Hani derler ya bu iş bitecek diye!
Ve hani derler ya yüzde doksan beşinde anlaştık diye!
Ve de hani derler ya 2016 sonuna dek bir yerlere varılacak diye!
İnanmayın; hep bu söylenenler meselenin tabiatına aykırıdır.
Bakın ne oldu? Garantörlüğe gelince sertleşme başladı bile.
Çünkü Türkiye’nin garantörlüğü dikenli bir konudur. Ruma göre de şu Türkiye’nin garantörlük konusu adeta dünyanın sonudur.
Adamlar Türkiye’yi bu işten silip süpürmeye çalışıyorlar.
Akıncı da haklı olarak bu konuda sağlam basıyor.
“Benim halkım Türkiye’nin garantisi olmadan kendisini güvencede saymıyor” diyor.
Benim söylemek istediğim ne, şu; yüzde doksan beş anlaştık lafı, kimden gelmişse geldi, boşta kalıyor.
Bunların anlaştıkları nedir bilir misiniz?
Halkın karnını doyurmayan meselelerdir.
Üst yapıyı tartıştılar ve onda bile pek anlaşmış değillerdir.
Ne var üst yapıda?
Meclislerde sandalyeler nasıl dağılacak!
Siyasetçi kendi kendisine yer ayırıyor.
Ya da Cumhurbaşkanlığı yıllara göre hangi tarafın olacak.
Bunun adına da güç paylaşımı demişler. Hangi güç merak ediyorum.
1960 Anayasasında da vardı bu güç paylaşımı. Ne oldu, hep birlikte yaşadık.
Adamlar, nasıl koyarsanız ortaya koyun, çoğunlukta.
Ekonomi de ellerinde.
Paylaşmaya niyetleri yok. Hiç de olmadı.
Oysa halkın içinde yaşayacağı ortam, ekonomik ortamdır.
Sosyo- ekonomik ilişkilerin yaratılması böylelikle de birlikte yaşamanın yolunun açılması ekonomik unsurlarla sağlanabilir ancak.
Bu konuda ne yapılıp yapılmadığı da bilgimizde değil.
Değil de “büyük balık küçük balığı yer” derler ya. Bizim durumumuzda büyük olan onlar küçük olan bizleriz.
Diyesim bir tarafta halkı hiç ilgilendirmeyen konular vardır. Yukarda saydığım gibi.
Bir tarafta da halkı birinci derecede ilgilendiren konular.
Yalnız garantörlük değil! Onun için Sayın Akıncı’nın tavrı insanları rahatlatıyor.
Ama yarın mülkiyet sorununa gelindiğinde ne olacak?
Ya da toprak meselesine.
Esas çıngar bu konularda çıkacak.
Ne deniyor? İlk söz ve müracaat hakkı Rum’undur deniyor.
Bilir misiniz bu ne demektir?
Yüz bin insanın yerinden oynaması demektir.
Yıllardır Girne bölgesine yapılan yatırımların boşa gideceği demektir.
Yüz bin Türkün yerinden oynaması demektir.
Kurulacak mülkiyet komisyonu aracılığı ile, yerinde kalmak isteyen Türklerin ceplerinden son kuruşların da alınması demektir.
Şu demektir; bu demektir; mülkiyet konusu bu halkın sonu demektir.
Ya toprak meselesi. Orta yerlerde dolaşan haritalar rezalettir.
Annan Planından çok geridedir.
Hani ne olacak bilir misiniz?
Bir zamanlar, İngiltere’nin bir teklifi vardı.
Türk tarafına “Girne kazası” verilsin deniyordu o teklifle.
Belki o kadar da olmaz amma, toprak konusunda da umduğumuz dağlara kar yağacak.
İşte bu konulara gelindiğindedir ki kıyamet kopacak.