( Kıbrıs Türkünün adada ki özgürlük ve varoluş mücadelesinin önderi, Sn. Dr. Fazıl Küçük’ün aziz hatırası önünde saygı ile eğilirken, o büyük devlet adamını sevgi, şükran ve minnet duyguları ile anıyorum. Vatan ona minnettardır.)
  Aşağıda okuyacağınız gerçekler, Kıbrıs Türkünün adada ki var oluş mücadelesine önderlik yapan, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Sn Dr. Küçük’ün bizzat kendi yazmış olduğu makalelerinden derlenmiş olan ‘’ Mücadelemizin Görkemli Günleri ‘’ isimli kitabından alınmıştır…
     Okuyacağınız bu tarihi belgenin, günümüzde öncelikle ata yadigârı o topraklarda yaşayan her yurttaşın, Türk Milletinin ama özellikle tüm siyasetçilerin; o mücadele yıllarında yaşanan gerçekleri bir kez daha hatırlamaları, Kıbrıs Türk Genç’liğinin o vatan topraklarında yaşanan mücadelenin özünde neler olduğunu bilmeleri açısından önemli bir tarihi belge olduğuna inanıyorum. 
 1956 yılında yayınlanan ve aslı İngilizce olan kitabın önsözünün tamamını okuyacağınız bu yazı, bizzat Sn. Dr. Küçük tarafından kaleme alınmıştır. 
 Kitabın aşağıdaki özetini okurken; Kıbrıs’ta Türk’ün var oluş mücadelesinin önderliğini yapan bir liderin, halkının yüksek menfaatlerinin korunmasını, Yunanistan’ın ve Rum’ların hedeflerinin ne olduğunu anlatan uzak görüşüne; diğer ülkelerin ada üzerindeki emellerini irdeleyen analizine de tanıklık edeceksiniz. 
 Çok uzun demeyip sonuna kadar okumanızı önerdiğim bu yazımda; ben sadece Kıbrıs mücadelesine önderlik yapan çok değerli liderin görüşlerini aktardım. O coğrafyada lider etiketi ile dolaşarak, Türk Milletinin, Kıbrıs Türk’ünün tüm kazanımlarını pazarlık masasına getirmekten çekinmeyenlere, bağımsızlığın ne demek olduğunu görmezden gelenlere, daha da önemlisi; Kıbrıs Türk’ünün bağımsızlığını kazandığı o gün ağlamış olanlara, örnek olsun diye!  

İşte tarihe mal olmuş bir önderin görüşleri! İşte o gerçekler:
Yazan: Dr. Fazıl KÜÇÜK
(Kıbrıs Türk’tür Partisi)
(Genel Başkanı)
(Kıbrıs – 1956)
‘’Rum vahşetini görüntüleyen resimlerden oluşmuş bu kitapçık, gerçeği ve yalnız gerçeği göstermektedir. Kitapçık suçlama amacıyla değil, karşı tarafın inkâr edemeyeceği Türk tezlerini ispat edecek canlı deliller içerdiği için yayınlanmıştır. (Kitabın içerisinde 1955 - 1964 yılları arasında; Rum’ların sadece Türk oldukları için acımasızca katletmiş oldukları kardeşlerimizin resimleri, köylerinin, evlerinin yakılıp yıkılma fotoğrafları vardır.) 
 Söz konusu Türk tezleri şöyle sıralanabilir:
Determinasyon prensiplerini uygulamaya koymaya hazır değildir.
Türk halkının haklarını koruma ve halkla ilişkili her alanda onlara haklarını verme yolundaki Rum teminatı samimi değildir, onların hiçbir sözüne güvenilemez.
Rumların tek amacı, Kıbrıs’ta self-determinasyon prensipleri uygulandığı anda, ya da hükümet olarak kendilerine tam yetki verildiği anda Kıbrıs Türk Halkını yok etmektir.
      Bugüne kadar hep adada herhangi bir Rum yönetimine boyun eğmeyeceğimizi, Rum nüfusun ağırlıkta olduğu bir rejimi asla kabul etmeyeceğimizi, kâğıt üzerindeki teminatları kabul etmediğimizi var gücümüzle haykırdık. İyi niyetli yabancı gazeteciler ve devlet adamları sürekli olarak neden Rum toplumuna karşı güvensiz olduğumuzu, neden Başpiskopos ve diğer Rum liderlerinin açık teminatları karşısında onlara bir şans vermediğimizi sorup duruyorlar. 
