Güney Kıbrıs’taki saplantıların bir kez daha aklı nasıl esir alabildiğine sadece bizler değil tüm dünya bir kez daha tanıklık etti. 23 Nisan, 2003 tarihinde Kıbrıs’ta karşılıklı geçişlerin yürürlüğe girmesinden sonra gerçekleşen karşılıklı ziyaretlerde, gerek Kıbrıslı Rumlar gerekse Kıbrıslı Türkler birbirlerinden herhangi bir önyargı içine girmeden alış veriş yapmaya başladılar. En azından genel görüntü buydu. Rum Ortodoks Kilisesi’nin o zamanki başkanı 1.Hrisistomos’un, bağnaz ama Hz.İsa’nın vaaz ettiği dinin gereklerine hiç de uymayan, ayırımcı ve intikamcı söylemleri gelmekte gecikmedi. Hrisostomos, “işgal rejimine ekonomik katkı” olarak gördüğü, Rum adadaşların Kıbrıslı Türklerden alış veriş yapmasını neredeyse yasaklayan ve onları aforoz etmeye denk tehditlerle dolu açıklamalar yaptı. Bu açıklamalar zaten kuzeye çekinerek hatta korkarak da geçmekte olan Rum insanlarının, alış-veriş yapmaları şöyle dursun, kuzeydeki dükkanlardan bir şişe su almalarını bile önledi. Güneyden buralara gelenler yiyeceğini içeceklerini bile kendileri getirmeye başladılar. Kuzey Kıbrıs’a kendilerine göre sebepler yüzünden hiç geçmeyen ve geçmemeye de kararlı olan yüzbinlerce insanın dışandakiler, neyse ki zamanla Kıbrıslı Türklerin de insan olduklarını, bu adada kendileri gibi sosyal, ve ekonomik güvenlik içerisinde emniyette yaşamak istediklerini anlamakta gecikmediler. Ayrıca güney Kıbrıs’a geçmekte olan adadaşları Kıbrıslı Türklerin yapmakta oldukları alış verişlerde önyargısız davranmakta olduklarını da gözlemlemiş olan Rum komşular, Hrisostomos’un çağrısının çağdışı olduğunu anlamakta da gecikmediler. Yine de Hrisistomos’un çağrısının etkilerinin sıfırlandığını söylemek çok yanlış olur. Buraya kadar anlattıklarım, 23 Nisan, 2003 sonrası gelişen Kıbrıslı Türk-Rum ilişkilerinin güneydeki dini otoriteler tarafından getirilmeye çalışılan yasaklama veya kısıtlamalardır. Bunun yanında Rum toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti yetkililerinin “hakimiyetçi anlayışları”nın, iki toplumlu ilişkilerin gelişmesini de önler nitelikte olduğunun en son örneğiydi, son günlerde yaşanan “benzin krizi”. Avrupa Birliği’nce de onaylanarak tüzük kurallarına bağlanmış olan Yeşil Hat Ticaret tüzüğü’nün uygulanmasına işlerlik kazanmasına temelde negatif bir tutum takınmış olan Rum yönetimi, çeşitli bahanelerle karşılıklı ticaretin gelişmesini önlemekte saçmalığa varan davranışlar bile sergilemektedir zaman zaman. Başbakan Yardımcısı ve Dişişleri Bakanı Kudret Özersay’ın dünkü açıklamasında kısaca özetlemiş olduğu gibi, Rum tarafı, her defasında sözde “standartları” bahane ederek, Kıbrıs Türklerince üretilen veya ithal edilen malların güneye geçmesi ve kullanılmasını “veto” edebilmektedir. Rum tarafın İki toplum arasında öğretmen ve öğrencilerin ziyaret ve temaslarını bile kısıtlayan “ara bölgeye hapseden” tutumlarını özellikle AB yetkililerine nasıl izah edebildiğini anlamakta zorluk çekiyorum. Ortak Pazar olarak kurulup farklı Avrupa ülke ve toplumlarının ürettiği mal ve hizmetlerin, gümrüksüz dolaşımını hedef alan Avrupa Birliği, daha ucuz ve kaliteli üretilen mal ve hizmetlerin karşılıklı ticaretle kullanılarak hem ekonomiyi büyütmeyi hem de refahı üyeleri arasında yaymayı hedeflemektedir. Uluslararası Ticaret politikaları ve stratejilerinin üniversitelerde okutulmakta olan en temel amaçları, ülke ekonomilerinin diş ticaret hacimlerinin artırılması yoluyla daha da büyütülmesi ve artan rekabet koşulları altında sağlanacak ucuzluk ve kalite ile tüketimin de artırılarak refahın yaygınlaşmasıdır. AB üyesi Rum toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, adadaki sınırı da kabul etmeyen haliyle ve tavırlarıyla ülke içi ticarete bile koymaya çalıştığı engeller, çıkarmakta olduğu zorluklar, AB’ın ilgili kurumlarınca nasıl okunur acaba? Bitmeyen bir egemenlik, hakimiyetcilik ve hegomonyacılık zihniyetiyle, “herşey bizim ve bizden sorulur” yaklaşımları iki toplumun ilişkilerine büyük zararlar vermeye devam etmektedir. İki taraf arasında 50 yıldır devam etmekte olan görüşmeleri sonuçsuz bırakan da bu zihniyet ve sebep olduğu yaklaşım ve davranışlardır. Önümüzdeki aylar içerisinde başlaması ümit edilen Kıbrıs görüşmelerine söylemekten geçemeyeceğim, Rum tarafı eğer bu mentalite ile bu zihniyetle başlayacaksa, istenen siyasal ortaklık, paylaşmak ve ortaklaşmak kurulamayacaktır. Yanılmış olmayı dilerim.