Aslında Kıbrıs’ta yaşananlar, Rumların 1974’ün rövanşını alma çabasından öte bir şey değil. Rumlar savaşı hukuk cephesinde kazanmaya çalışıyor. Biz son bombanın 1974’de patladığını sanmıştık. Ancak savaş sonrasının bombaları farklı; onlar çevreyi ses çıkartmadan yıkmaya çalışıyor.
İlk bomba Annan Planı günlerin kadar Luizidu davasında patlamıştı. Girne’de, içinde işçi barınağı bulunan iki katlı büyük yığma taş binasının “kaybolan gelir zararı için” Türkiye 1 milyon Avro ödemeye mahkum edilmişti. Türkiye AİHM’nin kararını karşılık 1 milyon avro ile ödediğini, artık daha başka ödeme yapmayacaklarını sanıyordu. Balkan Savaşı ve öncesinden diplomatik çevrelerde yaygın olan kanı “Türkler masa başında kaybeder” deyişi doğru olabilir miydi?
Önce AİHM 1974 savaşı için Türkiye’yi suçlu buldu. Ama ne ceza vereceğine 1992 yılından beri karar veremiyordu. Geçenlerde verdi. 90 milyon avroya mahkum etti.
***
AİHM göz boyamak için, KKTC’deki Mal Tazmin Komisyonu’nu “yasal otorite” olarak tanındı. Bu durum, Rumların kesin çözüm gerçekleşene dek, Türk kesiminde kalan taşınmaz malları için MTK’ya başvurmasını sağlandı. Birçok Rum, Türk otoritesinin yardımıyla kendi malının karşılığını almaya çalışıyordu. Özellikle son iki yıldır Rumlar, ekonomik sıkıntıların da etkisiyle sürümcemede kalan Kıbrıs meselesini kendi girişimleriyle çözmeye başlamıştı.
Bu arada başta Ada’da yatırım yapanlar olmak üzere bütün yatırımcılar, sahip oldukları toprakların artık Türk malı olmasını sağlanıyordu. Çünkü kimse, sonu belli olmayan bir macera için yatırım yapmak istemiyordu.
Derken AİHM Kıbrıs’ta süren barış görüşmelerinde yeterli yol alındığına kanaat getirdi.
Loizidu Davası’nın yarattığı bomba etkisi zaman içinde geçmiş, çıkardı tozbulutları dağılmıştı. Önceki günkü AİHM’nin aldığı karar, Türkiye’nin aldatıldığının en somut göstergesi oldu.
Sözde Avrupa Hukuku devreye girerek Türkiye’yi maddi baskılarla yenmeyi denedi.
AİHM’sine göre Türkler Kıbrıs’ta müdahale etmemeliydi. Kıbrıs Türkü ölebilir, daha doğrusu öldürülebilir ama Türkiye uluslararası hukuğun kendine verdiği yetkiyi kullanamazdı. Önceki gün Türkiye’ye verilen 90 milyon Avro’luk cezanın anlamı buydu.
***
Türkiye, Luizidu Davası’nda “kaybedilen gelir” için 1 milyon Avro ödemişti. Bu aslında Kıbrıs Türk tarafının bir anlaşma olması halinde Türklerin kullandıkları bütün taşınmaz mallar için de geçerli bir örnek nitelikte bir karar olacak.
Türkler önce Kuzey’de tuttukları ev, arsa ve tarlalar için 40 yıllık kira bedelini ödeyecek. Bu para, Türklerin güneyde kalan, yıkılıp, harap edilen mallarının değerinden düşürülecek. Güneydeki mallar değersiz olacağından Türkler şu an için ellerinde tuttuğu Rum mallarını Güney’deki malıyla takas edemeyecek. Zaten Rumların 170 bin kişiyi Kuzey’e geçirmek istemesinin nedeni de bu. Onlar gelip mallarına sahip çıkacak, hayatlarında dört, üç veya iki kez göçmen durumunda kalmış Türk göçmenlerinin Kuzey’den de kesin kez atma işlemini başlatılacak.
Son dönemde Türk tarafında gözlenen kitlesel dini ayinlerin nedeni de bu. Rumları eski kilise ve topraklara alıştırmak, psikolojik olarak Türkleri yenilgiye ve çözülmeye hazırlamak.
Maalesef din adamlarımız da Rum kilisesiyle son aylarda yaşadığı balayı ile Türk tarafındaki dağılmaya körükle gidiyor.
Özetle:
Artık sahte “barış” söylemleriyle halkı kandırmayalım.
Artık masada bulunanın dağılma veya kendine gelme süreci olduğunu fark edelim.
Artık yeni yeni maceralar yaşayıp, korkulu rüya görmektense, uyanık kalalım.
Sözde “Barış” söylemlerinin Kıbrıs Türkünü son kez göçe ve yok olmaya iteceğinin bilincinde olalım.
AİHM’nin kararı Eroğlu ve Özersay’ın “evet” demesi halinde, bunun yok oluş sürecinin başlangıcı olacağını bilelim.
Efendim, saygılarımla!..