“Bizde, her şey ‘mükemmel’ olmasa da, Corona salgınına karşı, genel anlamda iyi, yerinde, zamanlaması güzel etkili bir ‘devlet refleksi’ ortaya konduğunu; bu bela ile savaşımda, ‘günümüz itibarıyla’ başarılı olunduğunu, insan olan yerde ‘mükemmelliğin’ zaten olamayacağını daha önce de bu sayfada yazdım.

“Süreçteki ‘devlet refleksi’nden söz ederken, yürütmesi, yasaması, yargısı, ana muhalefeti, muhalefeti, askeri kurumları, sivil toplumu ve halkı ile ‘devlet’ten söz ediyorum.

“Her ne kadar süreçte ‘politika’ virüsü de sinsice kıpırtılı oldu, sırıttı ama güven veren devlet refleksi daha baskın çıktığından politika virüsü ön plana çıkma olanağı bulmadı.  

“Şimdi bir rahatlama söz konusu! Ama şu cumhurbaşkanlığı seçimi yok mu, şu cumhurbaşkanlığı seçimi? Bir yandan olağanlaşma adımları atılırken politika virüsünü sinsice kıpırdanmanın çok ötesine, hızlı devinime doğru götüreceği kesin!

“Biraz değişik bir anlatımla, popülizm/halk dalkavukluğu, ‘can pazarı’nın tavan yaptığı en korkulu Corona gerginliği günlerinde bile sırıttı. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde giderek tavan yapacağı kesin!”

Yukarıdaki alıntı, 2 Haziran 2020 Salı günü bu sayfada çıkan “ARTIK HER ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK (MI?)” başlıklı yazımın “’BİZ’ DEĞİŞECEK MİYİZ?” ara başlığı altındaki bölümü!

“Politika virüsü”nden söz ederken, politikanın kendisinden değil, bizde maalesef yaygın olan, “politik çıkarlara, küçük hesaplara, parti içi dengelere, popülizm/halk dalkavukluğuna” dayalı çirkin politikalarından ve bunu yapan “çirkin politikacı” söz ettiğimi vurgulamalıyım.  

“DEVLET ALGISI” DENEN ŞEY…

Alıntıda da vurgulandığı gibi, “Corona salgınına karşı, genel anlamda iyi, yerinde, zamanlaması güzel etkili bir ‘devlet refleksi’ ortaya konduğunu; bu bela ile savaşımda, ‘günümüz itibarıyla’ başarılı olunduğunu, insan olan yerde ‘mükemmelliğin’ zaten olamayacağını” yalnız sözünü ettiğim yazımda değil, hem bu sayfada, hem başka vesilelerle her yeri geldiğinde dile getirdim.

Hem KKTC olarak tanınma sorunumuz vardır, hem de içte ve dışta bu algıyı zedeleyecek, erezyona uğratacak açık ya da kapalı algı yaratma çabaları (saldırıları da diyebiliriz) kesintisiz sürmektedir.  Bu bakımdan “Devlet” algısı, Kıbrıs Türkleri bakımından, başka halklardan çok daha önemlidir.

“Devlet algısı” üzerinde bu kadar ısrarla durmamın nedeni budur.   

Gelin de siz bu algı üzerine -deyim yerindeyse- “titreyin” ama üzerine titrediğiniz “devlet” kavramı, o devlet tarafından bir anda paspas edilsin.

“Lapta marinası” ile ilgili durumdan söz ediyorum. Nereden ve nasıl bakarsanız bakın, karşınıza “devlet ciddiyetsizliği/kuralsızlık/rezalet” çıkar ve sonucu devlet kavramının aşınması ve de “devlet algısı”nın zedelenmesidir.

İnanın konuya bir anlam vermekte zorlanıyorum.

Sonrası ise en hafif deyimle basiretsizlik! Hem de katmerlisi! 

İşin acı ve kötü yanı hem “devlet ciddiyetsizliği/kuralsızlık/rezalet” temelinde, hem sonrasındaki basiretsizlikte söz konusu olan politika virüsüdür, başka bir şey değil! Cumhurbaşkanlığı seçiminin, politika virüsünü hızlı devinime doğru götüreceğini, popülizm/halk dalkavukluğunun tavan yapacağını biliyorduk da öylesine “devlet ciddiyetsizliği/kuralsızlık/rezalet;” üstüne üstlük bir de “basiretsizlik” beklemiyorduk. 

DENGELERE DAYALI HÜKÜMET

Hükümet kuruluşlarında maalesef parti içi, bu bağlamda bölgeler arası dengelerin, özellikle UBP bağlamında genellikle etkili olduğu bilinir. Doğrusu, şimdiki hükümetin oluşumunda, Ersin Tatar’ın bu dengeleri aşarak bir kabine (daha doğrusu UBP kanadı) oluşturacağını umut etmiştim. Ne yazık ki öyle olmadı. Kabinenin UBP kanadı adlandırılınca, şaşkınlık yaşadığımı bile söyleyebilirim.

Oysa Meclis aritmetiği (iki partinin Meclis’te yakaladığı 30 kişilik çoğunluk), dengeleri aşarak bir kabine oluşturmaya olanak tanıyordu. Ortam buna uygundu. Kabineye Meclis dışından bakan alma olanağını da olanaklıydı. Olmadı. (UBP kanadında tek bir kadın bakan bile yer almadı.)

Konumuza dönelim:

Nereden ve nasıl bakarsanız bakın, “Lapta marinası” ile ilgili konudan  karşınıza “devlet ciddiyetsizliği/kuralsızlık/rezalet” çıkar ve açıkcası işin temelinde parti içi dengeler olduğunu herkes biliyor. Dolayısıyla bir ya da iki bakanı değiştirmenin çözüm olduğunu düşünmüyorum. Olsa olsa yeni dengeler, daha da doğrusu dengesizlikler çıkar. Olan da budur. Görüyoruz.

Niye bir kadın bakan düşünülmediğini ise hiç  anlayamıyorum.  

Bu yeni sürecin cumhurbaşkanlığı seçimine de yansıyacağını varsaymak gerekir. Nasıl mı? Onu kestirmek olanaksız gibi!