Kuzeyle Güney Kıbrıs arasındaki sınır, 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı ile değil, 14-16 Ağustos 1974’te yapılan ve 2. Barış Harekâtı olarak nitelenen harekâtla çizildi ancak Güney’deki Türkler’in Kuzey’e geçişi kolay olmadı. Ağrutur Üssü’nden uçaklarla Adana’ya, oradan Ada’ya topluca taşınanlar dışında, Denktaş - Kleridis mübadele anlaşması imzalayıncaya kadar, Güney’den Kuzey’e kaçışlar için insan aklının yaratabileceği her yöntem kullanıldı. Dere tepe demeden günlerce gündüz sinip gece karanlığında yürüyerek; araçlara yapılan özel bölmeler içinde gizlenerek; teknelerle gizlice Dikelya kıyılarına çıkarak; iyi Rumca konuşanlardan Rum kimliğine bürünerek geçenler oldu Kuzey’e! Gönüllü olarak bu işte özveri ile çalışan araç sahibi Türkler de vardı ama inanılmaz paraların döndüğü bir sektör de doğmuştu. Kuzey’e geçmek için elden servet çıkarmayı göze alan Türkler de vardı, Rum polislere rüşvet verenler de! Parayı kaptırıp sonuç almayanlar da oldu; parayı alıp taşıdığı Türk’ü Rum polisine teslim edenler de! Sözün kısası dramlar, trajediler; güldüren, ağlatan; güldürürken ağlatan; ağlatırken güldüren komik ya da trajikomik olaylar yaşandı o dönemde! Güney’de kalanlar çok zor koşullarda yaşamlarını idame ettirmeye çalıştılar.
Yazmakta olduğum anılarım dolayısıyla bu günlerde arşivimi ve Meclis tutanaklarını tararken o döneme ilişkin, bana güneyden yazılan ve o günleri çok canlı biçimde yansıtan mektuplar buluyorum. O mektupların tümünü, bir gazete yazısının boyutu dolayısıyla burada aktarmam mümkün değil, ama Meclis’in 13 Kasım 1974 tarihli birleşiminde okuduğum bir mektup var. Onu, tutanaklardaki biçimiyle aynen paylaşıyorum:
İSMAİL BOZKUKT (Lârnaka)-
Sayın Başkan, muhterem arkadaşlar;
Konu hakkında söylenecek çok şey vardır. Ben burda size kısa bir süre önce Güney’deki bir köyümüzden gizli bir kanal ile Kuzey’e, Kuzey’deki bir köyümüze ulaştırılan bir mektubu okuyacağım.
Mektup pek iyi bir Türkçe ile kaleme alınmış değil. Aynen okuyacağım. Bu mektup, Güney’deki soydaşlarımızın durumu hakkında çok güzel bilgi verecek bir durumdadır.
Okuyorum:
"Biz X köyü halkı, köy ismini belirtmiyorum arkadaşlar burada, biz X köyü halkı bugüne kadar çok çetin günler yaşadık. Mektuplarımızda sizlere iyi olduğumuzu yazarken, şimdi ne gibi bir durumun ortaya çıktığını tahmin edemezsiniz. Köylü halk şimdi de iyidir. Fakat iyi günlerin geçtiğini, bizleri de daha çetin günlerin beklediğini şimdi daha iyi anlıyoruz.
Diyeceksiniz ki, neden kaçıp gelmiyorsunuz?
Elbette kaçıp kurtulmak, hürriyetimize kavuşmak en büyük arzumuzdur. Kaçamıyoruz ki gelelim, kurtulalım.
Bilmem biliyor musunuz? Yollarda daha sıkı tedbirler alınmaya başlandıktan sonra, kaçarak hürriyetine kavuşan köylü kardeşlerimiz bulunabilir. Ama bunlar tesadüf eseri sayılır. Düşününüz bir kere. Biz tesadüflerle değil, bütün köylü kardeşlerimizin hürriyetlerine kavuşmasını arzuluyoruz. Bugüne kadar neşe kahkahaları, ziyafet sofraları çekilen kahvehanelerimizde, biz artık hür olarak gezemiyoruz. Ne yazık ki bu hak artık gâvur sürülerine aittir. Rumlar, kahvehanelerimizden kaçmıyor. Bizi her zaman rahatsız ediyorlar, iyi uyku uyuduğumuz olmuyor.
