Işık olmasaydı renk olmazdı diye bir ‘‘ bilimsel ’’ bir gerçek var. Nice gerçekler gibi hakikat değildir bu da.
Akademik bilimsellik ile ya da bilim için bilim ile derdi olan biriyim.
Deniz renksizdir onun renkli görünmesini sağlayan ışıktır / ışığın havadaki kırılmasıdır, suyun devasa boyutlarıdır filan derler ya ve bunu diyenler eklerler ya ‘‘ denizden bir bardak / bir dama su al ve gör / anla ki renksizdir ’’ diye.
Kahkahalarla gülerim bunu söyleyenlere bir yandan acırım. Bardağa aldığınız şey deniz değil ki sudur diye.
Şey da derler gök yüzü de mavi değildir o da optik bir meseledir diye ilave ederler.
Deniz ve gök mavidir bilim ne derse desin. Bu türden itirazımı / itirazları / suyun kaldırma kuvvetine / yer çekimine, dünyanın yuvarlak oluşuna, pensilinin tedavi gücüne, aşıların yararlarına ve önleyiciliğine karşı da sürdürüyor değilim.
Derdim insanla doğrudan ilişkili romantizmin içine ediliyor olması bilim tarafından.
Kuzey ışıklarının, bölgedeki aşıkların bir birlerine haber yollaması ile oluştuğu romantizminin içine edip de efendim bunun kutup bölgesinin atmosferik özelliklerinin sonucu olduğunu kanıtlamak şart mıydı.
Kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum tam da yazının burasında hava bulutlu mavisi görünmüyor hatta gri.
Biliyorum ama mavi olduğunu, hatta geceleri de mavi, siz gündüzleri görmüyorsunuz diye yıldızlar yok mu yani.
Onlar hep oralarda dolanıp duruyorlar, hep varlar ömürleri bitince yok oluyorlar ve yenileri oluşuyor.
Deniz ve gök hep mavi, yıldızlar da gecede oldukları kadar günlerde de var ve bizden yanalar.
Peki siz kimsiniz yağmursuz kara bulutları hayatın, esip gürleyen çakıp çakıp duran kimsiniz siz.
Var sayalım ki bir an, bir gün, bir hafta, ay, aylar, yıl ve yıllar hatta yağışsız kara zifiri karanlık bulutlar olarak kapattınız göğün mavisini ve hayatın hümanizmini.
Kalıcı olamazsınız ki.
Ne kadar kaba ve zifiri karanlık bulutlar olsanız da yıldızlar hep orada.
Karartamayacaksınız hayatı ve tabiatı.