızlar. Bütün köyleri ve geçtikleri yerleri yakıp yıkmışlardı. Tıpkı Kıbrıs’ta onların artıklarının ve sülalelerinin yaptıkları gibi. Tam yüz üç köyümüzü Yunan artıkları yakıp yıkmadılar mı Kıbrıs’ta?
Osmanlı’nın o zor günlerindeydi ki Mustafa Kemal, çöken ve tarihin sayfalarına gömülmekle yüzyüze kalan Osmanlı’nın arta kalan topraklarına sahip çıkmıştır. Yoktan bir ordu yaratarak Anadoluyu adım adım dolaşmış ve halkını örgütlemişti. Anadolu’nun bağrından çıkardığı bu ordu sayesinde koca Türkiye’yi yaratmıştır.
Atatürk’le kendi davasına inanan insanlar olmasaydı, bugün bütün Türklük dünyası kocaman bir hiç olacaktı. Hani derler ya “kurtulan mal bizimdir” diye. Koskoca Osmanlı İmparatorluğundan arta kalan mal da misak-ı milli sınırları ile çizilen Büyük Anadolu bize kaldı. Yunan orduları denize döküldü ve zaferin çığlıkları atıldı. Onlar geldikleri gibi gitmediler. Denizin mavi sularında yok olup bittiler. Ama onların yüreklerindeki Türk kini hiç bitmedi. Hep Türklerden intikam olmak arzusu ile yandılar tutuştular şimdi olduğu gibi.
Eminim çoğu okurum Çanakkale’ye ve o körfezin üstündeki tepede yatan cesur Mehmetçiğin mezarlarını ziyaret etmiş ve hayli de etkilenmişti. Orada toprak altında yatan o kahramanların önünde saygı ile eğilmemek mümkün mü?
Şimdi savaş mı var? Savaş yok, ama var.
Bu savaş, başka savaş. Meydanlarda topla tüfekle yapılan savaş değildir şimdi olagelen savaşlar. Eski kinlerin tortuları ile beraber gelen, dünyada varlığını idame ettirme ve güçlü bir devlet olma savaşıdır bugünkü savaş. Şu anda dünyada varolan sıcak savaşlar ötesindeki görüntü, devletlerin birbiri üzerindeki egemenlik karmaşası, endirek ambargoları ve devletler hukuku dedikleri hukuksal süreçle bağlantılı yeni bir savaşın varlığıdır.
Birleşmiş Milletlerle başlayan, NATO ile devam eden, sonra değişik güç organları ile milletlerin hayatına nüfuz eden bir başka savaş.
Osmanlı koskoca Avrupa’yı, koskoca Ortadoğuyu aldı ve tümü de elinden gitti. Hala oralarda Türk kahvesi içilir ve Osmanlı kültürünün izleri görülür. Şayet o zamanki Osmanlı, bugünkü Türk Ulusunun erkini elinde bulundursaydı, Mustafa Kemal gibi cesur ve kafası çalışan, Osmanlıyı bütün Avrupa’da egemen kılan bir padişah çıksaydı, Türk ulusu bugün dünyanın belki de birinci veya ikinci büyük gücü konumuna gelirdi.
Önemli olan geçmişi anımsamak, geleceğe ve gelecek tehlikelere karşı önlemler almak ve ulusal bütünlüklü politikalar üretmek; hatta bütün dünya Türkleri olarak ulus bireylerini kenetlemek ve örgütlemektir. Öyle de olmalıdır diye düşünüyorum. Çünkü “Türkün dostu sadece ve sadece Türktür.” Ne kadar güzel söylemiş atalarımız?
Bugünkü Hristiyanlık dünyasına baktığınızda, hep aynı görüntüye rastlarsınız. Yani Haçlı zihniyeti ile yetişen yeni nesillerin, Müslümanları ezme politikası.
Yahudiler İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler ve ordusu tarafından soykırımdan geçirilmiş ve kaçabilen Yahudiler şimdiki İsrail topraklarında toplanmışlardı. Ama gelin görün ki, acıları görmüş ve insanlığı aramış Yahudiler, Müslüman Filistinlilere kök söktürüyorlar.
Şimdilerde Kore savaşı üzerine bir film çekilmiş ve vizyona giriyor. O filmin konusu, Kore’de savaşan bir Türk askerinin, annesi-babası savaşta ölen bir kız çocuğunu kurtarışına dairdir. O bir insanlık göreviydi. Yani Türk olmanın onuruydu. Lakin giderken Ayla ismini verdiği o küçük Koreli kız çocuğunu arkasında bıraktığında acıları yüreğine gömmüş ve o çocuğun da hayallerini yıkmıştı elde olmadan.
Fakat o vicdan sahibi asker, doksan beş yaşına geldiğinde, bazı medya kuruluşları iz sürerek bunca zamandan sonra bu iki insanı buluşturmuştu. O buluşma insanın gözlerini yaşartır.
O filmin yapımcısı, “Maksadımız milliyet üzerine bir film yapmak değil, dünyaya insanlığımızı ve sevgimizi göstermek içindir” demiştir.
İşte Türk insanı öyledir.
Yunanistan’da büyük yangınlar çıkar, Türkiye hemen yangın söndürme uçaklarını gönderir. Veya bir deprem olur, kurtarma ekiplerini o enkazların içine sokar. Niçin? İnsanlarık için.
Ulu Önder Atatürk de öyle onurlu bir insandı. Savaş sonrasında nice Hristiyan’ı korudu ve ibadet yerlerinde ibadet etmelerine fırsat Verdi.
Ama Yunanistan, hala kin ve nefretle minnacık adalara konarak Türkiye’nin gözüne diken gibi batmak için fırsatlar kolluyor.
Şayet bu soluduğumuz havanın ve özgürlüğün kıymetini biliyorsak, mutlaka ve mutlaka o Büyük Taarruz’u ve 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın anlamını de belleğimize yazabilmeliyiz.
Nice Zafer Bayramlarına…