Yukarıda belirttiğim gibi, bugün sokaklarımızda oynayan çocuklarımız görülmüyor artık, yerlerini, landroverleri ile gezen silâhlı gâvur sürülerine bıraktılar. Rumlar, köyümüzden bir an bile ayrılmıyorlar. Kaçmak isteyen köylülerimizin yollarını kesiyorlar. Yolda bulduklarını dövüyorlar. Ne yazık ki bu köy eski X köyü değildir artık, evet kabul ediyoruz ki dünyada yeni bir X köyü bulunduğu gibi bir de eski X köyü vardır.
Evet, hem yeni hem de eski X köylüler. Temennimiz X köylülerinin bire inmesi ve eski X köyünün yerine yeni X köyünün kurulmasıdır.
Bu mümkün olur mu?
Bilmeyiz. Hâlâ dün bile bir traktörle kaçmak isteyen falan oğlu filan ne yazık ki Rumların eline düştü. Traktörü alınarak kendisi ikinci, üçüncü defa dövülmüştür.
Görüyorsunuz yeni X köylüleri değil mi? Ne müşkül bir durumdayız, ümidimizin kesilmediğini, kaçmak için her fırsatı kolladığımızı bildiriyoruz sizlere. Z köyündeki, - başka bir köyden bahsediyor burda,- Z köyündeki öğrenciler sağ salim Lefkoşa’ya ulaştıkları halde bizleri, yani eski X köylüleri unutulmuşlar. Bir kenara atılmışlar.
Evet, Barış Gücü’ne, Rum polisine ve her çareye baş vuran dilekçeler, listeler dolduran öğrenciler, tekrar tekrar unutuldular. Mektubumuza şu anda devam ederken, “falan oğlu filanı” Rumların aldığını duyduk. Hemen sizlere aksettiriyoruz.
Evet, tekrar tekrar yeni X köylülerden yardım diliyoruz. İmkân bulursa eski X köyünü unutmayınız. Parası tükenen bazı köylülerimiz vardır ki malını satmak ister. Fakat ne yazık ki bu isteklerine kavuşamıyorlar. Her an engelleniyoruz.
Şimdi gerçek olan şu: Burda kalamayız, Rumlarla yaşayamayız. Evet, gerçek şu işte!
Bütün köylü kardeşlerimizin sevgileriyle mektubumuza son verirken diyeceğimiz şu: "Biz burada yaşayamayız.”
Teşekkür ederim.
13 Kasım 1974 günü Meclis kürsüsünden okuduğum mektup bu kadar!
“X köyü” ve “falan oğlu filan” derken, oradaki insanların güvenliğine zarar gelmemesini, köy ve kişilerin deşifre edilmemesine çalıştığımı anlamışsınızdır.
Mektup konusunda yorum yapacak değilim. Yorum, size ait!
CİNAYETE KURBAN GİDEN KADINLAR
Son zamanların tartışmalı ve toplumu derinden etkileyen olayların başında kadın cinayetleri gelir. Son 10 yılda 17 kadının öldürmüş. Beşi 2017’nin ilk on ayında! Bunlar ciddi rakamlar!
Bu arada cinayetler, başka sorunları/soruları da gündeme getiriyor. Bağlantılı ve bağlantısız yorumlar, öneriler yapılıyor, görüşler ortaya atılıyor. Konuyu siyasallaştırma da söz konusu! Hatta böyle olaylar sanki bu adada daha önce hiç yaşanmamış gibi savlar da öne sürülür. Oysa bu konuda yazılmış kitap bile var: Altay Sayıl’ın, “Kıbrıs’ta Cinayete Kurban Giden Kadınlar” adlı kitabı! Altay Sayıl, “Kıbrıs Polis Tarihi” kitabında da kadın cinayetlerinden söz eder.
Kısaca söylemek istediğim, Ada’mızın geçmişi, çok da masum değil! Cinayet işlenmeyen bir yer de değildi.