 Bizim cevabımız ise: 
 Son 4 asırdır Kıbrıs’ta bu insanlarla yaşadığımız ve 3 asırlık Türk yönetimi boyunca Türk’lerin Ortodoks Kilisesi’ne hayat ve güç kazandırmasına rağmen, İngiltere’nin 1878’de Kıbrıs’a ayak bastığı andan itibaren, Türk’lere karşı ırkçı ve ayrımcı bir politikanın uygulanmaya başlandığı yönündedir.
  Tüm adanın yöneticileriyken, insafsızca tüm devlet organlarından atılarak, can güvenliğimiz ve özgürlüğümüz için savaşır duruma düşürüldük. Her fırsatta gerçekleştirilen insafsız Rum saldırıları sonucu tüm haklarımızı yitiren bizler, 60 yıldan fazla bir süre bu durumda mücadele verdik. Rum’ların Türk’lere karşı duygularını ancak biz yargılayabiliriz. Onların en eğitimlisi bile zalim, barbar, sadist anti-Türk duygulara sahiptir. Hiçbir yerde bize tahammülleri olmadığı gibi toplumsal hayatın hiçbir yönünde de bizi temin etmek için sebep görmüyorlar. Yunanistan’ın da kışkırtmalarıyla kendilerini egemen ırk olarak görmeye, geriye kalan İngiliz, Türk, Ermeni ve Maronit’leri ise egemen güç tarafından çalıştırılan ve onun inisiyatifi ile istendiğinde kovulabilen hizmetkârlar olarak kullanmaya kalkışmışlardı.
   Yaklaşık 60 yıldan fazla bir süre okullarında anti-Türk karşıtı propaganda yapıp, tüm yeni nesillerin zihinlerine genişleme fikrini aşıladılar. Bugün Atlantik Paktı’nda yazılanlardan faydalanarak self-determinasyon prensiplerinin evrensel olarak kabulüne sığınılan ve 4 yaşındaki bir çocuğa bile saldıracak kadar Türk düşmanı propaganda ile gözleri kör edilmiş bu insanlar. Yalnız kendi geleceklerini tayin hakkını değil, 200 bin Türk’ün ve diğerlerinin de geleceğini kendileri tayin hakkı istemektedirler.

‘’RUM TEZİ’’
  Dünya kamuoyu, Kıbrıs’taki nüfusun bir bütün olarak Yunanistan’la birleşmesinden yana olduğunu düşünmektedir. Bu yanlış kanı Yunanistan tarafından yaygın bir propaganda olarak kullanılmaktadır. Kıbrıslı Rum davasının avukatı rolündeki propagandistler, son üç yıldır herkesi Kıbrıs’ta bir Rum davasının olduğuna inandırmaya çalışmaktadırlar. 
 Dünya çapında hisleriyle hareket eden Rumlar, bu kampanyanın devam etmesi için Ortodoks kilisesine bağışlarda bulunmaktadırlar. Fakat kötü bir dava, hesapsız para harcamasıyla iyi yapılamaz. 
 Bugün dünya kamuoyu, Kıbrıs sorununu gerçekte olduğu şekilde görmeye başlamıştır. Müttefiki Büyük Britanya’ya tüm bu olanlar için çok şey borçlu olan Yunanistan’ın, bu müttefikine ait bir adayı almak için pek çok masum İngiliz askerinin ölmesine sebep olan hain bir dost olduğu artık açığa çıkmıştır. 
 Kıbrıs’taki Rumların, bu verimli ada için Anavatanlarının sürekli artan taleplerini reddedemeyecek kadar duygusal ve bir avuç teröristin karşısına çıkıp ‘’cehenneme gidin’’ diyemeyecek kadar korkak oldukları ortaya çıkmıştır. 
 Bugün artık dünya, neden Büyük Britanya’nın kanunlarının gücünü kullanarak kurallara uymayan Başpiskoposu çok önceden görevden almadığını ve kışkırtmacılığa son vermediğini, sorgulamaya başlamıştır. Yine de hala Rum davasının elle tutulabilir yanı olduğuna inanan birkaç kişinin hatırı için söz konusu davanın tüm gerçekleri burada gözler önüne serilmiştir.
