Yazmak, okumakla kışkıran  bir düşlem ve eylem biçemi. Okumak düşünceyi ve düşlemeyi kışkırtır.

Bir olanak sağladı bana VATAN gazetesi, yazma olanağı, bunu bencilce kullanmamalıyım, gelin bu gün ve bundan sonra ara ara okumayı seçelim de hep beraber okuyalım.

Falih Rıfkı Atay’ın ZEYTİN DAĞI romanından okuyalım ( tşkler Ali Sirmen )

“Karargâhın içinde: Kudüs düştü! sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyrut’a, Şam’a, Halep’e gözyaşlarımızı hazırlamak lazımdı.

Artık yalnız Anadolu ve İstanbul’u düşünüyorduk. İmparatorluğa, onun bütün rüyalarına ve hayallerine allahaısmarladık.

Çamları arasından, güneşi hiç sönmeyecek, hiç akşam gölgesi görmeyecek gibi bakan Lut çukuru şimdi bütün imparatorluğu içine çeken bir mezar gibi genişleyip derinleşiyor.

Eşyamı ve kâğıtlarımı bavuluma yerleştiriyorum. Artık Şam’dan ayrılıyoruz. Cemal Paşa İstanbul’da istifa edecektir.

***

Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüs’süz, Şam’sız, Lübnan’sız, Beyrut’suz ve Halep’siz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız.

Kumandanım harap Anadolu topraklarını gördükçe:

- Keşke vazifem buralarda olsaydı, diyor.

Keşke vazifesi oralarda olsaydı. Keşke o altın sağanağı ve enerji fırtınası, bu durgun boş ve terk edilmiş vatan parçası üstünden geçseydi.

Eğer kalırsam, diyor, bütün emelim Anadolu’da çalışmaktır.

Eğer kalırsa, eğer bırakılırsa... Anadolu hepimize hınç, şüphe ve emniyetsizlikle bakıyor. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. İstasyonda bir kadın durmuş gelene geçene :

- Benim Ahmed’i gördünüzmü? diyor.

Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini?

Yırtık basmanın altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor.

- Bu tarafa gitmişti, diyor.

O tarafa? Aden’e mi, Medine’ye mi? Kanal’a mı? Sarıkamış’a mı? Bağdat’a mı?

Ahmed’ini buz mu, kum mu, iskorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi?

Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen ona da soracaksın:

- Ahmedimi gördün mü?

***

Hayır... Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik, fakat Ahmed’in her şeyi gördü; Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü.

Şimdi Anadolu’ya batıdan doğudan sağdan soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırarak esiyor. Anadolu; demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip, çömelmiş, oğulunu arıyor.

Vagonlar, arabalar, kamyonlar hepsi ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru perdelerini kapamış, muşambalarını indirmiş, lambalarını söndürmüş, gizli ve çabuk geçiyor.

Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını, kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz.

Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bu anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek....

Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik.”