Nitekim doğup çocukluğumu geçirdiğim, 1974’ten sonra güneyde kalan, Larnaka’ya bağlı Boğaziçi/Aytotro köyünde de cinayetler işlenirdi. Ben çocukluk yıllarımda, Türkler arasında işlenen üç cinayet anımsıyorum ve bunların ikisi kadın cinayeti idi. En yakın komşu köyümüz Geçitkale/Köfünye’de de işlenen cinayetler (bu bağlamda kadın cinayetleri) vardı.
Çok küçük yaşımda hayal meyal anımsadığım, köyümdeki ilk öldürme olayı, bir tür linç etme biçiminde gerçekleşmiş, köyün anlı şanlı ve güçlü gençlerinden Zeki kalabalık bir grup tarafından dövülerek canından edilmişti.
Dervişali (Derviş Ali) adlı biri, gözleri görmeyen öz kızkardeşine tecavüz etmiş, ardından onu öldürmüştü. Evimize çok yakın, Mehmet Amcam’ın evinin bitişiğinde oturduğu için iyi tanırdım, zamanının deyimiyle Kör Zalihe’yi! Öldürüldüğünde, evinde tek başına yaşardı. Öldürüldüğü, birkaç gün evinden dışarıya çıkmayınca doğan kuşkuları gidermek için evine gidildiğinde öğrenilmişti. Eve ilk girip onun cesedi ile karşılaşan kişi, komşusu Mehmet Amcam’dı. Ceset kokuşmaya başlamıştı. Sonraki yıllarda amcam ayrıntılı biçimde anlatmıştı gördüklerini! Asılan Dervişali’yi anımsıyorum. Belleğimde gözü kanlı bir adam olarak kalmış. Herhalde cinayetten önce onu görmüş olmalıyım.
Belleğimde yer eden üçüncü öldürme olayını da tam olarak anımsıyorum. Miriye Aba uzaktan akrabamızdı. Kocası öldüğü için tek başına yaşıyordu. Bir gün ne olduysa oldu, Gombo adlı komşusu çok sayıda bıçak darbesiyle onu öldürüverdi. Öldürme olayı, Miriye Aba’nın çığlıkları yüzünden hemen duyulmuş, köylü olay yeri olan eve koşmuştu. Ben de diğer çocuklar gibi oraya gitmiş, merakla konuşulanlara tanık olmuştum.
Çocukluğumdan anımsadığım bir şey de büyüklerimizin konuşmalarında yasadışı olayların, özellikle cinayetlerle kavgaların yoğunluğuydu. Hasan Dedem bana kahvehanede gazete okuttururken dinleyicilerin daha çok bu tip haberlere ilgi göstermesi o zamandan dikkatimi çekmişti. Kutlu Adalı da Dağarcık adlı yapıtında, köyümde ve başka köylerde “kan davası”nın, biçim değiştirerek “cana can kana kan” yerine “mala mal” biçiminde sürdürüldüğünü anlatır. O dönemde, İngiliz Sömürge Yönetimi’nin “asarak” gerçekleştirdiği idamlar da ilgi odağıydı. İnsanlar asma eylemini seyretmeye giderdi.
Bunları anlatırken amacım, cinayetleri, özelde kadın cinayetlerini, eskiden de vardı gerekçesiyle önemsetmemek, hele küçümsetmek değil! Ancak her şeyi siyasallaştırmak, hatta ideolojik saplantılarla anlatmak ve açıklamak doğru değil!
Kadın cinayetlerinin, başka nedenler de olmasına karşın büyük oranda, özde erkek egemen toplum yapısının ve erkeklerin kadınları “malları” sayma güdüsünün sonucu olduğunu; başka bir anlatımla cinayet ve kadın cinayetlerinde, sosyolojik, sosyo-psikolojik, sosyo-kültürel nedenlerin “okka bastığına” inananlardanım.
Konuya bu açılardan değil de, ideolojik ve siyasal bakış açıları, basit polisiye önlemler ve yasakçı görüşlerle yaklaşmak işe yaramaz. Yararsa da az yarar.