   Cevaplanması gereken ilk soru şudur: Kıbrıs Rum toplumunun tümü, gerçekten Yunanistan’a bağlanmak istiyor mu? Cevap Hayırdır. Kıbrıs’ta yaşayan 400.000 Rum değişik gruplara bölünmüştür ve hepsi de birbirleriyle çatışma halindedir. % 65’i komünist ya da komünist yanlısı, % 10’u tarafsız ve hiçbir partiye üye olmayan, geriye kalan % 25 ise kendi içinde 3 gruba ayrılmaktadır: Dava yolundaki ‘Fanatikler’ (Başpiskopos ve teröristler bu gruba girer.) 
Oldukları yerden memnun olan ‘Milliyetçiler’. 
3- Anayasal düzenlemelerdeki boşluklar var oldukça ne orada, ne burada olan ‘Liberaller’.
  Rum toplumunun bir bölümü sürekli olarak şu anki Kraliyetçi Faşist Yunan yönetimi ile değil de özgür Yunanistan’la yani komünist Yunanistan’la birleşmek olduğunu, çünkü komünist Yunanistan’ın hiçbir zaman batılı güçlere üs vermeyeceğini söyleyip durmaktadır.
  Yunan liderlerinin hepsinin de Rusya’nın aleti olduklarına ve ilk fırsatta cahil topluluğu tehlikeli yollara sevk edeceklerine hiç şüphe yoktur. Bu insanlar Yunanistan’da komünizmin yasaklandığını ve eğer Yunanistan adaya gelirse özgürlükleri şöyle dursun, hayatlarını kurtarabilirse şanslı sayılabileceklerini biliyorlar. Bu gerçekler karşısında insanları ( Rum’ca konuşanların % 75’ini ) Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini ikna edebilir misiniz?
   Yıllarca Yunan Ortodoks Kilisesi Enosis çorbasını pişirmiş ve tüm Rum dünyasına buna katılma çağrısı yapmıştır. Sonuç gayet açıktır. Kimse buna katılmamıştır. Başka bir değişle hükümette veya yönetimde sözü geçen hiç kimse buna itibar etmemiştir. Bugünün teröristleri olan okullu gençler, ( E.O.K.A çeteleri kastedilmektedir…) belli bir ücret karşılığı Yunanistan’dan ithal edilen birkaç komandonun liderliği altında toplanmışlardır. Kendi hayal dünyalarında yaşayan bu gençler, o yaşta futbol veya hokey takımlarına alınır gibi çete alınmaktadırlar. Kilise liderleri ve yine belli bir ücret karşılığı Yunanistan’dan ‘’ithal’’ edilen öğretmenleri, onlara özgürlüğe giden yolun fedakârlık gerektirdiğini, İngiliz ‘’Boyunduruğuna’’ karşı gelmenin haklı bir tepki olduğunu, anavatanlarının onlarla gurur duyduğunu ve isimlerinin tarih sayfalarında sonsuz dek yaşayacağını öğretmiş ve öğütlemişlerdir.
   Bugün işte bu gençler, bir avuç cahil ve düşüncesiz köylüyle birlik olup, çevredeki İngiliz askerlerini sırtlarından vurarak öldürmekte, sözüm ona vatan hainlerini yok etmekte ve tüm adayı teröre boğmaktadırlar. Sonuç olarak, Türk’lerden başka kimse bu zihniyeti anlatamaz.
    Bu yüzden eğer soru ‘’ Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini kim istiyor?’’ sorusuysa cevap da şudur: ‘’ Kötü tavsiyelere uymuş, yanlış yönlendirilmiş bir avuç çocuğa uyan kötü yoldaki bir avuç cahil köylüden başkası değil. ’’ Kilisenin bu terörden çok büyük çıkarları vardır ve ne yazık ki bu Hıristiyan organizasyonu, gençleri terörist ve katil yapma yoluna gitmektedir. İşte bu durum karşısında Yunanistan ve Kıbrıs’taki Enosis hareketi liderleri, Kıbrıs’ın Yunan olduğunu ve çoğunluğunun isteğinin gerçekleştirilmesi gerektiğini iddia etmektedirler. Enosis için kışkırtmacılık yapanlar ve açıkça terörizme arka çıkanlar, tüm nüfusun % 10’nu bile temsil etmemektedirler. Buna rağmen haklı olduklarını ve çoğunluğun hakkının verilmesi gerektiğini söylemektedirler.
