Ne kadar acıdır ki her deniz mevsimi geldiğinde nice gencimiz o mavi sularda hayatlarını kaybediyorlar. Yazın kavurucu sıcakları henüz başlamasa da, yine de gençler serinlemek için kendilerine çareler arıyorlar. Kimisi denize, kimizi derelerdeki su birikintilerine, kimisi de baraj veya göllere girerek serinleme yolları ararlar.
Kıbrıs bir ada olduğu için her zaman serinleme aracı olarak halk denizin yolunu tutar. Yazın göbeğinde denizin suyu pek dalgalı olmaz. Hep durgun ve sakin olur.
Herşeye rağmen eski insanların söyledikleri biz söz vardır.
“Suyla ve denizle oyun olmaz.”
Gerçekten de dikkate alınması gereken sözlerdir bunlar. Denizle kesinlikle oyun olmaz.
Birkaç gün önce oldukça tenha bir yerde denize giren iki gençten birisi hayatını kaybetti. O giden genç bir kere daha dönemez bu dünyaya. Lakin arkada kalan o dostu hep acılarla ve geçmişi ile hesaplaşacak.
Mesela kara iklimi olan ülkelerde veya iç Anadolu’da her yaz geldiğinde çocuklar veya yeni yetişmekte olan gençler göllere veya nehirlere atlarlar serinlemek için. Lakin bir süre sonra onların cansız bedenleri kaybolunca, bütün jandarma ve itfaiye onların bedenlerini bulmaya çalışırlar.
Herkes o çocukluk günlerini hatırlayınca yazın denize girmenin ne kadar cazip ve ne kadar çekici oluğunu anımsar. Hepimiz de o günleri yaşamışız.
Henüz EOKA’nın faalieyte geçmediği o günlerde, yani ilkokul çağlarımızda ya Lapta, ya da üçüncü mil denizine giderdik. O günlerde Türklerle Rumlar birlikte yıkanırlardı denizde. Böylesine bir ayrılık yoktu iki toplum arasında.
O yokluk yıllarında arabası olanı parmakla gösterirlerdi. O nedenle Girne Kapısı’nda sıralanan otobüsler denize gidecek insanları doldurup doğru plaja giderler, sonra da akşam üzeri Lefkoşa’ya dönerlerdi. Lakin o gidişte de bazı çocukların denizde boğulduklarını anımsıyorum.
Yenicami’de oturan mazbut bir kadıncağız vardı. Beş vakit namazında niyazında olan bir kadıncağızdı. Yenicami ilkokulundan çıkıp evin yolunu tuttuğumuzda o kadıncağızı kapı eşiğinde başında örtüsü olduğu halde kuran okurken görürdük. O kadının üç tane yağız gibi oğulları vardı. Maalesef o kadının üç oğlu da ayrı ayrı zamanlarda denizde boğulmuş ve ölene kadar o kadın hep acılarıyla yaşadı.
Gerçekte bizaz yüzme bilen insanlar, “Ben nasıl olsa canımı kurtaracak kadar yüzme biliyorum” deseler de, katiyen denizin kendileri kadar insaflı olduğunu unutmamalıdırlar. Genellikle iyi yüzemeyen insanlar denize girdiler mi ve deniz suyu bellerine kadar gelince, daha da ileriye gitmezler. Akıllı insanlar hep böyle yaparlar. Zaten yüzmeyi öğrenmek çocukluk yılları ile başlar. Ya da şimdiki zamanlarda bir yüzme havuzuna gidip, eğitmenler vasıtsıyla yüzme dersi alırlar.
Bir hafta arası Çıkarma Plajına gitmiştik çocuklarla. Çıkarma plajı şahane bir denize ve kuma sahiptir. Normal bir boyda serinlerken birden hemen ötemde küçücük bir çocuğun durmaksızın denize batıp batıp çıktığını ve boğulmak üzere olduğunu görmüş ve hemen onu kollarından tutarak sahile çıkarıp kurtarmıştım. Şayet o çocuğu görmesem, kesinlikle orada boğulacaktı. Belki o çocuğun o hali zamanla kafamdan silinir dedim ama hala o görüntü kafamdan silinmedi.
Bu olayın üzerinden hayli zaman geçip o çocuk delikanlı olunca, “Osman amca ben hayatımı sana borçluyum. Çünkü sen beni o denizden çekip çıkarmasaydın bugün hayatta olmayacaktım” der. Bir insanın hayatını kurtarmak kadar güzel birşey var mı?
O anlamda söylüyorum denizin sizin kadar insaflı olmadığını. O çocuğun yıkandığı yerde aynı gün ben de yıkanırken birden kendimi derin bir çukurun içinde bulmuştum. O çukur beni de boyluyordu. Demek o yavrunun içine düştüğü ve boğulmamak için çırpındığı yer orasıydı. O an kendimi yüzerek dışarıya attıığımda o çocuğun ne zor anlar yaşadıklarını idrak etmiştim.
Şimdi deniz mevsimi açıldı ya...
Allah bundan sonra denize grecek gençleri ve insanları korusun.
Deniz deyince hep aklıma o mülteciler ve mavi sularda kaybolan insanların cansız bedenleri gelir gözlerimin önüne.
Onların o görüntüsü, özgürlükle mavi suların arasına sıkışmış çaresizliği veren bir görüntüdür. Yüzme bilmeyen insanların köhne teknelerle özgürlüğe yelken açması ve o çaresizlik içinde meçhul sahilleri gözlemlemeleri, kendilerine yeni bir vatan aramaları gerçekten tam bir dramdır.
Kısacası gerçek odur...
“Denizler sizin kadar insaflı değidir.”