Memurlar dün yine maaş alamadı!..
Emekliler de, Sosyal Sigortalılar da!
Hiç kimsenin "aybaşı geldi" diye dün yine yüzü gülmedi...
Hava sıcaklığı da mevsim normallerinin çok üstünde... Ekime girdik, hala 37-38 dereceye çıkıyor.
Hem 40 dereceye yaklaşan sıcaklık, hem de memlekette işlerin iyi gitmemesinin aşırı stresi başına vuran Ali, "bir kahve" diyerek içeri girdi...
Belli ki emeklilik maaşını da alamayan Ali'nin öfkesini yatıştırmak pek kolay olmayacak...Deliye dönmüş dana gibi burnundan soluyup duruyor!...
"İstersen beraberinde bir de ayran ya da portakal suyu getirsinler" dedim...
"Olur olur" dedi ve başladı: "Ne olacak bu memleketin hali" diye feryat etmeye...
"Nereye olursa olsun, çekip gitmek en iyisi" gibi çoğumuzun günde belki de birkaç kez tekrarlayıp durduğu yönetimlere karşı tepki ve öfke dolu yakınmalara taa 1967'lerde lise ikinci sınıfta birlikte mücahitlik yapıp da o çocukluk yıllarımızda piyade tüfeğini beraber omuzladığımız arkadaşım Ali'nin feryadı... Ali, karşımda sanki bizim kuşak adına bir simge gibi duruyordu...
Toplum olarak içine düşürüldüğümüz çok ciddi ve gerçekten geleceğimizle ilgili siyasal, ekonomik ve sosyal çıkmazların yarattığı ağır baskı ve toplumsal stresler çoğumuzun gözünü, çareyi dışarda aramaktan başka çıkar yol bırakmadığını kim inkar edebilir ki...
Bugün ülkemizde binlerce yurtsever, milliyetçi insan, yurtdışında eğitim görmüş, üniversite okuyup doktora yapmış çocuklarına "Orada iş bul, çalış, sakın Kıbrıs'a gelme, burada hayır kalmadı' diye telkin ve uyarılarda bulunmuyor mu? Askerlik sorununun da itici gücüyle yüzlerce gencimizin
Türkiye'nin başta İstanbul, İzmir ve Ankara gibi kentlerinde iş hayatına atılmalarının nedeni ülkelerini sevmemeleri mi, yoksa onlara bu ülkede barınma ve yaşama olanağı yaratmayan yöneticilerin sorumsuzluğu mu? Bu toplumsal yarayı bugüne dek hangi yönetici ciddi ciddi ele alıp da bu soruna çözüm üretecek organlarda tartışmaya açmıştır.
Bunun yanıtı kuşkusuz: "Hiç kimsedir"!!...
Şimdi biz gelelim Ali arkadaşıma... O'nun öfkesine ve O'nun bu ülkeden "çekip gitme" feryadına... Bırakın 1967'lerdeki o çocuk yaşlardaki mücahitlik görevini bir yana, son 25-30 yılını bu devletin çeşitli kademelerinde hizmet vererek geçirmiş dürüst ve yurtseverlik timsali bir yaşamla emekli olan Ali'nin bile, her şeyini satıp-savup, çoluk çocuğuyla Avustralya'ya mı, Kanada'ya mı, Türkiye'ye mi kendi deyişiyle nereye olursa olsun "çekip gitmeyi" yani bu ülkeden göç etmeyi göze aldığını, hem de bu yaşta bunu haykırırcasına dile getirdiğini görünce irkildim...
Avustralya'da 25 yıl önce oralara göçmüş iki kardeşi; "Herşeyi bırak gel" demişler O'na her seferinde ama, O, "memleketim” demiş başka bir şey istememiş...
Sonra    çocuklar!
Her biri 18-20 yaşlarında... Lise bitirmişler. Tümü işsiz... İş bulabilecekleri günü umutla bekliyorlar.
Bu yaştan sonra "gavur memleketine gidip de ne olacaklar sanki” demiş o saf ve tertemiz yurtsever duygularının bir sonucu olarak Ali! Ama dün, "artık yetti" diyor...
"Bu kez gerçekten çekip gideceğim" ve ekliyor: "Bizi ülkeden soğutanlar, göç yollarına koyanlar utansın"!!! Ali haklı mı haksız mı bir türlü kestiremiyorum...
Çekip gidecek!!!