    Rumca konuşan nüfusun tümü Yunanistan’a bağlanmak isteseydi bile, bu talepleri haklı çıkarılamazdı, çünkü Kıbrıs’taki çoğunluğu bu nüfustan çıkardığınız zaman Rum tezi çöker.
   Yunanistan Kıbrıs’ı yönetemez, koruyamaz ve buradan çıkar sağlayamaz. Yunan yönetimi adaya adımını attığı anda, anarşi ve iç savaş başlar, komünizm canlanır ve ada Doğu Akdeniz’de bir yangın yerine dönüşür. Yunanistan ekonomik açıdan Kıbrıs’ı destekleyemez. Değişik mezheplerden ve inançlardan gelen yarım milyondan fazla insan, açlık ve sefalete mahkûm olur. Stratejik olarak da Kıbrıs, Yunanistan için gerekli değil. 
 Tarihi açıdan ise Kıbrıs Yunanistan’a ait değil. Self-determinasyon ilkeleri Kıbrıs’a uygulanamaz, çünkü ada, Türkiye’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Eğer bu ilkeler çoğunluğa göre yorumlanacaksa, o zaman da bu çoğunluk adada ki değil, Türkiye ve Kıbrıs’ta yaşayan 60 milyon çoğunluğun yorumu olacaktır.
  Eninde sonunda İngiltere’nin, gerek yanlış bilgilendirilmiş dünya kamuoyunun zorlamasıyla, gerek seçimi kazanan İşçi Partisi’nin pes etmesiyle veya teröristlere yeni hayat tarzı yaratıp, onlardan bıkıp usanan insanlar sayesinde, bunu açıkça lanetlemekten vazgeçeceği düşünülmektedir.
  Dünyanın herhangi bir yerindeki bir papaz veya herhangi bir kişi, Başpiskoposun ifadelerindeki kışkırtıcılığı dile getirseydi ve masum gençliği bu kadar açıkça ve cesurca şiddete teşvik etseydi, çoktan kendini hapishanede bulmuştu. 
 Fakat İngiliz yönetiminde, Rum kilisesinin liderleri tüm bunları yapma özgürlüğüne sahiptirler. Ancak zaman geçtikçe ve bu konuda bir şeyler yapıldıkça, İngiliz ve diğer kilise liderleri bunları protesto etmeye başladılar. Umarız ki dünyanın hiçbir yerinde dini liderler, kendi ülkelerinin gençliğini fesatlığa, şiddete, isyana, ayaklanmaya ve kanlı ihtilallere teşvik edecek kadar özgür olamazlar. 
 Başpiskopos’un kötü etkisi yok edilince, insanlar birbiriyle konuşmaya başladı ve terörizmle ilgili duyumlar azaldı. Onu geri getirmek mi? Evet ama ancak barış ve huzur sağlandıktan sonra. Umarız ki, geri döndükten sonra hükümetin ve yönetimin kim olduğunu anlar.

‘’TÜRK TEZİ’’
 Türkiye 1878’e kadar adanın sahibiydi. 300 yıldan fazla bir süre Kıbrıs’ta Türk idaresi hüküm sürdü. Rum Ortodoks Kilisesi’ne ayakları üzerinde durması için yardımcı olundu. Ancak 1878’de Rusya’nın Osmanlıyı tehdidi çok ciddiydi. Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğuna saldırması durumunda, İngiltere’nin Osmanlının yardımına koşacağının anlaşılması üzerine Kıbrıs, herhangi bir operasyon durumunda ihtiyaç duyabileceği bir üs olarak kullanması için İngiltere’ye uzun vadeyle kiralandı. Bu düzenlemeyle İngiltere, hem kendi imparatorluğunu koruyacak ve hem de müttefiki Osmanlıya yardımcı olacaktı. Bugün İngiltere, sadece kendi kazanımlarını değil özgür dünyanınkileri de koruyup gözetmekle yükümlüdür. Kıbrıs’ta sağlam bir yere sahip olmadıkça da bunu yapamayacağı açıktır.
