“Nazım Beratlı'nın sonsuzluğa göç ettiğini az önce öğrendim.
Çok büyük kayıp...
Gerçek anlamda değerli bir akademisyen, tarihçi, edebiyatçı, yazar, aydın ve
“heykeli dikilecek adam”dı. Anısı ve geride bıraktıkları için her zaman önünde saygı ile eğilinecek bir insandır.
Ona rahmetler dilerim. Allah rahmet eylesin. Başta ailesi, yakınları dostları ve tüm halkımızın hepimizin başı sağ olsun.”
Yukarıdaki kısa paylaşımı 30 Mayıs 2024 günü sosyal medyada yaptım. Paylaşımımı biraz açayım.
         Önce şunu belirteyim: Paylaşımımın, Beratlı’nın Muzaffer Türkmen’in deyişiyle,soldan bakan, ama solu ayakları yere basmayan soyut bir barışçılığa sahip olmakla eleştiren çizgisi” ile hiç ilgisi yok ve o konuya girmek ya da taraf olmak istemiyorum. Ben onun akademik tarihçiliği, edebiyatçı-yazar olarak edebiyatçılığı aydın kişiliği üzerinde duruyorum.
Onun akademik tarihçiliği iyi bilinir. Bana göre Beratlı en iyi tarihçilerimizden biridir. Çalışmaları belge ve güvenilir kaynaklara dayanır. Elbette ki kişisel görüş ve yorumları da var ama bunların kişisel olduğunu söyler. Sonuç olarak bu alandaki çalışmalarıyla kimliğimiz, toplumsal belleğimiz ve tarihimizle ilgili çalışmaları kalıcıdır ve kaynaktır.
         Beratlı’nın, edebiyatçı-yazar olarak, edebiyatçılığı tarihçiliği kadar bilinmez. Oysa o, edebiyatın üç türünde (roman, anı, deneme) eser vermiş bir yazar olup edebiyatçı yönü, üç değişik akademisyen-araştırmacı tarafından beş ciltlik Kıbrıs Türk Edebiyatı Tarihi (1571-2017) ile tescillenmiştir. (Ayrıntıya giremiyorum çünkü 3-5 satır buna yetmez.)
         Beratlı’nın “aydın” kimliği,  akademisyen-araştırmacı ve edebiyatçı-yazar kimlikleri ile özdeşleştiği için değinmekle yetiniyorum. 
Paylaşımımdaki “heykeli dikilecek adam” deyimi için sorulara muhatap oldum. Sanki Beratlı’nın heykeli dikilsin önerisinde bulunduğum algılandı. Oysa bu bir deyim ve iz bırakanların anısını yaşatma dileğini anlatır. Heykel/büst dikmek, bir yere ad vermek çok da nesnel içerik taşımıyor. Bir heykel/büst/ad görür şaşarsınız ya da dikilmiş heykel/büst/ad’lara bakıp size göre gerçekten orda bulmanız gereken kişi ya da kişilerin heykelini/büstünü/adını bulamazsınız. (Ne yazık ki son yapılan Milli Mücadele Müzesi’nde de böyle durumlar var.)
Birkaç gün önce kardeşimle bir yerden geçerken “Falan Filan Caddesi” ve “Falan Filan Köprüsü” tabelaları gördük. Cadde ve köprüye adı verilen kişiyi hiç anımsamadım. (Ki Kıbrıs bağlamında bir biçimde adını duyurmuş bir kişiyi bilemeyeceğimi düşünemem bile!) Uzatmayayım: Meğer caddenin ve köprünün adı o bölgeyi pazarlayan kişinin adı imiş, yani “para konuşmuş.” Anladınız mı heykel/büst/ad konusundaki durumu ve de hissiyatımı? 
Kısacası ben Beratlı için “heykeli dikilecek adam” deyimini, onun anısını yaşatma dileği olarak dile getirdim. “Arif olan anlar.”    
 
NEDİR BE BU?

21 Mayıs 2024 günü, yani ölümünden on gün önce Nazım Beratlı’nın yaptığı bir paylaşım var. Onu birlikte okuyalım:
“Arkadaşlar ben bir hafta önce aslan gibi sokakta gezerdim. Aşağıya son gün Niyazi Kızılyürek ile yaptığım tartışmanın resmini de atıyorum… Göğsüme bir ağrı geldi, kalktım bir kardiyoloğa gittim. Çünkü kalp hastası idim biliyordum… O da beni hastaneye yolladı. O günden beridir, doktor doktor gezerim. Nihayet eski dostum, sınıf arkadaşım Prof Dr.. Rasim Enar’a gittim.. Şu anda ölmeye yer arama modundan çıktım umarım. Ama evden çıkamıyorum. Sadece uyuyup, (Allaha şükür) uyanıyorum da… Ben bu işin bokunu çıkarmazsam, adam değilim… Biz de hekimlik yaptık, kırk yıl! Nedir be bu? Yürüyerek gelen adamı yataklara düşürmek nedir be? Allah sizi yok etsin!”
Eğer dikkatle ve sindirerek okuduysanız tüyleriniz diken diken olmuştur. Benim oldu.
Beratlı’nın deyişiyle, “Nedir be bu? Yürüyerek gelen adamı yataklara düşürmek nedir be?”
Ardından “Allah sizi yok etsin” diyor Nazım Beratlı!
Bu bir açık uyarı! Resen yani kendiliğinden ilgililerin hemen harekete geçmesi gerekir. Ortada bir insanın, üstelik iz bırakmış ve de 40 yıllık hekim olan bir insanın, -ihbar nitelikli- haykırışı var.
Belki de harekete geçilip soruşturma başlatılmıştır. Eğer öyleyse bekleyip görmek gerekir. Ama bu çığlık, bu haykırış ilgililerin kulağına gitmemişse ya da gitmiş ama es geçilmişse, çok ama çok ayıp edilmiştir. Dahası, en temel insan hakkı olan yaşama hakkına saygısızlığın dil alası söz konusudur,
Ey siyaset kurumu, ey muhalefet, ey sivil toplum, ey gazeteciler, ey aydınlar (ya da aydın geçinenler), ey duyarlı yurttaşlar, ey insan hakları savunucuları, sizin diyecek sözünüz yok mu?
Nazım Beratlı’ya bir kez daha rahmetler diliyorum. Işıklar içinde uyusun!