Peki ama, harcına emek ve alınteri dökümüş Ali'ler, Hasan'lar, Hüseyin'ler ve onların çocukları bu devleti niye kurdular?
Niye bu topraklarda varolabilmek, özgür, bağımsız ve insanca yaşayabilmek için o kutsal mücadeleye daha 15-16 yaşlarında çocuk denecek yaşta mücahit olarak katıldılar?...
Niye tam 10 yıl yüzlerce köy ve kasabada Rum'un insafsız kuşatması altında her türlü yokluk ve yoksulluğa göğüs gerdik? Niye aylarca hatta yıllarca çadırlarda, ahırlarda göçmen olarak yaşadık?...
Niye, Anavatan'ın gönderdiği bulguru, pirinci, baklayı, fasulyeyi ve her türlü yardımı "iaşe" kuyruklarında hakçasına ve kardeşçesine paylaşmasını becerebildik?
Niye babalarımızı, ağabeylerimizi, çocukluk arkadaşlarımızı, köylümüzü, komşumuzu şehit verdik?...
Niye gelinlik kızlarımızı, kız kardeşlerimizi yıllar yılı çeyizsiz-dü-ğünsüz-derneksiz everdik?!...
Çocukluğumuz onca yokluk-yoksulluk ve acı içinde, hatta bu küçücük ada ülkesinde yıllarca denize bile hasret geçerken niye bugünkü kadar bu topraklarda yaşamaktan öfke duymadık?...
Niye tümümüz birden o karanlık yıllarda "çekip gidelim" diye feryad etmedik?
Sanki kaçıp gidebilenler o yaban ellerde mutlu mu oldular?
Anasını, kardeşini, bacısını, mevzilerdeki can arkadaşını bırakıp Ingiltere'lere ya da Avustralya'lara çekip gidenler şimdi daha mı insanca yaşıyorlar bizden? iyi ve onurlu yaşamak pizzanın büyüğünü veya hamburgerin çifte katlısını yemekle mi mümkündür? Yoksa, 100 sterlinlik Adidas ayakkabı ya da Levi's giymekle mi?0nların içi çekip gitmenin vicdan ateşi ile yanmıyor mu dersiniz?
Yanıyor!
Hem de nasıl!
Gidin Londra'ya 3-5 hafta göreceksiniz...
Bir gece ansızın anasının eteğine sarılarak 15-16 yaşındaki lise talebesi mücahit arkadaşlarını yalnız koyup "çekip gidenlerin" el kapılarındaki mutluluk tablolarını (!) ibretle göreceksiniz...
Ya onların çocukları...
Bilmem bunu anlatmaya bile gerek var mı! Bu topraklardan çekip gitmenin tarihin hiçbir döneminde çare olmadığını, Kıbrıs Türk halkının Ingiltere ve Avustralya'da yaşayan büyük bir çoğunluğu, bu kaçısın bedelini yitirdiği değerlerle ödemektedir.
Hem de çok pahalıya...
Geliniz bu devlete sahip çıkalım. Sahip çıkmasını öğrenelim. Üreterek...Dünkünden çok daha fazla üreterek...Paylaşmasını 1963'lerdeki gibi yine kardeşçe olabileceğini göstererek toplumsal değerlerimizin ve devletimizin koruyuculuğunu o varoluş yıllarının dayanışma ruhu ile diriltelim. Bu onurlu yol varken, niye eloğlunun yollarını tutalım!!! Çocuklarımıza, gelecek nesillere güçlü ve refah dolu bir devlet armağan etmenin iradesini ne olur yitirmeyelim!!! Bizi, göz göre göre bu yola çekmek isteyen dış mihraklar ve onların içimizdeki ajanlarına "Çekip giderim" mesajları değil, "Siz çekip gidin" mesajı verelim. Yeter ki, kurduğumuz bu devlete inanç ve güvenle bağlanma azim ve mücahit andımızı hiç mi hiç unutmayalım... Yeter ki, el memleketinde yapmayı ayıp saymadığımız işleri, kendi ülkemizde yapmayı kutsal bir görev bilelim!!! Çünkü, bu devleti biz kurduk, biz yaşatabiliriz...
Başkaları değil!
Kıbrıs Türk halkı haçlı zihniyetinin zulmüne yıllar yılı göğüs germeyi başarırken, ülkede bugün bunalım ve kaoslara neden olan kendi içindeki küçük çatlakları ve başarısız yöneticileri bertaraf edemeyecek kadar güçsüz değildir...
3 Ekim 1999