   İngiltere Kıbrıs’tan vazgeçip, onu dostu Yunanistan’a bırakabilir mi? Böyle bir niyeti olsa bile bunu yapamaz. Buna Rusya ve Türkiye izin vermez. Coğrafi yapı bakımından Kıbrıs Anavatan Türkiye’nin bir parçasıdır. Ada Türkiye’den sadece 40 kilometre uzaklıktadır. Stratejik olarak ise Türk devlet adamlarının da tanımladığı gibi Kıbrıs, Türkiye’nin komünist çevre arasında nefes alabileceği tek penceredir. Kıbrıs yarı komünist olan Yunanistan’a bırakılacak olursa, bu çember tamamlanmış olur. Türkiye buna izin veremez.
   Türkiye’nin adaya müdahale hakkı var mı? Türk devlet adamları bu soruyu da yanıtlamışlardır. Kıbrıs’ın güven duyularak İngiltere’nin yönetimine verildiğine değine devlet adamları, adanın statüsünde müdahale sonucu meydana gelen değişikliklerin yönetim şartlarında bir değişikliğe neden olmadığını belirtmişlerdir. 
 Rus tehdidi her zamankinden daha yakındır ve Türkiye ile İngiltere bu tehdit karşısında birbirlerine yardımcı olmak zorundadırlar. Bu iki ülke Kıbrıs’ı somut bir üs haline getirmedikçe, hem birbirlerine, hem de batı dünyasına karşı görevlerini yerine getiremezler. Eğer Yunanistan’ın eline geçerse, Rusya tarafından Türkiye’ye yapılacak herhangi bir saldırı durumunda Türkiye’ye yardım etmek ve Doğu Akdeniz’in savunulması imkânsız hale gelecektir.
   Türkiye, Kıbrıs’ın sadece üs olarak kullanılması ve yönetiminin de Yunanistan’a verilmesi durumunda, adanın savunulmasının imkânsız olacağı konusuna değinmiştir, çünkü Yunanistan’ın Kıbrıs’a girmesi demek, Kıbrıs’ta istikrarsızlık, toplumsal ayaklanma ve mücadele demektir. Bu da adaletin, barış ve özgürlüğün sonu demektir. Bunlardan da öte Türk toplumunun yok edilmesi demektir. Türkiye ‘’Kıbrıs’ta Türk toplumu olmasa bile, adanın Yunanistan’a verilmesine razı olamam. Eğer İngiltere adadan çekilecekse, o zaman ada eski sahibi olan, tarihi ve coğrafik olarak ait olduğu ve stratejik olarak da ayrılmaz bir parçası olduğu Türkiye’ye geri verilmelidir. Biz Yunanistan’ın Kıbrıs sorununa karışmaya hakkı olmadığını düşünüyoruz.’’ demişti.
İleriki sayfalarda yer alan fotoğraflar, ( 1950 - 1964 yılları arasında Kıbrıs Türk Halkının Rum’lar tarafından katledilmelerinin, köylerinin yakılıp yıkılması sonucunda göçlerinin, kısacası Rum’un uyguladığı her türlü insanlık ayıbının fotoğraflarıdır.) Rumca konuşan nüfusun insafına bırakılmış 120.000 Türk’ün kaderinin ne olduğunu size ispatlayacaktır. Acımasız saldırılar, kadın çocuk ayrımı yapmadan işkenceler, öldürmeler ve yaralamalar, bu insanların içlerindeki Türk düşmanlığının ve nefretinin en iyi kanıtıdır.
        Adada ki İngiliz silahlı güçlerinin en yüksek seviyeye ulaştığı bugünlerde böyle bir vahşetin gerçekleşmesi, korkularımızın haklılığının en iyi göstergesidir. Daha sonraki sayfalardaki resimler ise ( Atina’daki ve Girit’teki saldırıların fotoğrafları.) Yunan şiddetinin sadece Kıbrıs’la sınırlı olmadığını, bunların Yunanistan’da da gerçekleştiğini göstermektedir. Saygın Kıbrıs Valisi Sir John Harding yaptığı resmi bir açıklamada: ‘’ Türk halkının Rumca konuşan toplum tarafından maruz kaldığı ayrımcılık konusundaki korkuları haklıdır’’ demiştir. Siz de sayfaları çevirin ve kendiniz yargılayın: Böylesine vahşice saldırıları gerçekleştiren insanlar, kendi kaderlerini seçecek kapasitede insanlar mı? Ve kendileriyle birlikte 120.000 barışçı ve mutlu ada sakinini uçuruma sürüklemeye hakları var mı? Birleşmiş Milletler bunun için midir? Sırf duygularıyla hareket eden bir grup insan öyle istedi diye, self-determinasyon prensipleri mutlu bir adayı, sosyal bir çöle dönüştürmek mi demektir?
