Dil nedir?
İnsan varoluşunun ana koşulu olduğunu söyleyerek küçük bir tanımlamayla başlayalım. Augustinus’un “Dil nedir peki? Kimse bana sormayınca, biliyorum. Birine açıklamaya kalkınca da, bilmiyorum,” sözleri aslında zaman için söylense de Nermi Uygur, bu sözlerin dil için de geçerliliğini koruduğunu söyler. Nerede insan varsa orada dil vardır ona göre ve aslında dil bir soyutlamadır.
“Örneğin; çiçeklerin dili, renklerin dili veya matematik dili vardır. Bunlar özel durumlarda başvurduğumuz dillerdir ve hepsi anadilimizin içerisindedir. Çünkü anadil temel dilimizdir.”

Alınyazısıdır insanın anadili… Onunla büyür onunla beslenir. Nermi Uygur, Robinson Crusoe örneğine değinir tam da burada. Her şeyini sular götürüp teknesi parçalanınca dostları, çevresi ötelerde kalınca hep, anadilinden dolayı birçok şeye yakındı oysa. Anadili olmasaydı tutunabilir miydi Robinson adasında?
Dilin gücü yadsınamaz bir gerçek. Dil, en büyük yardımcımızdır, der Nermi Uygur bilgi adına belirlediğimiz her şeyi dille başarırız. Anlatıldığına göre, Konfüçyus’a sormuşlar: “Bir ulusun tüm yönetimi sana bırakılsaydı ilkin ne yapardın?” O da şöyle cevap vermiş: “İlkin dili düzeltirim.”
Varoluşun kesinliği, varoluştaki büyük güç… Ve sözler, sözcükler… Geleceğe ilişkin çeşitlilik öyle ki sormak, değerlendirmek, eleştirmek… Hepsi konuşma dediğimiz olaydan türeme. Elde var konuştukça dışına doğru taşan bir insan…

“Kendimizden saklasak bile konuşacak, söyleşecek bir tanıdık aramaya çıkmışızdır. Bazımız aradığını bulamayınca kendi kendisine konuşur. Kimimizde bakarsınız, salt “Bir orta şekerli” diyebilmek için tıklım tıklım dolu bir kahveye gider.”
Söküp atamayacaklarımız arasına girer böylece konuşmak. Bilcümle ihtiyacımız olan şey. Adeta dille tutunur kendine insan. Anlamlı yahut anlamsız fark etmeksizin…
“Tek tek sözcükler anlamlı ya da anlamsız olmalarını ancak dil içindeki varoluşlarına borçludurlar.(…) Rastgele de dizseniz sözcükleri yan yana da, çok kez anlamlı bütünler yarattığınızı görüp şaşarsınız.(…) Çok işte olduğu gibi anlamlıyla anlamsızın efendisi de insanın kendinden başka bir şey değildir.”
İnsanları birbirine bağlayan konuşulan dildir, insanla insanı bir arada tutan… Bakınız Babil Kulesi hikâyesine… Tevrat’a göre bir zamanlar yeryüzünün bütün insanları birlik içindeydi ve tek bir dili konuşuyorlardı. Bu insanlar günün birinde tepesi göğe varan bir kule yapalım dediklerinde, Tanrı onları denetlemek için ne yaptıklarını görür ve onlara ders vermek adına dillerini karıştırır, birbirlerini anlamazlar ve böylece Babil Kulesi’nin yapımı insanların birbirlerini anlayamadıkları için durur. Yani dildeki ayrılık her zaman savaş ortamı  yaratmayacağı gibi, dil birliği de her zaman insanlara barış ortamı yaratmaz diyebiliriz.
Dil sürekli bir gelişim içerisindedir. Ve biliyoruz ki hiçbir dil kendi başına var olmadı. O, özünde sihirli bir karışım. “Anadili hem arıtmak hem de zenginleştirmek en iyi kafaların işidir” derken Nermi Uygur, çoğu kez her şeyi dilin kendisinin düşündüğünün de altını çizer.
“Tarihte istediğimiz kadar gerilere gidelim, insanları hep dil toplulukları içinde buluruz. Yeri, zamanı ne olursa olsun her insan insan-oluşunu dilinde gerçekleştirir.”
İnsanı insan yapan şey işte… Ve insan, insan olarak kaldıkça dilinden ayrı düşünülemez