Son yağan yağmurlar adeta “habersiz gelen postacı gibi” birden bire ülkemizin her tarafını sarıverdi. Sanki muson yağmurları ülkemizin iklim kuşağını değiştirmiş ve dur durak bilemeyen yağmurlarla cebelleşir olduk.
Bundan önce de bu ve buna benzer felaket niteliğindeki yağmurlardan ders aldık mı? Bir nebze ders aldık gibi. Lakin bundan önceki yağışlardan sürüklenerek Ciklos Mevkiindeki dere yatağına düşen dört gencin ölümü bizlere büyük bir ders olmuştur sanırım.
Şayet polis uyarılarını ve tüm ilgililerin mesajlarını dikkate alırsak, geçmiş acıları yaşamamış olacağız.
Özellikle alçak arazilerdeki evler zarar görürken, bundan sonraki zamanlarda yeni inşaatlarda seçici olmak durumundayız.
Malum üçkağıtçı müteahhitler dere yataklarına nice evler yapmışlar ve hem devleti hem de alıcıyı kazıklamışlardır. Özellikle de İngiliz müşterileri...
Bu başka mesele. Lakin ülkenin beklenmedik iklim felaketlerine karşı da gerçekten çok büyük önem vermemişz ve kendimizi korumaya almamız lazım.
Geçmiş yıllarda “kuraklık” denen bir illetle karşı karşıya geliyordu çiftçimiz. Şimdi ise, aşırı yağışlardan şikayetçi oluyoruz. Şikayet, daha fazla evlerin ve arabaların uğradığı maddi zararlardandır. Bereket versin ki ekim zamanı olmamış bu yağmurlar.
Şimdi kulağımnız Meteoroloji Dairesi’nin yapacağı açıklamada.
“Şu önümüzdeki dört beş günde havalar nasıl olacak? Güneşli günler ne zaman gelecek ve havalar normale dönecek?”
Hep bu sorular var kafamızda.
Gerçekte en güzel yağışlar, istikrarlı ve zararsız yağan yağmurlardır. Ondan sonra da açılacak güneşle belen sıcacık hava ve tarlalarda boy veren ekinler.
Şimdi artık her taraf balçık olmuş...
Bütün kavşak noktaları polis tarafından trafiğe kapatılmış.
Ulaşım bayağı aksamış...
Ama ne yaparsın? Bu tedbirler de alınmazsa, halkın hali nice olur herhalde.
Mevsimin dönüşü ve cemrelerin düşüşü ile havalar ılıman bir duruma gelirken, göçmen kuşlar da ülkemize yeniden misafir olmuşlar. Bu doğanın kendi yapısıdır. Elbette mevsimler dönecek, elbette selli yağmurlar filaket boyutunda, “beklenmeyen postacı gibi” kapımızı çalacak ve bu zor günler de geçecek.
Eski insanlar her zaman “Mart-Nisan aylarına güvenmeyiniz” derler. Hatta, “Mart kapıdan baktırır, balta kürek yaktırır” derler. Yani bir gün yaz, bir gün kıştır şu ilkbahar.
Genel anlamda insan manzaralarına bakınız. Bazı gençler soyunup silkinmişler, basit tişört veya kısa kollu gömlekleri ile salınıp duruyorlardı daha düne kadar. Bazı orta yaş ve üzerindeki insanlar tedbiri elden bırakmadan kalın paltolarını ve kazaklarını giyme ihtiyacı duyuyorlar.
Bir de şu söz vardır halkın kullandığı.
“Böyle havalarda hastalık geliyorum demez!”
Gerçeken de “yaz geldi” diyerek tedbirsiz giyinmemek lazım.
Bu mevsim öyle bir mevsimdir ki, giyinirsiniz sıcak alırsınız, soyunursunuz üşürsünüz.
Bir de şu sözler geçiyor insanın kafasından:
“Mevsimler de çıldırdı. Onlara da mı değişti insanlar gibi?”
Esasında bu düşünce hiç de yabana atılacak bir düşünce değildir. Delinen ozonla birlikte, asırlık buzullar kutuplarda çözülmeye ve erimeye başladığına göre, demek tabiatın dengesi de bozuldu.
Belki de bütün bu habersiz gelen felaket niteliğindeki yağmurlar, o dengesizlikten kaynaklanıyor.
İşte dünya bizim! Bütün topraklar, güneş, doğanın güzellikleri ve çirkinlikleri, selli sular ve yarılmış topraklar bizim.
Hepimiz de bu dünya coğrafyasının bir parçası olduğumuza göre, bütün insanlar kendi coğrafyalarında felaketleri de, mutlulukları da yaşayacaklardır.
Kısacası felaket habersiz gelen postacı gibi gelir ve ansızın kapımızı çalıp, felaket haberini getirir.
Daha ne diyelim yani? Felaket geliyorum demez!