   Bu fotoğrafları görün ve inanın ki, ( Rum’ların İngilizleri hedef alarak başlatmış olduğu, ancak daha sonra esas hedefin Türk’ler olacağı tedhiş hareketlerinin fotoğrafları.) İngiltere’nin terörizmi temizlemesi ve fesadı sona erdirmesiyle bunu durdurabilirsiniz. 
 Cinayeti, kundaklamayı, sabotajı engellemek için kanunları sonuna kadar uygulamalısınız. Bir daha ki sefere Kıbrıs’ın baskı altındaki insanları ile ilgili bir yazı okuduğumuzda, kendilerine fırsat verildiğinde bu ‘’ baskı altındaki ‘’ insanların yaptıkları mezalimi hatırlayın. 
 Bir dahaki sefere İngiliz’lere yapılan saldırılarla ilgili bir şey okuduğunuzda, şehirdeki alış - veriş merkezine yürürken sırtlarından vurulan genç İngiliz’leri hatırlayın. Bir dahaki sefere İngiliz Boyunduruğu altındaki medeni, kültürlü Kıbrıs Rum’ları ile bir şey okuduğunuzda bu kitapçıkta yer alan ‘’medeni’’ insanların kiliselerde gerçekleştirdiği cinayetleri, hastanelerde savunmasız insanlara karşı yapılan acımasız saldırıları hatırlayın.
  Hatırlayın ve kararınızı verin. Rum’ların tek amaçlarının daha çok güç elde edip, Türk toplumunu isteklerince yok etmek olan bir avuç katilin başlattığı kampanyayı destekleyip desteklememek konusundaki kararınızı siz verin.
  Türk Toplumu, Yunanlılar tarafından yapılan tüm kışkırtmalara rağmen sakin ve kendinden emindir. Çünkü İngiltere’nin Kıbrıs’ı Yunanistan’a veremeyeceğine, Türkiye’nin buna asla izin vermeyeceğine inancı sonsuzdur. Bu inancın yok olması veya sarsılması halinde, Kıbrıs’ta iç savaş çıkar. Çünkü Türk’ler hiçbir zaman Yunan Boyunduruğuna boyun eğmediler, eğmeyeceklerdir. ‘’
   62 yıl önce Kıbrıs Türk’ünün adada ki var oluş mücadelesinin liderliğini yapan bir devlet adamının Sn. Dr. Fazıl Küçük’ün Rum ve Türk tezleri ile ilgili görüşlerinin özetini okudunuz.
  Aslında 20 Temmuz 1974 tarihinde çözülmüş olan Kıbrıs konusunu, bugün yürütülen müzakereler zemininde çözmeye çalışan; günümüz KKTC ve Türkiye’sindeki yöneticilerin görüşleriyle, Kıbrıs konusunu milli dava niteliğine taşıyan Sn. Dr. Küçük’ün yukarıdaki görüşlerini kıyaslayınız ve kararını siz veriniz!
  Çözümün hedefindeki gerçekler hangileri olmalıdır? 
  Bugünkü teslimiyetler mi? 
  Türk Milletinin yapmış olduğu nice fedakârlıklar mı?
  Türkiye’nin her dönemde vermiş olduğu destek mi?
  Kıbrıs Türk’ünün adada ki var oluş mücadelesinde kanı ve canı pahasına kazanılmış hakları mı? 
  Onur ve namus timsali olarak göndere çekilmiş Ay Yıldızlı Bayraklar mı? 
  Kıbrıs Türk Halkının vatan belledikleri o gazi topraklardaki özgür ve egemen yaşamları mı? 
  Kararı siz vereceksiniz…
   ‘’ Korkma Sönmez Bu Şafaklarda Yüzen Al Sancak ‘’