1970 Meclisi’nde yerel seçimlerin yapılması çokça gündeme geldi. Bir milletvekili olarak konuyu hep canlı tuttum. Sonuçta dönemin hükümeti olan Yürütme Kurulu, giderek güçlenen sese kayıtsız kalamadı. Muhtarlıkların seçimle oluşmasına olanak verecek düzenlemeler içeren 1972 Köy İhtiyar Heyetleri (Tâdil) Kural Tasarısı’nı Meclis’e gönderdi. Bundan yararlanarak birkaç arkadaşla birlikte, demokrasi için çok önemli olan üç konunun tartışılmasına sağladık: Seçmen yaşı, seçilenlerin yürütme organı tarafından görevden alınamaması ve muhtarların tek dereceli seçimle seçilmesi!  
Tasarı, 24 Kasım 1972 günkü Meclis birleşiminde görüşüldü. Özellikle seçmen yaşı üzerinde konuştum. Bu konuda dünyadaki gelişmeleri, demokrasi anlayışının her gün değişmekte olduğunu, yönetime katılım anlayışının yaygınlaştığını belirttim ve seçmen yaşının on sekize indirilmesini savunarak dünyadaki uygulamaları anlattım. Uygulamanın, bazı yerlerde önce yerel yönetimlerde başladığını örnek gösterdim ve “Kıbrıs Türkü’nün on sekiz yirmi bir yaşları arasındaki gençliğinin gayet uyanık ve kültürlü” olduğu vurgusu da yaptım. Sonuçta seçmen yaşının 18’e inmesi yönündeki önerimiz tek bir oy farkıyla reddedildi. Yine de önemli bir gelişmeydi. 
Tasarının önemli bir olumsuzluğu, yürütmeye yerel yönetimleri görevden alma yetkisi verilmesi idi. Böyle bir yetkiye her zaman karşı çıkarım. Demokraside öyle bir şey olamaz, olmamalı, denge yargı denetimi ile oluşturulmalıdır. Olağandışı durum ve 1970 Meclisi’nin yapısı dolayısıyla bu yetkiyi o dönemde tümüyle ortadan kaldırmak olanaksızdı. Tasarıda Üye’ye (Bakana) geniş yetki veriliyordu. Yetkinin Yürütme Kurulu’nda olması ve görevden alınanlar için doksan günde seçime gidilmesi yönünde verdiğimiz esnek öneri kabul edildi ve yasalaşma öyle oldu.
Üçüncü konu muhtar seçiminin iki dereceli olarak öngörülmesi idi. Tek dereceli seçilmesi yönündeki önerimiz reddedildi.
***
1974 yılı başlarında, Meclis’te yerel seçim yapılması konusu yeniden gündeme geldi ancak Cumhurbaşkanlığı Muavini ve Yürütme Kurulu Başkanı Rauf R. Denktaş, “politik durumun, bu seçimlerin müstakilen yapılmasına uygun olmadığı” gerekçesiyle karşı çıktı. “Müstakilen” demek, Rumlar seçime gitmeden bizim de yerel seçim yapmayacağız demekti.   
Rum tarafı da yerel seçim hazırlığına başlayınca, iki ayda “politik durum değişti” ve 15 Şubat 1974 tarihinde yerel seçimlerin Haziran ayı içerisinde yapılması kararı alındı. Kararın alındığı gün, Meclis Başkanlığı’na üç imzalı (ben, Haluk Avni, Mustafa Güryel) üç yasa önerisi verdik. İkisi, yani 1974 Belediyeler (Seçimler) (Geçici Hükümler) (Tâdil) Kuralı Teklifi ile 1974 Köy İhtiyar Heyetleri (Tâdil) Kuralı Teklifi seçim yaşına yönelikti. 
İvedilik kararı olduğu için, yerel yönetim seçimlerinde seçmen yaşının 18 olmasını öngören iki kural önerisi bir hafta sonra, Meclis’in 22 Şubat 1974 günkü birleşiminde oybirliği ile yasalaştı. 
Aslında bu sessiz bir devrimdi, çünkü ihtiyar heyeti ile belediye meclisi üyeliği seçiminde seçmen olabilmek için 21 yaşa ek olarak erkek olmak koşulu; inkişaf encümeni üyeliği seçiminde erkek olma koşuluna ek olarak belirli bir mülke sahip olma koşulu da vardı ve yasalaşan iki önerimizle, bazılarının öve öve bitiremediği uygar (!) İngiliz sömürgecilik kalıntısı çağdışılık bir anda tarihe gömülmüştü.  
Gerçi Haziran 1974’te de seçim yapılamadı ama çok geçmeden 20 Temmuz 1974 gerçekleşti: devletleşme süreci, koşut biçimde demokratikleşme süreci hız kazandı. Nitekim Federe Devlet Anayasası ile 1976 Seçim ve Halkoylaması Yasası ile tüm seçimlerde seçim yaşını 18 olarak belirledi, 2 dereceli seçim kalmadı ve Yürütme Organı’nı seçilmişleri görevden alma yetkisi ortadan kaldırıldı. Anayasanın yapılmasında silinmez katkılarım olduğu gibi 1976 Seçim ve Halkoylaması Yasa Önerisini ben kaleme aldım.
***
Benim demokrasi, seçim, hak ve özgürlükler konusundaki duyarlılığımı ve bu yöndeki çalışmalarımı/katkılarımı bilen birkaç dostun bazı sorularına muhatap oldum. Tahmin etmişsinizdir, sorular Ekrem İmamoğlu olayı dolayısıyla soruldu. 
Yürütme Organı’nın seçimle göreve gelenleri görevde alma yetkisini kesinlikle kabul etmiyorum. Olağanüstü koşulların var olduğu 1970 yılında, hem de söz konusu olan muhtarlar bile olsa, demokraside öyle bir şey olamayacağı, olmaması gerektiği ve dengenin yargı denetimi ile oluşturulması gerektiğine inanıyordum. Bugün de aynı nedenlerle inanıyorum. Temel hukuk kurallarına göre de öyle olması koşuldur. Görevden alınmak istenen kişi, o görevi yapmasına engel bir suçla suçlansa, hatta tutuklansa bile! Çünkü hukukun en temel ilkelerinden biri “masumiyet karinesi”dir yani yargının mahkûm etmediği bir sanık suçlu sayılamaz. Bütün hukuk kitaplarında, anayasalarda, insan hakları beyannamelerinde öyle yazar.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu örneğine geleceğim. İmamoğlu iki suçla suçlandı: Teröre yardım ve yolsuzluk! Teröre yardım suçlaması düştü, yolsuzluk suçlaması kesinleşti ve tutuklandı. Buraya kadar tamam diyelim. Süreç hiç masum görünmese, ilkeselliği olmasa, normal ve sıradan bir insana bile haykıra haykıra siyasallık görüntüsü verse de! 
Amma ve lâkin bu aşamada hukukun zırhı altında (olması gereken) bir sanık henüz suçlu değilken, nasıl olup da görevden alınır? Yargısız infaz değil mi bu? Yargı süreci sonucunda suçsuz bulunursa ne olacak? 
Fazla söze gerek yok! Aklım-havsalam, hukuk bilgim, demokrasi-insan hakları anlayışım ve vicdanım bunu anlamama elvermiyor.